Makale
Cemaat KulluÄŸu
Adam Yerine Konulan,
Adam Yerine KonulduÄŸu Yerin Kölesi midir?
GiriÅŸ:
Hemen her anlam yüklemesinde hakaretamiz bir betimlemenin de eÅŸlik etmiÅŸ olduÄŸu ve iradesiz yığınlara iÅŸaret etmek için kullanılan “sürü” ve “sürü psikolojisi” kavramsallaÅŸtırması, kullanıcıları açısından kendi farklılıklarının izharı için adeta bir “kısa yol tuÅŸu” vazifesi görmektedir. Biri ya da birilerinin, birilerini sürü olarak tarif etmesi; kendisini ya da kendilerini, tarif etmiÅŸ olduÄŸu/oldukları insan kümelerinin sosyal ve siyasal davranışlarından en azından düÅŸünsel boyutta farklı olduÄŸunu ilk elden açıklamaya yöneliktir. Bu farklılık gösterisinin yalınlığı ve kestirmeci bir mahiyet taşımasının art alanında devasa bir niyet ve bu niyet üzerinden inÅŸa edilmiÅŸ beklentiler yumağı barınmaktadır. Bu niyet ve beklenti; künhüne varılmış doÄŸrular üzerinde insanları kurtuluÅŸa götürecek olan gerçekliÄŸin inÅŸası için gerekli olan yeni bir sürü dinamizmi talebidir esasında. Birilerini herhangi bir sürü içinde olmakla suçlayanın bilinçaltında akıp giden; “bunlar niye bizim sürüde deÄŸil?” hayıflanmasının izharı olarak okunabilir.
Ä°nsanoÄŸlunun genel toplumsal duruÅŸlarını sürü olarak tarif etmek mümkün müdür? Bu soruya verilecek cevapların tarihselliÄŸi kanaatimce fazlaca gerilerde deÄŸildir. Özgürlük fikrinin yalın tutsaklık fikrinin bir aksi sedasından farklı olarak siyasal bir olgu olarak ortaya konulması, modernizmi mümkün kılan düÅŸünsel bir faaliyetin ürünüdür ve bu baÄŸlamdaki özgürlük kavramsallaÅŸtırması ait olduÄŸu ekonomi politikten bağımsız deÄŸildir. Bu ekonomi politik, burjuvanın dünyayı deÄŸiÅŸtirici gücünü aldığı ekonomi anlayışıydı ve burjuva bu gücü ile birlikte yürürlükte olan siyasal gücün karşısına ve bu güce raÄŸmen bir kamusal alan vücuda getirebilmiÅŸti. Burjuva kamusallığının üzerine oturduÄŸu özgürlük kavramı, bütün yapıp etmeleri kontrol eden, engelleyen, eleÅŸtiren, bütün anlatılardan, büyük ve örgütlü güçlerden kurtuluÅŸ anlamına gelmekteydi. Burjuvanın kendisi için istemiÅŸ olduÄŸu özgürlük, süreç içerisinde giderek genel bir hal almıştır. Burjuvazinin esas baÅŸarısı, çok katmanlı insanı indirgeyerek salt “politik insanı” üretebilmiÅŸ olmasıdır. Özgürlük kavramsallaÅŸtırmasının hem öznesi hem de nesnesi iÅŸte bu politik insandır.
Her toplumsallık ÅŸu veya bu ÅŸekilde belirli bir makul olana yaslanmak zorundadır. Ä°ktidarın meÅŸruiyeti, makuliyetleri temsil, koruma ve idame ettirme noktasındaki becerisi ile orantılıdır. DeÄŸiÅŸim, makul olanın da deÄŸiÅŸimidir. Ä°ktidarların süreç içerisinde deÄŸiÅŸimleri algılama noktasındaki sorunlu davranışları; karmaşık iktidar örüntülerinin, makul olana olumlu ya da olumsuz yaklaşımlarından ziyade, deÄŸiÅŸimin mümkün kıldığı zeminde oluÅŸan ve kendilerine yönelmiÅŸ bir iktidar iradesi ile karşı karşıya kalmış olmalarındandır. Ä°ktidarların el deÄŸiÅŸtirmesindeki çetin mücadeleler ve bu mücadelelerdeki tarafgirlik, ne iktidardakilerin haklılığı ya da haksızlığı ne de yeninin yükselttiÄŸi söylemin haklılığı ya da haksızlığıdır; asıl olan iktidar olma durumudur. Ä°ktidar olmanın meÅŸrulaÅŸtırıcı söylemlerinin neye tekabül ettiÄŸi makuliyetler baÄŸlamında önem kazanmaktadır.
