Makale
Bir Ak Parti EleÅŸtirisi-II
Not: Yazının önceki bölümünü okumak isterseniz (Bir Ak Parti eleÅŸtirisi-1) buraya tıklayınız.
3- Türk Siyasal Kültüründe Ä°ktidara Odaklılık:
Aristokrat bir sınıfı olmayan Osmanlı Devletinde, yeniçerilerden sadrazama kadar olan tüm askeri ve bürokratik hiyerarÅŸi kapıkuluydu. ‘Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu, miras yoluyla geçen bir bürokrasi ve feodal beyler tarafından deÄŸil de merkezden denetlenen bir ordu kurmakta baÅŸarı göstermiÅŸti.’ Bir devlete derinliÄŸini veren yönetsel hiyerarÅŸik katmanlarının ‘hükmü ÅŸahıslığı’ padiÅŸah nezdinde tek elde toplanınca ‘mutlakiyetçiliÄŸin’ sınırları en alttan en üste kadar bütün yönetsel katmanları sarıp sarmalıyordu.
PadiÅŸahı ile var olan, meÅŸruluÄŸunu padiÅŸahından alan ‘nihayetinde hukuksuz’ kapıkulunun özlük hakları, padiÅŸahın inayetine veya padiÅŸahın hışmına göre belirleniyordu. Bu durum padiÅŸaha yani devlete yakın olmayı sürekli gerekli kılıyordu. Kapıkulu velinimeti padiÅŸahı ile birlikte devleti (mülkü) sahiplenmek zorundaydı. Bu zorunluluk, kapıkulu mantığı içinde çevreden kopuk bir grup kimliÄŸi ve bu kimlikten hareketle bir grup dinamiÄŸinin oluÅŸmasına neden olmuÅŸtur. Bu gurup kimliÄŸi ve grup dinamizmi çeliÅŸki ve çatışmaları ile birlikte siyaseti merkezileÅŸtirmiÅŸtir.
Osmanlı bürokrasisinin siyaseti merkez içinde bırakma çabalarını göz önünde bulundurarak yapılacak tahlilin varacağı nokta; Devletin (mülkün) sahipliliÄŸi olgusu olacaktır. Ä°ktidar odaklı siyaset ve bu siyasetin oluÅŸturduÄŸu çeliÅŸki ve çatışmalar devletin sahipliliÄŸi etrafında dönüp durmaktadır. Merkezin sürekli ÅŸekillendirmeye çalıştığı ‘kamusal alan’ bu sahiplilik olgusunun meÅŸrulaÅŸtırıldığı örüntüler ile doludur.
Türkiye Cumhuriyetini kuran kadroların tam bağımsızlık söylemi, toplumun geçmiÅŸini de içine alan çepeçevre kuÅŸatılmışlık vurgusu ile oluÅŸturulan düÅŸman algısı bu sahipliliÄŸin kamusal alanda meÅŸrulaÅŸtırma faaliyetlerine verilebilecek önemli örnektir.
DiÄŸer önemli bir örnek ise yakın siyasi tarihimize damgasını vuran Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti Tecrübesidir.
Ä°ttihat ve Terakki tecrübesi esasında siyasi zihnimizin bir haritası mesabesindedir. Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti taÅŸrada kurulmuÅŸ bir siyasi organizasyondu. Amacı devletin sahipliliÄŸini eline geçirmekti. MeÅŸrulaÅŸtırıcı söylemi ise devleti kurtarmaktı. Devleti kurtarma faaliyetlerini padiÅŸahtan bağımsız, hukuk ve bu hukuk çerçevesinde oluÅŸturulmuÅŸ dinamik müesseseler marifetiyle yerine getirecekti. Bütün bu söylemlerine raÄŸmen iktidarı boyunca tüm hukuksuzlukları göstermekten geri durmadı.
