Makale
Milliyetçiliğin Değişen Yüzü; MİKRO MİLLİYETÇİLİK
‘Bütün ideolojiler yaÅŸadıkları çağın olaylarından ve geliÅŸmelerinden etkilenerek oluÅŸurlar. Milliyetçilik de modernliÄŸin bir ideolojisi olarak modern tarihsel ve toplumsal koÅŸulların etkisiyle ortaya çıktı. ModernliÄŸin nesnel toplumsal koÅŸullan ve deÄŸerler dünyası milliyetçilik söylemini üretti. Milliyetçilik, modernlik biçimiyle ulus-devletin bir ideolojisi olarak yapılanmıştı. Ulus-devletin kültürel ve politik bütünlüğü için önemli bir aidiyet kimliÄŸi olarak biçimlenmiÅŸti. Parçalanan imparatorluk kültür ve siyasetleri karşısında ulus-toplum ve ulus-devlet bütünlükleri üreterek kitlelere, topluluklara, cemaatlere ve milletlere yeni bir ÅŸemsiye saÄŸlamaktaydı. Ancak milliyetçilik, her söylem gibi belirli koÅŸullara baÄŸlı olduÄŸundan koÅŸulların deÄŸiÅŸmesiyle birlikte o da deÄŸiÅŸmeye baÅŸlamaktadır. Çünkü yeni koÅŸullar yeni politik, kültürel, ekonomik ve teknolojik geliÅŸmelerle birlikte oluÅŸmaktadır. Bunlar da milliyetçiliÄŸin içinde inÅŸa olduÄŸu eski yapının parçalanması ve dolayısıyla milliyetçiliÄŸin de paradigmal egemenliÄŸinin kaybetmeye yüz tutması demektir. Son sözü en baÅŸta söyleyelim: Millet deÄŸiÅŸtikçe onu temel yorumlama kaynağı olarak gören milliyetçilik söylemi de deÄŸiÅŸecektir.’1
MilliyetçiliÄŸi deÄŸiÅŸime uÄŸratan ‘millet’ kavramsallaÅŸtırmasındaki deÄŸiÅŸim, bizatihi millet kavramının yapısal deÄŸiÅŸiminden çok, millet kavramsallaÅŸtırmasının anlam yükünün deÄŸiÅŸimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ulus-devlet, millet, ortak vatan, ortak ülküler, kader birliÄŸi, ortak doyum ve ortak doyum beklentisi, milli çıkar, fiziki ve siyasi sınırlar, coÄŸrafya, yurttaÅŸ ve yurttaÅŸlık ödevleri gibi birçok soyut anlamlandırmalar özellikle ekonomi politiÄŸin deÄŸiÅŸimi ile farklı muhayyel içerikler kazanmaktadır. Hayal edilmiÅŸlik durumu burada önemli bir ÅŸifre anahtarıdır. Zira;
‘… Milliyetçilik, elde mevcut bulunan tarihî mirasın içindeki kültürler arasından seçici bir bakışla yeni kompozisyonlar oluÅŸturur ve onları bütünüyle dönüştürür; ama her halükârda yararlandığı kaynak bu kültürel zenginliktir. Ölü diller yeniden canlandırılır, yeni gelenekler icat edilir, hayali bir geçmiÅŸe ait olan bazı saf semboller restore edilir.’2
Özellikle son çeyrek asırda modernizmin üretimi olan ulus-devlet önemli bir değişim ve dönüşüm geçirmektedir. Ulus-devletin değişimi ve dönüşümü beraberinde iç içe geçmiş olduğu milliyetçiliği de değişime uğratıyor. Daha anlaşılır bir ifade ile ulus-devlet ve milliyetçiliğin birbirlerini üreten anlam yükleri değişime uğruyor. Neo-liberalizim, neo-muhafazakârlık, küreselleşme ve postmodernizm süreçleri bu değişim ve dönüşümün nedenleri. Modernizmin bütüncül yaklaşımı postmodernizmin parçalı tutumu ile önemli bir eleştiriye uğruyor. Ekonomik etkinlikler artık ulus-devlet temelli değil; neo-liberal bir ekonomi anlayışın merkezinde ulus üstü bir mahiyete bürünüyor.