Ä°ktidar olmanın meÅŸrulaÅŸtırıcı söyleminin baÅŸarısı, hitap etmiÅŸ olduÄŸu toplumsallığın hissetmiÅŸ olduÄŸu doyum ile doÄŸru orantılıdır. Doyum ya da doyum umudu toplumsallığı harekete geçiren bir olgudur. Toplumsallığın genel duruÅŸunun “nasıllığı”, toplumsal hiyerarÅŸi içerisindeki katmanların doyumu ile alakalıdır ve iktidar aygıtı bu doyumu bir ÅŸekilde saÄŸlamaktadır. Doyum her zaman için ekonomik karakterli bir duruma iÅŸaret etmez. Yaygın istila, savaÅŸ ve kaos durumlarında (ki oldukça sık yaÅŸanmaktadır) toplumsal hiyerarÅŸiyi belirleyen iktidar aygıtının oluÅŸturulmuÅŸ olduÄŸu vasıtalar, hayatta kalmayı mümkün kılabiliyorsa bu en üst doyum olarak temayüz eder. Baskıcı iktidar yapılanmalarında ise hayata kasteden, bizatihi iktidarın kendisidir. Bu aÅŸamada toplumsallık, kendisine uygulanan basınç altında nefes alabilmeyi saÄŸlayabilecek mikro alanlar ihdas etmeye yönelir ve bu ihdas etmiÅŸ olduÄŸu alanları iktidara eklemlemeye çalışır. Bu eklemleme süreci baÅŸarısız olur ise toplumsal muhalefet baÅŸ gösterir.
Sürecin baÅŸarısızlığı aynı zamanda mevcut iktidar örüntülerinin de makuliyetini kaybetme sürecidir. Toplumsal muhalefetin kendisine bir zemin bulması, iktidara yürümesi ve nihayetinde iktidar olması; iktidara eklemlenemeyen mikro alanlardan yükselen itirazları, belirli bir makuliyet potasında toplayarak toplumsal bir eleÅŸtiri olarak sunabilme becerisidir. Muhalefet sürecinde itiraz ve talepleri kendi makuliyetler potasında toplayan irade, iktidar olma iradesini, itiraz ve taleplerin arkasına titizlikle saklar. Rönesans ve Aydınlanma, düÅŸünsel boyutta baÅŸlayan bir toplumsal eleÅŸtiri demetleri olarak sunulmasına raÄŸmen bu sunumun ardına saklanan, yeni bir ekonomi zihniyeti temsil eden “yeni insan” tipidir ve bu insan tipi, yapıp etmeleri önünde herhangi bir engel tanımamaktadır.
Özgürlük kavramının modern bir kavramsallaÅŸtırmaya tekabül ettiÄŸine deÄŸinmiÅŸtim. Bu kavrama ruhunu veren ise; burjuvanın “her ÅŸeyden azade olma” iradesini ardına sakladığı kavramsallaÅŸtırmalardır. Ä°ÅŸte bu kavramsallaÅŸtırmaların en önemlisi özgürlük kavramıdır. Çözümlemesini yapacağımız “cemaat kulluÄŸu/köleliÄŸi” iddiasının dolaysız olarak aksi sedası olarak ileri sürülen özgürlük talebi hangi zeminde ele alınmalıdır? Daha kapsayıcı bir ifade ile genelde Ä°slam dünyasında ve özelde Türkiye’de bir cemaat kulluÄŸu/köleliÄŸi gerçeÄŸi ve bu gerçekten hareketle böyle bir sorunu var mıdır? Tarihsel, sosyolojik ve sosyal psikolojik açılardan bakıldığında bir cemaat kulluÄŸu/köleliÄŸi gerçeÄŸi bulunmamaktadır.
YaÅŸanılan çağın genel geçer iliÅŸkiler biçimi göz önüne alındığında, cemaatlere baÄŸlılık derecelerinin serimlediÄŸi görüntü, eleÅŸtiriye açık bir hale gelmektedir. Aslında eleÅŸtirilmesi ve çözümlenmesi gereken; cemaat baÄŸlılığının serimlediÄŸi bu görüntü deÄŸil, bu görüntünün oluÅŸmasına neden olan tarihsel süreç ve faktörlerdir. Makale, Türkiye baÄŸlamında bu iddianın çözümlemesini amaçlamaktadır.