TaÅŸra kaynaklı bir örgüttü ve yönetsel kadroları alt ve orta bürokrasiden, sivil alandan müteÅŸekkildi. Ama merkezi siyaset açısından bir tecrübeleri yoktu. Devletin sahipliliÄŸi zihniyeti yönünde psikolojik olarak bu durumu sürekli bir meÅŸruluk sorununu olarak yaÅŸadılar. Ä°ttihat ve Terakki Cemiyetini temsil eden üst yönetim, çok kısa bir zaman zarfında tüm devlet ve bürokrasi teamüllerini altüst ederek en üst bürokratik unvanlar ile kendilerini donattılar.
Ä°ttihat ve terakki Cemiyetinin sembol ismi Enver paÅŸa genç ve tecrübesizliÄŸini saraya damat olma ile gidermeye çalıştı. Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti siyasi tarihimizde çevrenin merkeze yürümesine gösterilecek en ilginç örneklerden birisidir. Fakat iktidar odaklı siyasi zihin, merkeze yürümüÅŸ olan bu çevre unsurlarının yeni bir merkez oluÅŸturmasına neden olmuÅŸtur. Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti kudretine raÄŸmen dâhil olduÄŸu merkezin kadim devlet aygıtının gölgesini sürekli üzerinde hissetmiÅŸtir.
Kısaca iktidar odaklı siyaset; yukarıda izaha çalışılan merkezin çevreye olan bakış açısının kemikleÅŸmesi, çevrenin de bu bakış açısından doÄŸan çeliÅŸki ve çatışmalarının üretmiÅŸ olduÄŸu siyasetinin eylem ve söylemlerinde, kendi içinde bir merkez meydana getirerek bu bakış açısının yönetsel bir gereklilik olduÄŸunu içselleÅŸtirmesidir.
Bu zihin canlıdır ve sürekli siyasete yön vermektedir. Çevrenin siyasetindeki iktidar odaklılık, yüksek bir aidiyet duygusu ile oluÅŸabilecek bir kitleselliÄŸi mümkün kılamamaktadır. Çevrenin ancak ana kırılmalar ile dışsal olarak elde etmiÅŸ olduÄŸu kazanımları korumak ve kollamak haricinde bir siyasi duruÅŸu oluÅŸamamıştır. Kısaca iktidara odaklı siyasi zihin, çevreden koparttıklarını merkezileÅŸtirmektedir.
TÜRKÄ°YE SÄ°YASETÄ°NDE DEVLET ALGISI ve BU ALGININ KAYNAKLARI
1- Ä°lahi Kaynaklı Yönetme Hakkı ve Siyasal Yetkinlik:
Öznesi insan olan her ÅŸeyde yaÅŸanan çatışma hali, toplumsal olarak yaÅŸamak zorunda olan insan için belirli kurallar dâhilinde sınırlanması gereken bir hal olarak siyasetin konusunu oluÅŸturmaktadır. Siyasetin öznesi insan olduÄŸu kadar nesnesi de insandır; eylemleri sınırlayan da insandır, eylemleri sınırlanan da insan. Ä°nsan eylemlerini sınırlayan kurallar düzeneÄŸinde, özne-nesne iliÅŸkisi baÄŸlamında çeliÅŸik ve çatışık insan öznesinin üstünde aÅŸkın bir varlığın kaynaklık ettiÄŸi var sayılan din olgusu, tarih boyunca bu kurallar manzumesinde öne çıkan, kapsayıcı, içkin ve aÅŸkınsal kurallar bütünü olagelmiÅŸtir.
Dinlerin bu özelliÄŸi, kiÅŸiye, aÅŸkınsal bir varlığa yönelik duyulan imanı ile yaÅŸadığı dünyaya ait bir bakış açısı kazandırmaktadır. Bu bakış açısı, kiÅŸinin bir inanç sistemi dâhilinde “nelerin yapılacağı, nelerin yapılamayacağı” yönünde hem kendisini hem de yaÅŸadığı toplumu sınırlama iradesi içerir. Hem bireysel hem de toplumsal bir irade taşıyan dinsel sınırlamalar, yöneten ve yönetilen açısından yani siyasala ait yaÅŸamı da derinden etkiler. Bu etkileÅŸim iki taraflıdır. Ä°ktidar örüntüleri bu olguya hâkim olmak isterler. Bu hakimiyet iradesi, inanç sistemini temsiliyet ve koruma noktasında bir iddia olarak ortaya çıkar. Ä°ktidar örüntüleri bu iddiası neticesinde, inanç sistemini, taşıdığını iddia ettiÄŸi “doÄŸruları” dâhilinde kurumsallaÅŸtırır.
