Mehmet Âkif’ten hatıralar
Ölüm döşeğinde şöyle demişti: asıl bu üçüncüsüdür ki beni alıp tekrar engin kumların sûzan sinesine götürecek, Efendimizin Veda Haccı’dır. Bu öyle uzaktan hayal edilerek yazılacak şey değil. Yeniden o kumlara yalın ayak basabilmeliyim. Ruhumu yakan harareti vücudumda hissetmeliyim!..
Büyük ÅŸairimiz Mehmed Âkif Ersoy her yıl aralık ayının son haftasında -ölüm yıl dönemi olması dolayısıyla- hayırla yad ediliyor. ÇeÅŸitli kuruluÅŸlar onun hakkında anma ve hasret giderme programları düzenliyorlar. Bütün bu kültürel faaliyetler ise, milletimizin merhuma duyduÄŸu muhabbeti canlı tablolar halinde gözler önüne seriyor.
Ä°çinde bulunduÄŸumuz 2023 yılının Aralık ayı Ä°stiklal Marşı ÅŸairimizin vefatının 87., doÄŸumunun da 150. seneyi devriyesidir. Ve bu vesileyle o büyük insan bir kere daha Türk milletinin yine hayır dualarıyla yâd edilmiÅŸtir. Âkif, baÅŸta Ä°stiklal Marşı olmak üzere diÄŸer bütün eserleriyle büyük bir hizmette bulunduÄŸu için bu hatırlayış ilanihaye devam edecektir.
Bu girizgâhtan sonra belirtmek isterim ki, Kur’an ÅŸairi Mehmet Âkif, hakkında en çok araÅŸtırma yapılan, en fazla eser yazılan bahtiyar insanlardandır. Vefatından bu yana 87 yıl geçtiÄŸi halde onun hakkında hâlâ yeni keÅŸiflerde bulunuluyor. Bilinmeyen ÅŸiirleri, duyulmayan hatıraları, ulaşılamamış yazıları gün ışığına çıkıyor. Ä°tiraf edeyim ki, Âkif’imizin bu minval üzere kaleme aldığı ÅŸiirleri ve bir takım hatıra kırıntılarını okumaktan büyük bir zevk duyuyorum. Öyleyse birkaç örnek vereyim:
Geçen gün 15 Nisan 1959 tarihli “Tarih- CoÄŸrafya Dünyası” isimli derginin sayfalarını çevirirken böyle bir keÅŸifte bulundum. “Mehmet Âkif’in Bilinmeyen Åžiirleri” baÅŸlığıyla ve Åžeref Ergenekon imzasıyla yayımlanan yazıda Âkif’in büyük ÅŸairliÄŸinin yanı sıra aynı zamanda tam bir fikir adamı olduÄŸu da vurgulanıyor. Ayrıca o temiz ruhlu, heyecanlı ve son derece vatansever bir kimsedir. Bu memleketin taşına, toprağına kalbini baÄŸlamış içli bir ÅŸairdir. Yurt parçalarının her kopuÅŸunda, milletimizin kara günlerinde hiçbir ÅŸair onun kadar gözyaşı dökmemiÅŸtir.
1894’te daha yirmi bir yaşındayken Baytar Mektebi’ni birincilikle bitiren ÅŸairin bir süre sonra, Rumeli’de baytar müfettiÅŸi olarak görev yaptığı görülüyor. Osmanlılara baÄŸlı bir emaret olarak idare edilen Bulgaristan ve Balkanlar bu sırada için için kaynamaktadır. 1895’de Filibe’de çıkan Gayret gazetesine gönderdiÄŸi bir “Terkib-i bend ve gazeli” ÅŸairin hiçbir eserinde mevcut deÄŸildir. Gazeli, Gayret gazetesinin 31 Mart 1311 tarihli nüshasında ÅŸöyle bir baÅŸlıkla çıkmıştır:
“Edirne Baytar MüfettiÅŸi ÅŸair ve edib-i mahir izzetlû Hafız Mehmed Âkif Beyefendi tarafından ihda buyurulmuÅŸtur.”
Ser-i bâlini cânânda
Ä°sterse gönül dâÄŸ-ı tahassürle yansın
Rahat bırakın sevdiğimi uykuya kansın
Varsın uyusun. DeÄŸmeyin ol ÅŸîr-i ziyâna
Yok, çeÅŸm-i terimden yine kanlar mı boÅŸansın?
Bir nûr-i semâvî mütecelli iken Allah!
Ä°nsan ÅŸu güzel çehreyi bilmem ki, ne sansın
Ben mest-i harâbım ben levm eyleyen âdem
Giysûy-i periÅŸânıma baksın da utansın
Ey kalb! YetiÅŸmez mi kes artık darâbânın
Darken dahi sabrım gibi pâyâne dayansın
Ey merdüm-i didem! Uyu, sen Âkif’e bakma
Ä°sterse gönül dâÄŸ-ı tahassürle yansın
Âkif’in bu gazelini yazdığı sırada Osmanlı Devleti içten ve dıştan çöküntü halindeydi. Gazelinin başına koyduÄŸu “Cânânın başı ucunda”ki “cânân” ölüm halinde bulunan vatandı.
Vatanın hazin haline aÄŸlayan ÅŸairin aynı yılda ve aynı gazetede bir terkib-i bendi de ÅŸu baÅŸlıkla çıkmıştır: “Åžair-i nüzhetperver ve edib-i fetânetküster, izzetlû Hafız Mehmed Âkif Beyefendi tarafından ihda buyurulmuÅŸtur.”
