Makale
Seyyid Kutub; Çağın Şahidi ve Şehidi
19. Yüzyıl ile 20. Yüzyıl, Batı sömürgeciliÄŸine ve onun yerli iÅŸbirlikçilerine karşı Ä°slam’ın izzet ve ÅŸerefini savunan direniÅŸ hatlarının berkitildiÄŸi, Allah yolunda sayısız ÅŸehitlerin verildiÄŸi bir zaman kesitidir. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ä°slam ülkeleri Batı sömürgecilerinden bağımsızlıklarını kazanmışlar, fakat bu kazanım bağımsızlığı temsil eden yönetici elitlerinin delalet ve hıyanetleri nedeniyle akim kalmış, ‘yeni bir sömürgecilik’ düzeni yürürlüğe konulmuÅŸtur.
Åžehit Seyyit Kutub böylesi bir zamana ÅŸahit olmuÅŸ ve Ä°slam’ın aziz mesajını ÅŸahidi olduÄŸu zamanın ÅŸartları baÄŸlamında Müslümanlara ulaÅŸtırmaya çalışmış ve bu yolda da ÅŸehit edilmiÅŸtir. Seyyit Kutub’un temel kalkış noktası hak ile batılın biri birlerine karışmış olduÄŸu gerçeÄŸinden hareketle oluÅŸmuÅŸtur. Kendisini Müslüman addeden fakat Ä°slam’ın temel prensiplerine dahi uygun davranmayan hatta Ä°slam’a savaÅŸ açmış bulunan baÅŸta asker ve sivil yönetici eliti olmak üzere sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik hayatı temsil eden unsurlar ile çatışmış ‘hak ve batıl’ kavramları dâhilinde onları temel eleÅŸtiriye tabii tutmuÅŸ, Kur’anî ıstılahlar çerçevesinde onları isimlendirerek tanımlamıştır.
Kutub’un eserlerindeki ana tema; hak olan ile batıl olanın tam bir ayrımını yaparak kendisini Müslüman olarak tarif eden toplumsalı gerçek Ä°slam ile tanıştırmak ve bu tanışıklık ile birlikte hakkın galebe çalması için toplumsalı ‘devrimci’ bir ruh ile harekete geçirmektir. Kutub’un devrimci dinamizmini ise ‘cihad’ kavramı oluÅŸturmaktadır. Kutub, eklektik bir Ä°slam anlayışına karşıdır. YaÅŸamış olduÄŸu Mısır’ın sömürgecilik ve sömürgecilik sonrası dönemlerine ÅŸahit olan Kutub, Batılı sömürgecilerin ve onun yerli iÅŸbirlikçilerinin Ä°slam’ı toplumsal üzerinde bir tahakküm aracı olarak nasıl kullandıklarını görmüş, Kur’an ve Sünneti çaÄŸdaşı olduÄŸu zeminin ÅŸartları baÄŸlamında seslendirmiÅŸ, Ä°slam’a eklenmek istenen milliyetçilik, sosyalizm, laiklik, diktatörlük, demokrasi, moderizm, modernleÅŸme, kapitalizm vb. mülahazaları, Kur’an ve Sünnet baÄŸlamında yüksek bir sesle eleÅŸtirmiÅŸtir. Buna karşılık; geliÅŸme, kalkınma, sosyal adalet, kölelik ve sömürü düzeni gibi güncel sorunlara, Ä°slam’ın özgün kavramları dâhilinde yanıtlar aramış ve çözüm önerilerini seslendirmiÅŸtir.
Seyyid Kutub’un temel yaklaşımlarını ana baÅŸlıklar altında sıralamak mümkündür.[1]
Toplum Müslüman ve câhilî olmak üzere ikiye ayrılır. Müslüman toplum sadece Allah'a kul olup hayatını O'nun hükümlerine göre düzenleyen insanların oluşturduğu toplumdur. Câhiliyye toplumu ise, İslam inancı, düşüncesi, hukuku, ahlakı ve davranış kurallarının hâkim olmadığı toplumdur. Bu toplumla mücadele, tebliğ ve cihat vasıtasıyla yapılır.