Ä°slam siyasal düÅŸüncesi, bir tarafta dine yapmış olduÄŸu güçlü atfı, diÄŸer bir tarafta ise, dünyevî olmak zorunda olan siyaseti içinde barındırmaktadır. Ä°slâm’ın özellikle ortodoks yorumu, onu ilahi bir yasa olarak yorumlayarak hukukî bir sistematiÄŸe oturtur. Esasında bu durum, yorumsal bir çıkarsamanın ötesinde, Kur’an’ın muhkem (açık/tartışmasız hüküm) diye nitelendiÄŸi Ä°slâm’ın deÄŸiÅŸmez kaideleridir. Bir hukuk düzeneÄŸinin yürürlüÄŸü için muhtaç olduÄŸu “otorite” baÄŸlamında hukuksal yoruma, siyasal yorum da eÅŸlik etmektedir.
2- KiÅŸisellik; SeçilmiÅŸ Yöneticinin Metafizik Siyasallığı ve Bu Siyasallığa EÅŸlik Eden Metafizik Art Alanı:
Vahiy, insanı, “eÅŸref-i mahlûk” ve “yeryüzünün halifesi” olarak betimlemiÅŸtir. Ä°slam tasavvuf düÅŸüncesinin ÅŸekillendirdiÄŸi insan-ı kâmil fikri, Allah’ın mükemmelliÄŸinin insanda tecelli etmesine dayanır. Yetkin insan prototipi teması etrafında geliÅŸen bu geleneÄŸin Ä°slam siyasal düÅŸüncesine yansıması iki yönlü olmuÅŸtur. Birincisi; insan olma vasfı paydasında merkezileÅŸtirilen ahlâkî örüntüler taşıması, dolaysıyla insanî olanı korumaya yönelik refleksleri barındırması nedeniyle yönetilenlerin, yöneten katında haklarını savunacak, bir tür temsiliyet görevini yerine getirecek eleÅŸtirel bir gelenek oluÅŸmuÅŸtur. Ä°kincisi; Bir yöneticinin “yetkin insan” olarak yüceltilmesidir. Genelde dinsel, özelde ise Ä°slam teokrasisinin temelini teÅŸkil eden bu anlayışta; yetkin insanın iktidarı, tanrısal bir tecellidir. DirliÄŸi ve düzeni saÄŸlayacak, Tanrı’nın düzenini yeryüzünde hâkim kılacak, yeri geldiÄŸinde Tanrı’nın kahredici eli, yeri geldiÄŸin de ise Tanrı’nın ÅŸefkatli eli olacaktır. DoÄŸu siyasal felsefesinde iktidar, Tanrı tarafından bahÅŸedilir. Ä°ktidarın “nasip” olduÄŸu kiÅŸi, Tanrı tarafından seçilmiÅŸtir ve bu seçilmiÅŸlik durumu bizatihi o kiÅŸiyi yetkin kiÅŸi yapar.
Ä°ran devlet geleneÄŸini temsil eden ve Büyük Selçuklu Devletinin ÅŸöhretli veziri Nizamülmülk, Selçuklu sultanı MelikÅŸah’a yazdığı Siyasetnâme’sine ÅŸöyle baÅŸlar: ‘Allah her asır ve zamanda halkın içinden birini seçerek onu padiÅŸahlık sanatlarıyla övülmüÅŸ ve süslenmiÅŸ kılar. Dünyanın iÅŸlerinden ve kulların huzurundan onu sorumlu kılar, fesat, karışıklık ve fitneyi ortadan kaldırır. Onun haÅŸmet ve heybetini insanların gönüllerinde ve gözlerinde geniÅŸletince, ondan emin olarak devletinin devamını isterler.’