Postmodernizmin düşünsel planda, neo-liberalizmin ise ekonomik etkinler baÄŸlamında mümkün kıldığı küreselleÅŸme olgusu, ideolojik anlatıların meÅŸruiyetini dolaysız olarak varlık nedenlerini önemli ölçüde erozyona uÄŸrattı. Büyük ideolojik anlatıların baskısı altında kalan birçok alt varoluÅŸlar ve alacakaranlıkta kalan görüngüler açığa çıktı, görünür bir hal aldı. Bu süreç dâhilinde postmodernizmin baskın karakteristiÄŸi olan ‘görünüyor olmak’ üzerinden oluÅŸturulan yeni siyasal ve sosyal varlık iddiaları gündeme geliyor. Ulus-devletin oluÅŸturmak zorunda olduÄŸu bütünlükçü kamusal alan parçalanarak geniÅŸliyor, ulusal boyutta ve uluslararası iliÅŸkilerde tek merkez fikri yerine gevÅŸek ve çeliÅŸik merkezler fikri ortaya çıkıyor. Ulus-devlet için siyasal anlam ve içeriÄŸi yüksek ve yoÄŸun olan yurttaÅŸlık, yurttaÅŸlık ödevleri, vatan, vatanseverlik, ulusal çıkar, ulusal sınır ve ulusal coÄŸrafya fikri farklı anlam yükleri ile önemli deÄŸiÅŸime uÄŸruyor.
‘KüreselleÅŸme, toplumsal ve özellikle de ekonomik alanda ulus-devleti adeta iÅŸlevsizleÅŸtirmektedir. Bu süreçte ulus-devletin iÅŸlevleri azaldıkça, farklı toplumsal kesimleri bir arada tutan yapıştırıcı iÅŸlevi de azalmaktadır. YoksullaÅŸma ve marjinalleÅŸme karşısında artan dayanışma ihtiyacı, alt-kimlikleri ön plana çıkarmaktadır. Ulusal pazarın yerini uluslararası pazara bıraktığı bir ortamda, ulus-devlet vatandaÅŸlarının refahını saÄŸlayacak temel iÅŸlevlerini yerine getiremediÄŸi; tam aksine uluslararası sermayenin çıkarına, onun iÅŸlerini yerine getiren bir ‘büro’ya dönüştüğü ölçüde; toplum içindeki farklı etnik-dinsel kimlikler için artık bu devlete baÄŸlı olmanın da bir nedeni kalmamaktadır. Etnik kimlik, radikalleÅŸerek etnik milliyetçiliÄŸe sarkıp politik argümanlar geliÅŸtirerek bölgesel ve ulusal düzeyde büyük kaoslara yol açmaktadır… Günümüzde, hem merkez hem de çevredeki birçok toplumda dinsel ve etnik alt-kimlikler, kimi zaman dağılma veya ayrılma ile sonuçlanan huzursuzluk ve iç çatışmalara neden olmaktadır.’3
Ulusal çıkarlardan bireysel ve daraltılmış grup çıkarlarına, total ve blok yurttaşlık ve yurttaşlık ödevlerinden çerçevesi bireysel özgürlükler ile iyice belirlenmiş ve tahkim edilmiş olan anayasal yurttaşlığa, ulusal aidiyetten kozmopolitan içeriği yoğun dünya vatandaşlığına, ulus-devletlerin sınırsız egemenliklerini her geçen gün biraz daha daraltan ulus üstü kurum ve kuruluşların işlerlik ve erk kazanmasına, uluslararası ilişkilerde ideolojik ve statik ittifak arayışlarından, geçici ve gevşek koalisyon arayışlarına değin önemli değişim ve dönüşümler yaşanmaktadır.
Bu deÄŸiÅŸim ve dönüşüm süreçleri, her önemli deÄŸiÅŸim ve dönüşümün doÄŸasında var olan kaotik bir ortamı meydana metirmektedir. Gündemi meÅŸgul eden ve daha da meÅŸgul edeceÄŸe benzer ‘mikro milliyetçilik olgusu’ bu kaotik ortamın hem bir ürünü hem de süreç dâhilinde ‘nasıl bir dünyada yaÅŸanılacağına’ dair karar verme noktasında önemli direnç noktaları oluÅŸturarak düşünsel ve eylemsel planda önemli sorunlara neden olmaktadır. Tarihsel arka planı ve süreçleri olan ya da olmayan fakat ya tarihsel arka plandan seçici bir üslupla ayıklanarak ön plana alınan ya da sahte bir tarihsellik ve inÅŸa edilmiÅŸ sosyal taban marifetiyle garabet denilebilecek toplumsal deÄŸiÅŸim çıktıları ortaya koyabilmektedir.