Cemaatten Cemiyete GeçilmiÅŸ midir?
Batı öznelinde inÅŸa edilmiÅŸ bulunan ulus-devlet tipi siyasal örgütlenme, bireyin biyolojik varlığına yüklenilmiÅŸ bulunan siyasal anlamlandırmalar ile mümkün olmuÅŸtur. Bireyi ihata eden “yurttaÅŸ” vasıflandırması, bireyin birincil iliÅŸkilerini belirleme noktasında oldukça önemli merkez kaymasına neden olmuÅŸtur. SiyasallaÅŸtırılmış bireyin kendisini ifade edebileceÄŸi iliÅŸkiler ağı, siyasal olmayandan siyasal olana kaydıkça bireyin merkeze aldığı deÄŸerler bütününün de kayması, deÄŸiÅŸime uÄŸraması ve yenisi ile deÄŸiÅŸtirilmesi dolaysızdır.
DeÄŸerler bütünü, bireyin kendisi ile birlikte toplumsallığını tanımladığı kodlamalardır. Bu kodlamalar, siyasal olanın oluÅŸturmuÅŸ olduÄŸu üst bir anlatının baskısı ile deÄŸiÅŸime uÄŸrar, eski kodlamalar terkedilerek yeni deÄŸerler bütünü içinde yeni sosyal kodlamalar geliÅŸtirilir. Bu kodlamaların üst bir anlatı içinde gerçekleÅŸmesi ya da üst bir anlatının yeni kodlamalar inÅŸası etmesi, modern devletin biçimlendirdiÄŸi “siyasal kiÅŸilik” olgusunu gündeme getirir. Kendisini mensup saymış olduÄŸu ulusu ile birlikte belirli bir doyumu yaÅŸamak ve/veya istikbale matuf doyum umutlarını sürekli taze tutmak ancak birey- toplum- devlet üçlüsünün siyasal bir düzenek kurduÄŸu iddiasının bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu iddianın billurlaÅŸtığı zemin ise iliÅŸkilerin ete ve kemiÄŸe büründüÄŸü sosyal hayattır. Birincil iliÅŸkiler ağı, sosyal hayatın niceliÄŸini ve niteliÄŸini göstermesi baÄŸlamında ÅŸifre anahtarları sunarlar.
Bir arada olmanın gerekliliÄŸi üzerine kurulu “cemaat” örgütlenmeleri, sıkı ve yatay iliÅŸkiler bütününü betimlerler. Siyasala ait pek az ÅŸeyin barındığı cemaat örgütlenmelerinde bireyin kendisini güvende hissetmesi en üst doyum olarak öne çıkar. Bireyin kendisini güvende hissetmesinin temel nedeni, cemaat normlarının üstünde ya da cemaat normlarına raÄŸmen yapıp etmelerinin sınırlı olması ile yakından alakalıdır. Cemaatlerin birincil iliÅŸkilere olan bu hâkimiyeti, cemaat yapılanmalarında bireyselliÄŸin baskılandığı iddiasını gündeme getirmektedir. Bu baÄŸlamda modernizmin özgürlük iddiasının politik kiÅŸi üzerinden çalışması, cemaat örgütlenmelerini geleneksel bir çaÄŸrışım eÅŸliÄŸinde betimlenmesine neden olmuÅŸtur.
Modernizmin kurumsal çıktıları gelenek ile olan göbek bağını radikal bir biçimde kesmiÅŸtir. Modernizmin çoÄŸu zaman tasfiye edilmesi gereken yapılar olarak baktığı geleneksel yapılar, modernizmi mümkün kılan politik kiÅŸiliklerin kötü bir anı olarak hatırlamak istemedikleri bir mücadele devresini tanımlamaktadır. Esasında, gelenek denilen ÅŸeyi, bugünden bakılarak geçmiÅŸe yüklenilen anlamlandırmalar bütünü olarak tanımlanırsa; gelenek, bir zaman dilimine ve bu zaman dilimine ait anlamlandırmalar bütünü olmaktan ziyade, bugünkü anlamlandırmalar bütününün geçmiÅŸin daha çok ideolojik saiklerle yargılanması olarak güncellenmesinden ibaret olduÄŸu görülür. Tabiri caiz ise; modernizm, dinamizmini borçlu olduÄŸu krizli zatiyetinin ortaya çıkardığı çatışma ve çeliÅŸkiler demeti, kendi geleneÄŸini icat etmektedir.