Mücadeleyi yürütecek öncü bir cemaatin öncelikle oluşması gerekir. Bu cemaat, şirk ve küfrün tüm çeşitlerinden arınmış saf bir akide (tevhid) temelinde bir araya gelir ve mücadelesini 'Rabbani yöntem' adı verilen, tüm peygamberlerin Kur'an'da anlatılan mücadele yöntemini izleyerek gerçekleştirir. Bu yöntem, fedakârca yürütülen, dünyevî beklentiler taşımayan, sadece Allah rızasını gözeten, en önemlisi, câhiliyye sistemiyle asla uzlaşmaya girmeyen bir mücadeleyi gerektirir. Dinin kendisi ilahi kaynaklı olduğu gibi onun hareket metodu da ilahidir. Öncüler bu metodu izleyerek amaçlanan İslam hâkimiyetine, yani dârü'l-îslâm'a ulaşabilirler. Kutub, bu öncü gruba uzun ve zorlu yolculuğunda rehberlik etmesi için Yoldaki İşaretleri yazdığını söyler.
Kutub bu fikirleriyle önemli noktalarda Bennâ'dan ayrılmaktadır. Kutub, Müslümanlardan oluşsa bile muhatap olduğu toplumun câhiliyye niteliğini öncelikle göz önüne alarak, bu toplum tevhid akidesine boyun eğmeden yapılacak İslami hükümet talebinin bir oyalanma olduğunu düşünmektedir. Yönetim şeklen değişse bile câhiliyyenin varlığını sürdüreceği kanaatindedir.
Seyyid Kutub’un Kur’an ışığında hak olan ile batıl olanı tam bir ayrıştırmaya yönelik faaliyetleri Mısır’ın muktedirleri tarafından tehlikeli olarak görülmüş uzun ve iÅŸkencelerle dolu bir hapis hayatını yaÅŸamaktayken bu defa onu ÅŸehit etmiÅŸlerdir. DiÄŸer taraftan ise; Seyyid Kutub’un takipçilerinden bazı unsurlar, onun bu yöntemini yaÅŸadıkları toplumları ile ayrışma olarak algılamışlar, tebliÄŸe muhtaç toplumsal ile kavga yolunu seçmiÅŸlerdir. Seyyid Kutub’un mensubu olduÄŸu Ä°hvân-ı Müslimîn (Müslüman KardeÅŸler) teÅŸkilatının ‘Siyasal Islahatçılık’ temelli görüşlerinden ayrı düşündüğü bir vakıadır. Kutub’un takipçileri bu ayrışmayı derinleÅŸtirmiÅŸlerdir.
‘Kaldıkları cezaevlerinde ÅŸiddetli baskı ve iÅŸkencelere maruz kalan Ä°hvân mensubu bir kısım Ä°slamcı mahkûm, psikolojik durumlarının da etkisiyle söz konusu radikal kavramlara sempati duydu. Kutub'un kasdetmediÄŸi boyutlarda onun fikirlerini yorumladı. UzlaÅŸmacılıkla suçladıkları îhvân'dan koptu. Åžiddet yanlısı ve dışlamacı tutumlara sahip marjinal oluÅŸumlara kaydı. Bazısı câhili saydığı toplumdan kendisini tamamen soyutladı. Camileri terkettiler; okudukları okulları, çalıştıkları devlet memuriyetlerini bıraktılar. Bazıları bombalama, adam kaçırma ve suikast eylemleriyle gündeme geldi. EÄŸitimci Dr. Salih Seriyye'nin Akademi hareketi, ziraat mühendisi Şükrî Mustafa'nın Tekfir ve'l-Hicre cemaati, elektrik mühendisi Abdüsselam Ferec'in ve tıp doktoru Eymen ez-Zevâhirî'nin Tanzîmü'l-Cihâd teÅŸkilatları ile el-Ezher hocası Dr. Ömer Abdurrahman'ın dini rehberliÄŸini yürüttüğü el-Cemaatü'l-Ä°slamiyye bu tür oluÅŸumlardandır.’[2]
Seyyid Kutub önemli eserlerini ağır iÅŸkenceler gördüğü hapishane ÅŸartlarında yazmıştır. Dolaysıyla Kutub’un seslendirdiÄŸi fikirler geniÅŸ tabanlı istiÅŸare ve kritiklerden mahrum kalmıştır. Seyyid Kutub merkezli tartışma ve analizlerde bu durum sürekli olarak göz ardı edilmektedir. Ä°hvân-ı Müslimîn (Müslüman KardeÅŸler) teÅŸkilatının ‘Siyasal Islahatçılık’ temelli fikirlerinin Seyyid Kutub merkezli ‘RadikalleÅŸme’ eÄŸilimine girmesinin önemli bir nedeni de Mısır’daki muktedirlerin Ä°hvân-ı Müslimîn teÅŸkilatını sürekli bir tehlike olarak görmeleri, bu teÅŸkilatı ağır baskı ve takibat altına almalarıdır. Ä°hvân-ı Müslimîn teÅŸkilatı hem Ä°ngiliz güdümlü Mısır MonarÅŸisi zamanında hem de bu monarÅŸiyi bir askeri darbeyle yıkan ‘Hür Subaylar Komitesi’ zamanında kanun dışı sayılmış ve yasaklanmıştır. Bu yok sayma ve yasaklamalar elan devam etmektedir.