‘Modern zamanlarda toplumların bütünlüğü kolektif toplumsal kimliklerle saÄŸlanmaktaydı. Bu kimlikler büyük ölçekli çerçeveler biçiminde modernliÄŸin sanayileÅŸme, kapitalizm, kentleÅŸme ve ulus-devletin egemenliÄŸi olgularıyla üretilmiÅŸti. Ancak küreselleÅŸmeyle beraber ulusal kimliÄŸin zayıflaması, bu toplumsal kimliÄŸin dağılması anlamına gelmektedir. Post-modernliÄŸin kültürel dünyasında çoÄŸullaÅŸan kimlikler karşısında ulusal kimliklerin geleneksel yapılandırıcı ve birleÅŸtirici güçleri tükenmektedir. Ulusal kimlikler geçmiÅŸteki bütünleÅŸtirici anlama artık sahip deÄŸildir. Nihayetinde kimlik, deÄŸiÅŸen yeni post-modern toplum koÅŸullarında yeniden inşâ olmakta, oluÅŸmakta ve icat edilmektedir. Bu nedenle yeni kimlikler etrafında çeÅŸitli siyasetler oluÅŸarak siyasi düzene bu çerçevede muhalefet edilmekte ve çeÅŸitli taleplerde bulunulmaktadır. En yaygın biçimleriyle kadın, din, çevre, insan hakları ve etnisite etrafında oluÅŸan bu kimlikler, yeni küresel kamusal alan içinde çalışmaktadırlar. Öte yandan ulus politikalarının tekil kültür siyaset projeleri, etnik/kabilevi, bölgesel ve lokal kimlikleri çoÄŸunlukla bastırmış, dışlamış ve görmezlikten gelmiÅŸtir. Çünkü "öteki uluslar" karşısındaki politik rekabete karşı topyekûn birlik için bu homojenlik zorunlu olarak algılanmıştır. Yerel olanın ve etnikliÄŸin merkezde varlığına izin verilmemiÅŸtir. Bu siyasi geliÅŸmeleri meÅŸrulaÅŸtıran modernlik teorisi de etnisiteyi toplumsal ilerlemenin modern dönem aşılması gereken bir geri aÅŸaması olarak algılamıştır.’4
Hareketlenen salt dinsel ve etnik alt kimlikler değil elbette. Yerel yönetim taleplerinin artması ve bu taleplerdeki yönetsel içeriğin yoğunlaşması, cinsiyet temelli farkındalıklar oluşturmaya yönelik feminist ve üçüncü cins hareketlerinin ivme kazanarak itiraz ve taleplerinin örgütlü bir hal alması, özellikle mega kentlerde farklı sosyalleşme hareketlerinin ortaya çıkarak cemaatvari dar grupların oluşması ve bu dar grupların kendilerince bağlayıcı normlar üretmeye başlaması, sosyal dayanışmaya dayalı basit ve yatay klasik hemşehri örgütlerinin daha organize bir hal alarak diğer farklı şehirlerin hemşehri örgütleri ile çelişik ve çatışık bir mahiyet arz eden önemli baskı grupları haline dönüşmesi, spor kulüpleri etrafında kümelenen fanatik grupların genişlemesi, siyasallaşması ve toplumsal bir taban bulması, hayvan hakları ve çevre örgütlerinin aktivist kapasitelerinin gelişerek ideolojik sayılabilecek indirgemeci bir bakış açısı kazanması gibi sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, psikolojik ve sosyal psikolojik etki ve etmenlerin harekete geçirdiği oluşumlar mikro milliyetçilik olgusu dahilinde sayılabilir.