Ticaretin hareketlenmesi ile ÅŸehirlerin önem kazanması ve kalabalıklaÅŸması, özellikle sanayi devriminin çok farklı bir toplumsallık meydana getirmesi, akıp giden zamanın çalışma hayatına göre ayarlanması (boÅŸ ve dolu zaman, tatiller, zamana karşı verilmiÅŸ bir savaşın ödülü olarak emeklilik vb.) bireyin birincil iliÅŸkilerini derinden etkilemiÅŸtir. Ekonomik faaliyetlerin ve modern devletin tecelli ettiÄŸi bürokrasinin bütün bir hayata egemen olması, endüstriyel iliÅŸkilerin örgütlü yapısı, ulus-devlet metafiziÄŸinin üst bir doyum ve doyum umudu inÅŸa etmesi, bireyin birincil iliÅŸkilerindeki insan merkezli sosyal doyum ihtiyacını ve bu sosyal doyumu saÄŸlayacak zemini yok etmiÅŸtir. Genel ve uzmanlaÅŸmış hukuk, yargı, içi ve dış güvenlik bürokrasisi, bireyin kendisini güvende hissetmesi için cemaatlerin sunduÄŸu birincil iliÅŸkilere artık bel baÄŸlamasını anlamsızlaÅŸtırmıştır. Bu ortam içinde iliÅŸkiler, yüzeysel ve toplumsal roller kapsamında deruhte edilmektedir. Fakat kökleri oldukça derinlerde olan “aidiyet” duygusunu doyuma ulaÅŸtıracak vasıtalar bu duygu yok sayıldığından ihmal edilmiÅŸtir. Modernizmin yok saydığı aidiyet duygusu, politik insan için düÅŸünülmesi imkânsız bir olguydu ve bu olgu geçmiÅŸte katledilmiÅŸti.
Politik insanın kimliÄŸi; kendisi ile eylediklerinin bir tezahürü olmalıydı. Bu tezahür; sürekli geliÅŸmeci ve doÄŸrusal (lineer) bir çizgi üzerine oturtulmuÅŸ tarihselliÄŸin öznesi konumundaki bireyin, sürekli ileriye matuf eylemleri sonuçlarının ve tasavvurlarının artık geriye döndürülemez olduÄŸu iddiasıdır. Bu iddianın yaslandığı kabul, insanın artık geçmiÅŸe ait bir nesne olmayıp, özgür iradesinin cisimleÅŸtiÄŸi yapıp etmelerinin meÅŸruiyetini sürekli olarak saÄŸlayacağı politik açıklamaları ve açılımları yapabilen “yeni insan” öznelliÄŸidir.
1960’lı yıllarda aidiyet duygusu üzerinden geliÅŸtirilen düÅŸünsel eleÅŸtiri dalgası, 1968 öÄŸrenci ayaklanmaları ile elle tutulur sosyal hareketlenmelere dönüÅŸtü. TarihselliÄŸin öznesi olarak takdim edilen özgür birey iddiasının salt bir iddiadan öteye geçmediÄŸi, ulus-devlet ve sınıfsal çeliÅŸkilerin cenderesinde bireyin eritilmiÅŸ olduÄŸu ilan edildi. Müesses devletin ve sınıfsal örgütlenmelerin kendi mecralarında bireyi baskılayan, denetleyen ve tarif eden “nesneleÅŸtirici” politikleri adeta ifÅŸa edildi. Bireyin tercihler demetinde aidiyet temelli bir tercihinin bulunmayışının fark edilmesi, gevÅŸek, yüzeysel iliÅŸkiler baÄŸlamında ve toplumsal roller çerçevesinde deruhte edilen cemiyet yaÅŸamının krizli bir zemin üzerinde inÅŸa edilmiÅŸ olduÄŸunun fark edilmesini saÄŸladı.