Mısır’ın toplumsal tabanı en geniÅŸ ve en güçlü sosyal ve siyasal organizasyonu olan bu teÅŸkilatın kamusal alanlarda sürekli olarak yok sayılması, baskı ve iÅŸkenceler ile sindirilmeye çalışılması neticesinde teÅŸkilatın ana tema olarak ortaya koymuÅŸ olduÄŸu ‘ıslahatçılık’ temelli fikirleri eleÅŸtiriye ve erozyona uÄŸramış, radikalleÅŸme eÄŸilimleri güçlenmiÅŸtir. Mısır’daki iktidar elitlerinin oluÅŸturmuÅŸ oldukları ‘kapalı devre’ tekel siyasallık, esasında Ä°hvân-ı Müslimîn nezdinde bütün bir Mısır halkını kamusal alanlardan uzak tutma iradesini içermektedir. Bu iradenin sömürgecilik tarihi ve iktidar elitlerinin ülke kaynaklarına el koyma giriÅŸimleri ile sıkı bir iliÅŸkisi bulunmaktadır.
‘1855'lere gelindiÄŸinde, ülkede Ä°talyan, Fransız, Ä°ngiliz, Alman ve Amerikan misyonerlik faaliyetleri yürütülüyordu. Yahudi azınlık, Napolyon istilasından beri ülkeye Fransız kültür ve ticaretinin sokulması ve Fransız nüfuzunun yaygınlaÅŸması için çaba gösteriyordu. Bunlara ek olarak, Evrensel Yahudi Ä°ttifakı adı altında Fransa'da kurulan bir cemiyet de Mısır'a yöneldi ve burada kendisine baÄŸlı birçok okul açtı… Bu okullar, temelde Fransız kültürü veriyor, ancak bunu Yahudi kültürel mirası ile bezemekten de geri kalmıyorlardı. Ancak, Yahudi Ä°ttifakı öteki yabancı okulların aksine, Arapçaya da ağırlık vermiÅŸtir. Bunun amacı, kendi okullarından yetiÅŸenlerin devlet görevde daha ÅŸanslı bir konuma gelmelerini saÄŸlamaktı. Bu giriÅŸimler, Mısır devlet sisteminin ileriki yıllarda yabancı ülkelerin sosyo-kültürel nüfuzuna daha açık hale geleceÄŸinin iÅŸaretlerini vermekteydi. Nitekim Landau bu okullardan mezun olanların burjuva kökenli olmaları nedeniyle zaten ÅŸanslı olduklarını; aldıkları eÄŸitimin de buna eklenmesiyle baÅŸarılı iÅŸ adamları, hukukçular, doktor ve gazeteciler olduklarını belirtmektedir. Bütün bu geliÅŸmeler, Mısır aydınlarının ve üst düzey yöneticilerinin giderek halktan koptuklarını göstermekte ve düşünsel anlamda bir halk-aydın yabancılaÅŸmasının Mısır için de fazlasıyla geçerli olduÄŸuna kanıt teÅŸkil etmektedir. Fransız ve Yahudi kültür ortamı içinde yetiÅŸmiÅŸ olan bu kiÅŸilerin, geleneksel halkın beklentilerini ve dünya görüşünü kavrayıp kendi sistematiÄŸi içinde geliÅŸtirmeleri elbette beklenemezdi. 1863'te ülkede yabancıların kurmuÅŸ olduÄŸu 59 Ä°slâm-dışı okul vardı. 1863-1879 yılları arasında bunlara 129 yeni okul eklendi. 1878 istatistiklerine göre, bu okullarda 12539 öğrenci vardı, bunların (sadece) 1139 u Müslüman çocuklardı. 1857'lerden itibaren Kanal ve pamuk nedeniyle ülkeye akan 30000 civarında yabancının ülkenin ticaret, maliye ve endüstrisini ellerine geçirdikleri de hesaba katılacak olursa, Mısır'daki Ä°slâmî hareketlerin nelere ve neden karşı çıktıkları daha kolay anlaşılacaktır.’[3]