Mikro milliyetçilik baÄŸlamında ‘Yerel Yönetim’ fikri adeta yeniden keÅŸfedilmektedir. Yerel yönetim olgusu ve yerellik paradigması küreselliÄŸin bir aksi sedası gibidir ve karmaÅŸa karşısında neredeyse ütopik bir anlamlandırmaya karşılık gelmektedir. Ãœtopya salt düşünsel bir ürün deÄŸil; ütopik bir kurgu, çok yönlü, çetrefil, içinden çıkılamaz sorunlar, zorunluluklar yumağının artık çözüm umudunu kaybettiÄŸi anlarda ortaya çıkmaktadır. Bu durumda ütopya, yürürlükteki mevcut sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapı ve iliÅŸkileri adeta sıfırlayarak kurgusal yeniden bir üretim gerçekleÅŸtirmektedir. Özellikle modernizm ve endüstriyalizmin çıktıları ile boÄŸulan kentlerde rahat bir yaÅŸama kavuÅŸmak ve anlamlı birliktelikler kurmak için yürürlükteki bütünsel iliÅŸkilerden yalıtılmış mekân oluÅŸturma fikirlerinin tarihsel süreç içerisinde geliÅŸtirilmiÅŸ olduÄŸu bilinmektedir.
Günümüzdeki yerel yönetim anlayışının önem kazanmasının ve mikro milliyetçi akımların revaç bulmasının art alanında; merkezi ve otoriter imparatorluk çağı ile ulus-devlet örgütlenmesinin “vatan” kavramsallaÅŸtırması dâhilinde mekân farklılıklarını eÅŸitlemesinin getirmiÅŸ olduÄŸu olumsuzluklarının derin etkilerini görmek pekâlâ mümkündür. Kendi kendine yeten ve kendi olarak kalmaya iÅŸaret eten yerel yönetim (Polis), kendisini bütün içinde erimiÅŸ olarak hissedenlerin, siyasal varoluÅŸ umudunu hala beslemeye devam etmektedir. Zira mikro milliyetçilik olgusunda ‘yerel’; her ÅŸeyin yerli yerinde olduÄŸu, iktidar ve siyasal iliÅŸki ve düşüncelerin aleni olduÄŸu bir mekâna iÅŸaret etmektedir.
‘Ulus-devlet bir yandan bireyleri geleneksel cemaat baÄŸlarından koparmayı amaçlarken; diÄŸer yandan da ulusun tanımında ‘geleneksel’ bir kimliÄŸe atıfta bulunmaktadır. Ulus-devletin ortaya çıktığı ilk günden beri var olan bu temel gerilim, son yıllarda ulusal sınırları zayıflatan ve geçirgenleÅŸtiren ‘küreselleÅŸme’ yönündeki eÄŸilimlerle giderek daha da derinleÅŸmektedir. Bir yandan daha önceden var olup da bu zamana dek bastırılmış azınlık kimliklerinin yeniden ortaya çıkması; öte yandan ulus-ötesi kitlesel göçler, bugüne kadar bütünlüklü oldukları öne sürülen ulusal topluluklar içinde farklı kültürel kimliklere sahip çok sayıda alt cemaatin oluÅŸmasına yol açmıştır. Her tür farklılık ve çeÅŸitliliÄŸi içeren merkezî ulus-devletlerin güçlü kültürel kurumlarca üretilen ve korunan kültürleri ve ulusal kimlikleriyle birlikte zayıflamasının, daha küçük milliyetçiliklere eÅŸi görülmemiÅŸ bir fırsat sunduÄŸu aÅŸikârdır. Kültürel küreselleÅŸmenin “bir tüketim kültürü” yaratarak, toplumları homojenize etme etkisinin dışında ve ona tamamen ters olan ikinci etkisi, mikro-milliyetçilik akımlarını ve yerel kültürleri güçlendirmesidir. O halde küreselleÅŸme süreci hem kültürel homojenleÅŸme, hem de kültürel farklılaÅŸma süreçlerini içermektedir.’5
DiÄŸer taraftan, deÄŸiÅŸim ve dönüşümlerin sonucunda mevcut güç bloklarının çözülmesi ile birlikte ortaya çıkan yeni siyasal aktörlerin iktidarı ya da iktidar arayışları sürecinde ortaya koymuÅŸ oldukları eylem ve söylemlerine karşılık, eskiyi savunanların daha doÄŸru bir ifade ile kaotik ortamdan bir ÅŸekilde rahatsız olan ya da kaotik ortamın nereye savurulacağı noktasında derin endiÅŸeleri bulunan farklı kesimlerin tepkici eylem ve söylemlerini daha da saflaÅŸtırarak ve yoÄŸunlaÅŸtırarak ortaya koymaları da mikro milliyetçilik kavramı kapsamında zikredilebilir. Bu baÄŸlamada önemli ‘bütünleÅŸmeci’ hareketler ortaya koyabilmiÅŸ Avrupa BirliÄŸi ülkelerinde ortaya çıkan ayrışmacı, aşırı saÄŸcı ve ırkçı sosyal ve siyasal söylemlerin elle tutulur bir biçimde yükseliyor olması, eski paradigmaların mevcut olana ve mevcut olanın nerelere evrileceÄŸine dair derin şüpheler, güvensizlikler barındırmaktadır.