Aidiyet duygusu; öznenin, kendisi gibi olanlarla birlikte varlığının farkına varabilmesi, aÅŸina bir mekânda, devredilmiÅŸ ortak anlamlandırmalar bütünlüÄŸü dâhilinde varlığını ve varlığının gerekliliÄŸini hissetmesi ve bu hissediÅŸ ile birlikte içkin bir doyumu yaÅŸaması olarak tarif edilebilir. Bu tanımlamadaki “kendisi gibi olanlarla birlikte” ifadesi; benzer yaÅŸam koÅŸullarına sahip benzerlerin topluluÄŸu kastedilmemektedir. Aksine, farklılıkların bir arada, varlıklarının gerekliliÄŸini anlamlandırdıkları bir bütünü ifade etmektedir.
Öznenin varlığının gerekliliÄŸi, kendisi ile kaim bir gereklilik dışına çıkarıldığı bir politik düzlemde, özneye yüklenilen anlamlandırmalar artık bütünü temsil etmekten uzaklaşır. EmeÄŸi temsil eden köle ile mülkiyeti temsil eden toprağın sahibi efendi arasındaki iliÅŸki, topraÄŸa bağımlı bir iliÅŸki gibi görülse de esas iliÅŸki, köle ile efendi arasındaki dolaysız iliÅŸkidir. Bu iliÅŸki, eÅŸitsizler arasında yapılan bir sözleÅŸme olmasına raÄŸmen yine de iki ayrı özneden bahsedilebilir. Fakat toprağın özne, tarafların nesne haline getirildiÄŸi bir ekonomi politikte belirleyicilik, artık toprağın neler verebileceÄŸi hususunda merkezileÅŸmektedir. Mülkiyetin sahibi efendi, toprağının neler verebileceÄŸi merkezinde konumlandırılır. Efendinin ÅŸehir lokalindeki yeri, toprağının neler vermiÅŸ olduÄŸu ile belirlenir. Birincil iliÅŸkiler; toprağın neler verebileceÄŸi hususunda merkezileÅŸtikçe, gerçek kiÅŸi toprak olup çıkar. Köle ise emek sözleÅŸmesini artık tüzel kiÅŸilerle yapmak durumundadır. Kölenin iÅŸletme isimleri ile yapmış olduÄŸu emek sözleÅŸmesi, esasında tüzel kiÅŸileÅŸtirilmiÅŸ örgütlerin standartlaÅŸtırarak özneleÅŸtirilmiÅŸ üretim araç ve üretim organizasyonları ile yapmış olduÄŸu bir sözleÅŸmedir. Köle toprakta deÄŸer üreten bir özne deÄŸil, toprağın neler verebileceÄŸi hususuna merkezileÅŸtirilmiÅŸ bir ekonomi politiÄŸin nesnesi durumundadır. Bu merkezde mesleki tanımlama, köleyi efendisinden, efendiyi kölesinden ayırmış, iliÅŸkilerini organizasyonlar dâhilinde tüzel bir hale getirmiÅŸtir.
Çok iyi bir mühendis, mesleki ehliyeti ile deÄŸerlidir ve ona izafe edilen bu “çok iyi”lik vasfı, özel denilen yaÅŸantısını kapsamamaktadır. Bu çok iyi mühendisten beklenilen, iÅŸletmeye standarttın üzerinde katkı yapmaya devam etmesidir. Bu çok iyi mühendisin mesai saatleri dışında nasıl rezil birisi olduÄŸu kimseyi ilgilendirmemektedir. Bireyin birden fazla kimlik taşıması cemiyet için bir anlamı yoktur. Toplumsal roller baÄŸlamında çalışan cemiyet, iÅŸte bu çifte standart dâhilinde krizli zatiyetini ÅŸehir lokallerindeki yerler kavgası ile toplumsalı yok edici bir dinamizme oturtmaktadır. Fakat özne olduÄŸunu ancak kendisi gibi özneler ile kavrayan insan, kendisini kendisi olduÄŸu için kabullenecek, çatışacak, uyuÅŸacak zeminler aramak durumundadır. Eksik olan bir ÅŸeyler vardır. Takım tutma, hobiler edinme vb. mesleki tanımlamalarının dışına çıkıp kendisini ifade etmeye çalışmaktadır. Bu arayış, cemiyet hayatının zemininde daha çok sığınılacak toplumsal cepler ve çeperler oluÅŸturur. Cemiyete temel eleÅŸtiri iÅŸte bu cep ve çeperlerden doÄŸarlar. Bu cep ve çeperler cemaatlerdir ve cemaat örgütlenmesinin yatay ve dolaysızlığı dâhilinde cemiyete göre özgür olmayan bir görünüm arz ederler.