Terkib-i bend dokuz beyitten ibarettir ve ÅŸöyle baÅŸlamaktadır:
Sâki getir ol câmı ki âyine-i cândır
SerÅŸâr-ı safa turub efzây-ı cenândır
Allah için olsun bana bir bâde yetiÅŸtir
Zira dil-i hasretzedenin hâli yamandır
Terkib-i bend şu mısralarla bitiyor:
Kurban olayım sâgârı gel, bir daha doldur
Candan geçecek, kâm alacak an, bu andır.
Ä°kinci “Bir hatıra” ise, Ocak 1962 tarihli “Ä°slâm’ın Ä°lk Emri Oku” mecmuasında Mustafa Uzunpostalcı imzasıyla neÅŸredildi. Uzunpostalcı, Tokat Ä°mam – Hatip Okulu’nda bizim de hocamız olduÄŸu için “Oku” dergisinde gördüÄŸüm bu hatırayı büyük bir zevkle okudum. Aynı zevki sizin de tatmanız için “Bir hatıra”yı aÅŸağıya alıyorum:
“Mehmet Âkif Bey merhum, Mısır dönüÅŸünde Hatay’a uÄŸramış ve dostu Andırınlı Ali Ä°lmi Bey’in yanında kalmış. Hatay’a hâkim bir tepede -ki bu tepe aynı zamanda Hatay’ın en güzel yeriymiÅŸ- beraberce vakit geçirmiÅŸler. O zamanlar Hatay hâlâ Fransızların elinde. Hatay’ın hükümet konağında Fransız bayrağı sallanıyor. Bu hal, tabii kalbi memleket ve millet için çarpan Âkif’in yüreÄŸini sızlatıyor ve aÄŸzından ÅŸu beyitler dökülüyor:
Virânelerin yascısı baykuÅŸlara döndüm
Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu
Gül devrini görseydim onun bülbül olurdum
Yâ Rab! Beni evvel getirseydin ne olurdu?
Aradan zaman geçiyor. Mehmet Âkif Bey vefat ediyor. Sonra Hatay bize,
biz Hatay’ımıza kavuÅŸuyoruz. Her yer gül, gülistan oluyor. Bu sefer de Ali Ä°lmi
Bey coÅŸarak Âkif Bey merhuma hitap
eden ÅŸu ÅŸiiri söylüyor:
Ey baÄŸrı yanık ÅŸâir-i Ä°slâm gel…
Gel baÄŸrına basmakçün açılmış sana her el
Dalma ebedi uykuya bir lâhza uyan da
Rûhundaki hicranları sil, gel de ÅŸu anda
Bak, baÅŸka bahar arzediyor ÅŸimdi tabiat
DolmuÅŸ gibi âfâkına fecr-i ezeliyet
Zulmet eridi her yer ışıklarla donandı
En gamlı gönüllerde ne sevdalar uyandı
Geldindi, fakat fasl-ı hazânıydı bu yurdun
SezmiÅŸtin onun çektiÄŸi âlâmı derinden
Âsi’ye (1) düÅŸen göz yaşının mevcelerinden
Derdinle geçen bahse hemen nokta komuÅŸtun
Şu şiiri bize acı bir sesle okumuştun:
‘Virânelerin yascısı baykuÅŸlara döndüm
Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu
Gül devrini görseydim onun bülbül olurdum
Yâ Rab! Beni evvel getireydin ne olurdu?’
Haklıydın evet! GülÅŸeni küldü bu diyârın
SönmüÅŸtü o ÅŸen neÅŸeleri eski bahârın
Tan yerlerine yaslı bulutlar sürünürdü
Her gün batıda kanlı alevler görünürdü
Gökler, doÄŸacak aylara hasretle bakardı
Aysız gecenin kalbine yıldızlar akardı.
Ä°ÅŸte o hazan bir kara hülyâ gibi geçti
Yıllar bile en korkulu rüyâ gibi geçti
Görmek bugünü sence de en mutlu dilekti
Dursandı ne var? BeklediÄŸin gün gelecekti
Gittin, bizi öksüz gibi âvâre bıraktın
Kalsaydın Hatay marşını da sen yazacaktın
Gül devri onun geldi fakat bülbülü nerde?
Yâdın gibi unmaz yaralar kaldı ciÄŸerde.
Bu hatırayı hocam Neyzen Halil Can Bey anlatmıştı. O da, Ankara’da bir mecliste Ali Ä°lmi Bey’le otururlarken bizzat aÄŸzından dinlemiÅŸ ve imzasını almış. Hâlâ kendileri saklamaktadırlar. Bir yerde neÅŸredilip neÅŸredilmediÄŸini bilmiyorum. Yalnız çok hoÅŸuma gittiÄŸi için, baÅŸkalarının da okumasını arzu ederek nakletmeyi uygun buldum.”
Âkif, ölümü dolayısıyla sadece Hatay Marşı’nı mı yazamadı. O, Ä°stanbul’un fethini, Ä°stanbul’un fethine yol açan Alparslan ve Malazgirt zaferini ve tabii ki Veda Haccı’nı kaleme alamamanın hasretiyle fani dünyayı terketti. Ölüm döÅŸeÄŸinde ÅŸöyle demiÅŸti: asıl bu üçüncüsüdür ki beni alıp tekrar engin kumların sûzan sinesine götürecek, Efendimizin Veda Haccı’dır. Bu öyle uzaktan hayal edilerek yazılacak ÅŸey deÄŸil. Yeniden o kumlara yalın ayak basabilmeliyim. Ruhumu yakan harareti vücudumda hissetmeliyim!..
Yazımızı ruhun ÅŸâd, mekânın cennet, makamın âli olsun, duasıyla bitirelim!
Âsi nehri
Müellif: Dursun Gürlek / Kaynak: YeniÅŸafak Gazetesi
Henüz yorum yapılmamış.