Mısır’da anlamlı bir orta sınıfın bulunmayışı, ekonomik faaliyetlerin dış güdümlü ve dışa dönük olması, daha sonrasında ise ‘Hür Subaylar Komitesinin’ sosyalist içerikli bir ekonomik programı tedricen yürürlüğe sokma giriÅŸimleri iktidar eliti merkezli ekonomik faaliyetlerin oluÅŸmasına neden olmuÅŸ, sermaye birikimi tabana yayılamamış, gelir dağılımı adaletsizliÄŸi büyük bir sorun oluÅŸturmuÅŸtur. Hür Subaylar Darbesine kadar Mısır’da sermayenin toplandığı iki ana grup vardı. ‘… ilk sırada, bu grubun büyük bir bölümünü oluÅŸturan büyük toprak sahipleri görülebilir. Ä°kinci olarak devletin üst kademelerindeki bürokratlardan bahsetmek mümkündür. Bu gruplar, sahip oldukları konumu da kullanarak toprak ve mülk edinerek zenginleÅŸmiÅŸler ve teÅŸviklerden de yararlanarak sanayiye yatırım yapmışlardır.’[4]
Hür Subaylar Darbesi ile birlikte bütün bir ekonomi hayatı iktidar elitlerinin eline geçmiÅŸtir. ‘Cemal Abdul Nasır Mısır toplumu için daha adil bir ekonomik geliÅŸmenin peÅŸindeyken Kasım 1956 SüveyÅŸ Kanalı Krizi’ne dek devlet sektörünün özel sektörün pahasına geliÅŸtiÄŸini söylemek zordur. Ancak bu durum 1956 sonrası tamamen deÄŸiÅŸmiÅŸtir. BilindiÄŸi gibi SüveyÅŸ Krizi sırasında Ä°ngiltere, Fransa ve Ä°srail kuvvetleri Mısır’a saldırmıştır. Bu saldırı Haziran 1956’da Nasır’ın SüveyÅŸ Kanalı’nı millileÅŸtirdiÄŸini açıklamasının ardından gelmiÅŸtir. Mısır, savaÅŸ sonrasında ülkede var olan ve özel sektörün temelini oluÅŸturan tüm Ä°ngiliz ve Fransız ÅŸirketlerini millileÅŸtirmiÅŸtir. SavaÅŸ sonrasında eline geçen pek çok banka, ÅŸirket ve malla birlikte Mısır devleti kendini bu kaynakların idare edilmesi sorumluluÄŸuyla da karşı karşıya bulmuÅŸtur. 1957-60 arası dönem için BaÅŸkan Cemal Abdul Nasır ‘kontrollü kapitalist ekonomi’ kavramını kullanmaya baÅŸlamışsa da ve devletin ekonomiye müdahalesi giderek artmıştır ve bu durum bazı yazarlar tarafından Mısır ekonomisinin ‘sosyalist’ bir yola girdiÄŸi ÅŸeklinde yorumlanmıştır. Özellikle bu dönemde ülkede özel sektöre karşıtlık güçlenmeye baÅŸlamıştır. Nasır önderliÄŸindeki Mısır hükümetleri 1957 yılında beÅŸ-yıllık sanayi planlarını yürürlüğe sokmuÅŸ, 1960 sonrasında ise tüm ekonomiyi beÅŸ-yıllık planlarla yönetmeye baÅŸlamıştır. Özel sektörün rejimle ilgili kaygıları özel mülkiyet altında olan Mısır Grubunun ve Bank Mısır’ın devlet eline geçmesiyle birlikte iyice kuvvetlenmiÅŸtir. 1961 yılı ‘sosyalist kararlarıyla’ hemen hemen tüm büyük ölçekli sanayi, bankacılık, sigorta, yabancı ticaret ÅŸirketleri, pek çok otel ve büyük maÄŸaza millileÅŸtirilmiÅŸ ve bunun sonucunda da bu döneme dek korunmaya çalışılan devlet- özel sektör iliÅŸkisi kesilmiÅŸtir.’[5]
Sosyal Hür Subaylar Komitesinin darbesi Mısır’da genel bir iyimserlik ve umut havası meydana getirmiÅŸtir. Ä°hvân-ı Müslimîn de bu iyimserliÄŸi ve umudu taşıyordu. Kısa bir süre sonra bu iyimserlik ve umut havası dağılacak, iktidar merkezli bir diktatörlük, bu defa Mısır’ı kendisinden saymış oldukları yöneticileri tarafından esir alacaktır.