Cemiyet, arizi bir duruma karşılık gelmektedir. Ä°bn Haldun’un asabiyetin yok olarak toplumsal çürüme olarak betimlediÄŸi süreç, cemaatin cemiyete dönüÅŸümü sürecidir ve toplumsal yaÅŸam olarak olumlanan bir uÄŸrak olmaktan ziyade, olumsuz bir aÅŸamaya iÅŸaret eder. Cemaatten cemiyete geçilmiÅŸ midir? Dünyayı mutlak olarak görenler için geçilmiÅŸ olması gerekiyor. Dünyayı arizi olarak görenler için ise, tarihsel devri daim dâhilinde, cemiyet de arizi bir duruma karşılık gelmektedir.
Türkiye’de Cemaat Olgusu; Milletsiz Devletin Parçalı Kamusalı
Türkiye’nin dününe ve dününün güçlü bir izdüÅŸümü olan bugününe ait sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik durumunu çözümlemeye, anlamaya, soru ve sorunlara cevap bulmaya ve çözüm üretmeye çalışan her bir faaliyet, neticede Batı öznelinde geliÅŸen ve Batı tarafından hükümran bir dile çevrilmiÅŸ bulunan modernizmin çıktılarını öncelemek daha doÄŸru bir ifade ile onu merkeze almak durumdadır. Türkiye toplumunun tarihselliÄŸi ve hitap etmiÅŸ bulunduÄŸu hinterlandı, merkeze alınmak durumunda bulunan modernizmin çıktıları ile daima “zorunlu bir iliÅŸki” içerisinde bulunmuÅŸtur. Bu zorunlu iliÅŸkinin temelinde, siyasal ve toplumsal boyutta “var olma ve var kalma” endiÅŸesi bulunmaktadır. Batı karşısında önce savunma sonra da savrulma durumunda kalan Türkiye toplumsallığı, artık siyasallaÅŸtırılmış bulunan Batı toplumsallığı karşısında eÅŸit olmayan bir iliÅŸki biçimine düçar olmuÅŸtur.
Bu durumdan çıkış yollarının neler olduÄŸuna dair çözümler üretme mercii ise siyasallığı tekelleÅŸtirmiÅŸ bulunan devletti ve toplumsal dinamizmin motoru, devlet katında üretilen çözümler demetiydi. ModernleÅŸmeyi, devletin var olma ve var kalma amacının bir aracı olarak gören devlet aklı, süreç içerisinde bu aracı, toplumsal deÄŸiÅŸimi saÄŸlayacak bir amaç haline çevirmiÅŸtir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devletinin emperyal iddialarından vaz geçilerek siyasal olarak bir ulus-devlet halinde örgütlenmesidir. Ulus-devletin dayanmak zorunda olduÄŸu sınıf, burjuva sınıfıdır. Bir burjuva sınıfına sahip olmayan Türkiye, bu sınıf açığını devlet katında üretme yolunu seçmiÅŸtir. Türkiye Cumhuriyeti devlet kadroları bir taraftan hakim sınıfını inÅŸa ederken diÄŸer taraftan Batı toplumsallığını model alarak tarihselliÄŸinden kopratarak izole etmiÅŸ olduÄŸu toplumsallığı yeniden yapılandırmaya çalışmıştır. Ä°hdas edilen hakim sınıfın denetiminde oluÅŸturulan kamusallık ve kamusal alanlar, geleneksel sayılan yapılara ve bu sınıfın dışındakilerine sıkı sıkıya kapatılmıştır. Kamusal alanlarda boy gösterebilmenin yolu bu sınıfa dâhil olmaktan geçiyordu.
Devlet katında, devlet ile tümleÅŸik ve devletten transfer edilen sermaye ile oluÅŸturulan “besleme burjuvazi”, ekonomik çıkar temelli iliÅŸkide bulunduÄŸu örüntüleri ile birlikte “millet” denilen ana kütleden uzak durmuÅŸtur. Bu uzak duruÅŸun siyasallığı; devletin sahipliliÄŸi üzerinden deruhte edilen tekelci bir zihniyetin yönetsel iddialarıdır. Bu yönetsel iddia içerisinde ana aktör olarak millet bulunmuyordu. Cumhuriyet kadrolarının radikal Batıcı yönelimleri, içkin ve öze ait bir yönelim deÄŸildi. Siyaseti tekelleÅŸtirmek için bu yönelimi bir tür meÅŸruiyet aracı gibi kullanıyorlardı. Bu meÅŸruiyet aracı ile millet denilen ve kamusal alanda boy gösterilmesine izin verilmeyen unsurlar üzerinde yönetsel iddianın “sorunsuz” ve “etkin” devamı saÄŸlanmıştır.