Bizi ve coÄŸrafyamızı ilgilendiren önemli bir husus ise ‘tarihsel gecikme’ ve geç modernleÅŸme’ olgusudur. Bu olgu Türkiye’yi ve Türkiye’nin içerisinde bulunduÄŸu hinterlandı ile birlikte oldukça geniÅŸ bir coÄŸrafyayı betimleyen OrtadoÄŸu bölgesini yaÅŸamsal sayılabilecek önemde yakından ilgilendirmektedir. ModernleÅŸme, özü gereÄŸi bir ulus-devletin hakemliÄŸi altında hâkim bir sınıfın belirleyiciliÄŸi ile cereyan etmek zorunda olan bir süreçtir. OrtadoÄŸu’yu oluÅŸturan yapay (Pakistan, Irak, Suriye, Ãœrdün, Libya vb.) ya da doÄŸal devletlerin (Türkiye, Iran, Mısır, Afganistan) dayanmış oldukları inÅŸacı bürokratik sınıfları modernleÅŸmeyi baÅŸaramadılar. Bu güçlerin karşısında yer alan geleneksel unsurlar da dar siyasal çerçeveleri nedeniyle karşıt öneri sunamadılar ve dolaysız olarak siyaset bu çoÄŸrafyada topyekûn bir krize girdi.
1973 Yılındaki büyük petrol krizi ile baÅŸlayan 1980’li yıllarda ortaya çıkan neoliberal ekonomi politiÄŸi ile devam eden Batı Dünyasının ulus-devlet bazlı hegomonik güç ve yetenek kaybı, hammadde, enerji ve ucuz iÅŸgücü kombinasyonundan oluÅŸan üretim dinamiÄŸinin hatırı sayılı bir büyüklükte Avrasya’ya kayması ile birlikte zirve yapmıştır. Güç merkezi, Avrupa Atlantik hattından Avrasya’ya kayma sürecine girmiÅŸtir. Avrasya güç merkezinin nirengi noktasını da OrtadoÄŸu’nun tabii coÄŸrafyası oluÅŸturmaktadır. Özelde Türkiye’de, genelde ise Ä°slam dünyasında bu güç merkezi kayması neticesinde ulus-devlet olgusu yükselecek olup, Batı izleÄŸinde politik insanın bu coÄŸrafyalarda da boy göstermesine yol açarak dinsel, etnik ve kültürel milliyetçiliÄŸin yol açtığı çeliÅŸki ve çatışmalar derinleÅŸecektir.
‘MilliyetçiliÄŸin küresel biçimleri iki söylem biçiminde karşımıza çıkmaktadır: Birincisi tepkici, radikal, karşıt ve çatışmacı. Ä°kincisi küreselleÅŸmenin ulusal deÄŸerleri ve örgütlenmeleri aşıcı tutumlarına karşı savunmacı. Bu baÄŸlamda klasik "ulus milliyetçiliÄŸi" ve etnik milliyetçilik karşılıklı bir etkileÅŸim içinde birbirlerini tetikleyerek çeÅŸitli sorunlara yol açmaktadırlar. MilliyetçiliÄŸin radikalleÅŸmesiyle etnik çoÄŸulculuk tehdit unsuru haline gelmekte ve çatışma potansiyelleri çoÄŸalmaktadır. Etnik milliyetçilik de çeÅŸitli ÅŸiddet eylemlerine yönelerek ulusal satıhta ihtiyaç duyulan istikrar ve düzeni bozmaktadır. Küresel dünyanın bütün coÄŸrafyalarında etnik ÅŸiddet, milliyetçilik talepleriyle insanları, toplumları, kültürel ve sosyolojik dokuları paramparça etmektedir.’6
Mikro milliyetçilik kendisini daha çok ‘ÅŸiddet ve ötekileÅŸtirici’ bir dille ifade ediyor. CoÄŸrafyamızda yaÅŸanan etnik, mezhebi ve meÅŸrebi çatışmaların temelinde yatan ana neden; ÅŸiddet ve ötekileÅŸtirmeciliÄŸin bir ifade biçimi olarak genel kabul görmesi. Bu durumun tarihsel arka planında, kendisini ifade etmesine izin verilmeyen, görmezlikten gelinen, deÄŸersizleÅŸtirilen, sosyal ve siyasal hayatın dışında tutulan unsurların birikmiÅŸ hınçları yatmaktadır. Post modernitenin ‘görünüyor olmanın doyumu’ ile açığa çıkan ifade biçimleri nihayetinde ÅŸiddet evrilmekte ve belirli bir düşünsel haklılaÅŸtırma süreçleri ve bu haklılaÅŸtırma süreçlerine karşı koyan unsurlar ÅŸiddeti üzerimize boca etmektedir.