‘1923 yılına kadar süren Ä°ngiliz sömürgeciliÄŸi döneminde Mısır'da modern bir yönetim aygıtı geliÅŸtirildiÄŸi muhakkaktır. Fakat bu aygıt, Mısır halkının iÅŸine yaramaktan çok Ä°ngilizlerin ve diÄŸer yabancıların iÅŸine yaramış, ya da onlar tarafından iÅŸletilmiÅŸtir. Olayların seyrini deÄŸiÅŸtiren önemli dönüm noktalarından biri, şüphesiz ki, dışa bağımlı bir yapı arzeden krallar döneminin askeri bir darbe ile 1952'de sona ermesidir. 1952 sonrası Mısır'ın Nasır (1918-1970) dönemidir ve temel özelliÄŸini Arapçılık düşüncesi oluÅŸturmaktadır. Yüzyıllar boyunca sürekli olarak dış güçlere bağımlı kalmış olan Mısır için Nasır dönemi bir bakıma öze dönüş dönemidir. Ancak, Nasır da diÄŸer modernleÅŸtirici elitler gibi, çareyi Mısır halkının Ä°slâm öncesi kültürel temellerine dönmekte bulmuÅŸtur. Nasır'ın yaptığı, laik Arap ulusçuluÄŸu düşüncesini sosyalist doktrinlerle bütünleÅŸtirmek ve Mısır'ın kaderini batının ellerinden alarak Üçüncü Dünyanın ortak kaderine baÄŸlamaktı. Bu dönemde halk, nefret duyduÄŸu batılılara karşı gerçekten önemli adımlar atıldığını görmüş ve Nasır, Arap BirliÄŸi fikrini geliÅŸtirerek kitleleri ardından sürüklemeyi baÅŸarmıştır. Onun önderliÄŸinde Mısır diÄŸer Arap ülkeleri ile birleÅŸme çabalarına da giriÅŸmiÅŸ, ancak bu giriÅŸimlerden sonuç alınamamıştır. Nasır dönemi, Mısır laikleÅŸme tarihi açısından da bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde halk yabancıların doÄŸrudan yönetiminden kurtarılmış, ancak batılı ideolojilerin ülkeye tarihte eÅŸi görülmemiÅŸ bir yoÄŸunlukta giriÅŸine ÅŸahid olmuÅŸtur.’[6]
‘Sömürgecilere karşı kendini kapalı tutabilen halk, bu dönemde kendi yöneticileri tarafından Ä°slâm-dışı düşüncelere açılmıştır. Bu bakımdan Nasır dönemi, Mısır'ın bütüncül modernleÅŸme evresine girmesiyle nitelenir. Nitekim, Nasır dönemine kadar, Mısır Ä°slâm düşüncesinin karakteristiÄŸi, sömürgeciliÄŸin ülkeden atılması ve devrimci bir Ä°slâm anlayışı çerçevesinde Ä°slâm ülkeleri arasındaki baÄŸların yeniden kurulması iken; Nasır döneminde daha çok batılı ideolojilerin eleÅŸtirisine ve bunların Ä°slâm'la karşılaÅŸtırılarak islâm'ın üstünlüğünün gösterilmesine doÄŸru bir deÄŸiÅŸim geçirmiÅŸtir. Bu deÄŸiÅŸimin temel nedeni, Avrupa sömürgeciliÄŸinin biçim deÄŸiÅŸtirmiÅŸ olmasıdır. Batı artık Mısır'da doÄŸrudan kuvvet bulundurmuyordu. Fakat, iletiÅŸim ve eÄŸitim kanallarının yardımıyla batılı fikir ve ideolojilerin Mısır'da yayılmasını saÄŸlamaya çalışıyordu. Bu bakımdan, ikinci dönem birincisinden çok daha kapsamlı sonuçlar doÄŸurmuÅŸ ve daha geniÅŸ halk Ä°adelerinin modernleÅŸme eÄŸilimine girmesine neden olmuÅŸtur.’[7]