Uzun bir yüzyıl süren savrulmanın neden ve sonuçlarının açıklaması üzerine oturtulan bu meÅŸruiyet aracı, milletin neden kamusal alanlardan uzak tutulduÄŸunun da bir açıklaması mesabesindeydi. Millet genel ahvali anlamaktan acizdi ve genel ahvali hakkıyla anlayan sadece devlet aklı idi. Artık sığınılan bu vatan parçasının bölünmemesi ve kaybedilmemesi gerekiyordu; bunun için de etkin tedbirleri alan “yeni devletti”. Her ÅŸeyiyle yeni bir devlet; tarihi, sosyolojisi, psikolojisi ve istikbale ait tasavvurları ile yeni bir devlet. Bu yeni devletin yeni bir milleti olmalıydı. Bu yeni milleti “yaratacak” kudret de yeni devletin elindeydi. Yeni bir millet meydana getirmek için eskiyi hafızasında diri olarak tutan eski millet, kamusal alanlardan uzak tutulmalıydı. Yeni devlet için eski millet adam yerine konulmayacak bireylerden müteÅŸekkildi.
Küçük iller ve kasabalar cemaat örgütlenmesinin bütün unsurlarını canlı olarak yaÅŸayan sosyolojik gerçekliklerdi. Yeni devletin öngördüÄŸü modernleÅŸmeci yönelim, bu sosyolojiye karşı aÅŸağılayıcı bir tutum takınmıştı. ModernleÅŸmenin ancak bu ruha uygun ekonomi politiÄŸin oluÅŸturduÄŸu kurumsallaÅŸmanın sonuçları baÄŸlamında olabileceÄŸi ortada iken devlet bürokrasisi ve ekonomik çıkar temelli eÅŸraf örüntüleri, mevcut toplumsalı modernleÅŸme baÄŸlamında eleÅŸtirmiÅŸ ve aÅŸağılamışlardır. Mevcut toplumsallık, bu eleÅŸtiriye karşılık pasif olmak zorunda olan direniÅŸler göstermiÅŸlerdir zira toplum kanun zoru ile deÄŸiÅŸime mecbur edilmiÅŸlerdi ve ceza bu icbarın tabii bir sonucu olarak milletsiz devletin etkili bir sopası olarak kullanılıyordu. Kamusal alanlarda adam yerine konulmayanlar kendileri ile kaim kamusal alanları içerisine çekildiler. Kapalı devre çalışmak zorunda olan parçalı kamusallık, bireyi, içerisi ve dışarısı olarak ikiye böldü. Dışarısının özgürlük iddiası, bireyi kendisi olmaktan çıkartıp vaz edilmiÅŸ kabuller üzerinden bir nesneye dönüÅŸtürüyor, içerisi ise yukarıda izaha çalışılan aidiyet üzerinden bir doyumu mümkün kılmasına raÄŸmen sosyal akışkanlığa bir tür engel teÅŸkil ediyordu.
Sosyal akışkanlık büyümüÅŸ ÅŸehirlere “iç göç” ile zorunlu bir hale gelince cemaat örgütlenmesi de büyümüÅŸ ÅŸehirlere taşındı. Cemaat örgütlenmesinin ÅŸehirlere taşınması ilk ve öncelikli olarak coÄŸrafi birlikteliklerin bir kümelenmesi olarak tezahür etti. Åžehir tarafından yutulmamak adına bir arada durmanın sosyal psikolojisi ile belirli bir dayanışma ihdas edildi. Bu dayanışma ihtiyacı, devletin bir türlü görmediÄŸi milletin ayakta kalma mücadelesinin bir tezahürüydü. Devlet iç göçü yönetememiÅŸtir. Devlet aygıtı, iç göç ile ortaya çıkan devasa sorunların nedenlerini yine millete yüklemeye çalışmış, göçmek zorunda kalan yığınları suçlamaktan geri durmamıştır.