‘KüreselleÅŸen dünya da hiç beklenmeyen bir biçimde çevresel ve yerel unsurları görmezlikten gelmenin biriktirdiÄŸi "hınç ve öfke"yle yeniden geriye döndü. ÇoÄŸul kimlikler ve çok-kültürlülük söylemleri sosyal bilimciler tarafından hem doÄŸan çatışmaları bertaraf etmek için bir çözüm olarak geliÅŸtirildi hem de bu kimliklerin icadına belli katkılar saÄŸladı. Feminizm, din/dinsel cemaatler, çevre hareketleri... küresel kamusal alanın yeni kimliklerini oluÅŸtururken etnisite de buna eÅŸlik etmektedir. Ä°nsanlar dinsel cemaat kimlikleri ve cinsiyet kimliklerinden daha çok etnik orijinlerini sorgulamakta ve keÅŸfetmektedirler. Aynı geliÅŸme sürecinde radikal milliyetçiler de insanları ve toplulukları açıklamada etnik orijinleri öne sürerek "bizden" ve "onlardan" söylemini geliÅŸtirmektedirler. KüreselleÅŸmenin ürettiÄŸi çeÅŸitlilik söylemi ve uydu teknolojisinin geliÅŸtirdiÄŸi küresel kamusal alan farklı etnik kimliklerin temsilini kolaylaÅŸtırmıştır.’7
Kıssadan hisse kabilinde söylenebilecek son söz olarak belirtmeliyim ki; sömürgeci güçler coÄŸrafyamızda husule gelmiÅŸ ve gelmekte olan mikro milliyetçiliklerin haklılaÅŸtırma süreçlerini ve karşıtlıklarını manipüle etmektedirler. Emperyal emellerini ancak açığa çıkan yeni yerel unsurların dinamiÄŸi ile yürürlüğe koyabilen Batı, bölge devletleri ile ittifak kurabilme kabiliyetini kaybetmiÅŸtir. Zira sömürgeci politik, klasik müttefiklerinin beklentilerini karşılayabilecek güçten yoksundur artık. Ä°slam Dünyasında açığa çıkan mikro milliyetçi çatışma alanlarını sahih bir ümmet anlayışı üzerinden analiz etmek, mevcut türbulansın ölümcül bir kaza ile sonuçlanmasını önleyebilecektir. Sahih ümmet anlayışından kastım; ister etnik, bölgesel, mezhebi ve tarihsel haklılaÅŸtırma çabalarına taraf olmayarak vahiy ve onun pratiÄŸi sünnetin iÅŸaret etmiÅŸ olduÄŸu ‘bireysel ve toplumsal varoluÅŸa’ taraf olmaktır.
DÄ°PNOTLAR:
1 Yıldırım, Ergün, Küreselleşen Dünyada Milliyetçilik, Makale, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:9, Sayı:38, Ankara, 2006, s. 181.
2 Gellner, Ernest, Millet Nedir?, Makale, (Derleme: Milletler ve Milliyetçilikler, Derleyen: Mümtaz’er Türköne) EtkileÅŸim yayınları, Ä°stanbul, 2012, s. 87-88.
3 Selçuk, Senem Sönmez, Dünden Bugüne Milliyetçilik: Küresel Dünyada Yükselen Sesler, Makale, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, http://www.anadolu.edu.tr/sites/default/files/files/2012-03-09.pdf (Erişim Tarihi: 21.11.2014)
Henüz yorum yapılmamış.