Mısır’ın geçirmiÅŸ olduÄŸu evrelerinin karşılığını Seyyid Kutub’un fikir dünyasında da izlemek mümkündür. ‘1906 yılında Güney Mısır'da Asyut'ta dünyaya gelen Seyyid Kutub, Bennâ gibi öğretmen okulu ve Dârululûm fakültesi mezunudur. Öğrenci hareketlerinde yer aldı ve sol fikirlere meyletti. Gençlik yıllarında Mısırlı meÅŸhur mütefekkir ve ÅŸair Abbas Mahmud Akkâd ile tanıştı ve fikirlerinden etkilendi. Belki de bu irtibat dolayısıyla edebiyat ile yakından ilgilendi ve ülkedeki edebiyat çevrelerinde ismi hızla yükseldi. Mezuniyetinden sonra altı yıl kadar ilkokul öğretmeni olarak çalıştı. Aynı yıllarda Vefd ve Sa'diyyîn partisinde siyasetin içinde olduysa da 1945'te bu ilgisini tümüyle kesti. EÄŸitim araÅŸtırmaları yapmak üzere 1948 yılında ABD'ye gönderilen bir heyette yer alan Seyyid Kutub'un yaklaşık iki yıl süren seyahati, onun fikri ve siyasi dönüşümünün baÅŸlangıç noktası sayılır. Kutub keskin bir Batı karşıtı olarak Amerika'dan dönmüştür. Bu fikirleriyle birlikte sosyalist ve milliyetçi Hür Subaylar komitesi ile irtibata geçti, 1952 darbesini destekledi, Cemal Abdünnâsır'ın yakın çevresinde bulundu. Kutub, eÅŸ zamanlı olarak Ä°hvân-ı Müslimîn ile de iliÅŸkiye geçti. Abdünnâsır ile Ä°hvân arasındaki sıkıntı ve ihtilafları gidermek için arabuluculuk yaptı, fakat baÅŸarılı olamadı. 1953 yılı itibarıyla safını belirleyip Ä°hvân'a katıldı, teÅŸkilatın basın-yayın ÅŸubesinde idarecilik yaptı. 1954'te Mısır devlet baÅŸkanı Abdünnâsır'a karşı baÅŸarısız suikast giriÅŸiminden sorumlu tutulan Ä°hvân yöneticileriyle birlikte tutuklandı ve on yıl kadar hapis yattı. Bu sürede meÅŸhur tefsiriFi Zılâli'l-Kur'ân'ı yazmaya baÅŸladı. 1964'teki tahliyesinden sonra kaleme aldığıYoldaki Ä°ÅŸaretler (Me'âlim fi't-tarik) adlı radikal Ä°slamcılığın rehber kitabı sayılan eserindeki fikirlerinden dolayı ve Ä°hvân'ı canlandırma faaliyetinde bulunduÄŸu suçlamasıyla 1965'te tekrar tutuklandı ve idam cezasına çarptırıldı. Ceza, Ä°slam dünyasından gelen yoÄŸun tepkiler hiçe sayılarak 1966 AÄŸustosunda infaz edildi. Naaşı bilinmeyen bir yere defnedildi.’[8]
Seyyid Kutub ve Seyyid Kutub nezdinde Mısır’ın hikâyesi, esasında genelde Ä°slam dünyasının ve özelde ise Türkiye’nin hikâyesidir. Özelde Türkiye’nin hikâyesidir, zira Mısır ve Türkiye’nin geçirmiÅŸ oldukları evrelerin birçoÄŸu neredeyse tıpatıp birbirinin aynısıdır.
Selam olsun Çağın Åžahidi ve Åžehidi Seyyid Kutub’a,
Selam olsun bütün ÅŸehidlere…
Henüz yorum yapılmamış.