Göçlerle oluÅŸan toplumsallık süreç içerisinde belirli bir ekonomik örüntüler oluÅŸturdu. Göçle gelen unsurlar arasında sermaye birikimine yönelmiÅŸ olanlar, iÅŸ yapmanın salt sermaye birikimi ile mümkün olmadığının farkına vardılar. Ä°ÅŸ yapmak siyasal örüntülere dayanıyordu. Hâkim unsurların tekel oluÅŸturduÄŸu alanlara etkin bir giriÅŸ ancak siyasal örüntülerden geçiyordu. Aynı durum, eÄŸitim ile belirli bir niteliÄŸe kavuÅŸmuÅŸ bulunan vasıflı iÅŸgücü için de geçerliydi. Dolaysıyla ÅŸehirlere taşınan cemaat yapısı hızla siyasallaÅŸtı. Kendisini ifade edebilmenin yolu cemaat içinde kalmaktan geçiyordu.
Bireyin kendisini sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel açılarından ifade edebilmesinin bu zemini, ÅŸehrin verdiÄŸi geniÅŸ özgürlük iddiasına tezat teÅŸkil etmektedir. Bu zıtlığa raÄŸmen gerçeklik, hâkim gücün yok saydığı ve yok saymakta da ısrar ettiÄŸi milletin, var olma ve var kalma mücadelesidir. Bu mücadelenin baskın mantığı, bireyin bireysel özgürlüklerinin neler olduÄŸunu dair tasavvurlarını ve bu özgürlüklerle kendi toplumsallığına eleÅŸtirel bir göz ile bakabilme yetisini, farklı mecralara yönlendirmektedir.
Özgürlük kavramı, bireyin kendisini özgür hissetmesinden ziyade, yaÅŸadığı zemininin bireyin özgür olup olmadığına daha doÄŸrusu özgürlüklerini kullanma ehliyetine sahip olup olmadığına yani “ adam yerine” konulup konulmadığı ile anlam kazanır. Cemaatlerin yönelimlerini ifade eden anlatılarına ve bu anlatılarının çıktıları olan eylemlerine yüksek derecede sadakat gösteren mensuplarının duruÅŸları, eleÅŸtirel bir mekanizmaya sahip bulunmamaları, yalın bir özgürlük kavramsallaÅŸtırmasının kıstasları baÄŸlamında açıklanamaz.
Sonuç Yerine
Bugüne ait özgürlük kavramı, burjuvanın özgürlük iddiasının hâkim unsurlarını barındırmaktadır. Bu özgürlük iddiası, burjuvanın öngördüÄŸü ekonomi politiÄŸinden bağımsız deÄŸildir. Burjuva kamusu ve kamusal alan tasavvuru bireyi özne olarak görmesine raÄŸmen ekonomi politik, süreç içerisinde bireyi eritmiÅŸ, özneden nesne durumuna çevirmiÅŸtir. Bu erime ve nesneleÅŸmede bireyin kendisinin farkına varmasını saÄŸlayan aidiyet duygusunun yok edilmesi etkili olmuÅŸtur.
Cemaatten cemiyete geçilmiÅŸ olduÄŸu iddiası, modernizme ait olumlu bir geliÅŸim sürecini ifade etmekte olup, cemaat örgütlenmelerinin tasfiye edilmesi gerekli geleneksel yapılar olduÄŸunu betimlemektedir. Modernizme dinamizmini kazandıran krizli zatiyeti, cemiyet denilen toplumsallığa da krizli bir mahiyet kazandırmaktadır. Bu krizli zatiyet, toplumsallıkları yok edici bir sona sürüklemektedir.
Türkiye’nin Cumhuriyet ile deneyimlediÄŸi ulus-devlet tipi siyasal örgütlenmesinde ulusu, devlet eliyle oluÅŸturulan hâkim bir unsur temsil etmektedir. Bu temsiliyette millet denilen geniÅŸ unsurlar yok sayılmıştır. Millet var olma ve var kalma mücadelesini bu hâkim unsura karşı verirken cemaat örgütlenmesi içerisinde kalmış, kendisini, dolaysız olarak da özgürlük anlayışını bu zemin dâhilinde ifade etmiÅŸtir.
Arif Arcan
Ä°stanbul, 30.06.2013
Henüz yorum yapılmamış.