Bununla beraber seçilmiÅŸ iktidar sahibi yalnız deÄŸildir; onu denetleyecek, yeri geldiÄŸinde ona doÄŸru yolu gösterecek, nasihatlerde bulunacak, iktidar görevinin ağırlığında ona destek olacak, hikmet sahibi bir “mürÅŸid” sürekli olarak arka planda mevcuttur. Farabi’de hikmet sahibi bu mürÅŸid, bilgi sahibi bir filozof olarak karşımıza çıkar. Arka planda mevcut olan ister hikmet sahibi bir mürÅŸid, ister ise bilgi sahibi bir filozof olsun, iktidar aygıtına yönelik temel bir eleÅŸtiriyi de yerine getirir. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey ile Åžeyh Edebali’nin iliÅŸkisi, böyle okunması mümkün olan bir iliÅŸkidir. Osman Bey ve Åžeyh Edebali’ye nispet edilen Osmanlı Devleti siyasal varlığını, aÅŸkınsal bir boyutta meÅŸrulaÅŸtıran “çınar rüyası”, Osmanlı Devlet geleneÄŸinde yerleÅŸmiÅŸ hikmetli rüyalar zincirinin ilk halkasıdır. Hikmetli rüyaların siyasala iÅŸaret etmiÅŸ olduÄŸu ana fikir; metafizik meÅŸruluktur.
Tasavvuf ekollerinin oluÅŸturduÄŸu tekke ve zaviyelerin ÅŸehirleÅŸmeye, dirlik ve düzenin oluÅŸumuna etkileri büyük olmuÅŸtur. Tarikatların devlet aygıtı ile süreklilik arz eden dikey ya da yatay bir organik iliÅŸkileri söz konusu olmamasına raÄŸmen, sosyal ve ekonomik hayatın düzenlenmesinde devlet politikalarının oluÅŸumuna etkili destek vermiÅŸlerdir.
Özellikle Anadolu’nun iskân edilmesinde, sosyal ve ekonomik hayatın teÅŸekkülünde tekke ve zaviyelerin rolü kilit önemdedir. Hemen her Anadolu ÅŸehrinin hürmet ettiÄŸi bir veya birden fazla “ulu bir kiÅŸiye” sahip olması bunun göstergesidir. ‘Gerek Anadolu Selçukluları, gerekse Osmanlı kentlerinin sıradan halk dışında deÄŸiÅŸmez unsurları, imam ve hatipler, müezzinler, hem hukuki, hem dinî kimlikleri olan müftüler ve kadı ve müderrisler, Peygamber soyundan gelen seyyitler ve ÅŸerifler ve nihayet, çağın çok yaygın bir kurumu olan sufi tarikatlarının mensubu olan ÅŸeyhler ve derviÅŸlerdi.’
SavaÅŸlarda muharip bir güç olarak ön plana çıkan bahadırların sahip oldukları fetih ve gaza ideolojilerinin alt yapısında tasavvufun önemli bir etkisi vardır. ‘Sınır boylarındaki fetih hareketlerinde gazilerle birliktelikleri esnasında onların çoÄŸunu kendi müritleri arasına kattıklarına hem Osmanlı kronikleri, hem arÅŸiv belgeleri ÅŸahitlik ediyor. Ömer Lutfi Barkan’ın bu konudaki “Kolonizatör Türk DerviÅŸleri” isimli, klasikleÅŸmiÅŸ ünlü makalesine kaynaklık eden bu belgeler onların Osmanlı topraklarının hemem hemen her yerinde olduklarını gösteriyor.’
3- Osmanlı Devletinin Yönetim Anlayışı:
Osmanlı Devletinin yönetim anlayışını ÅŸekillendiren iki ana kaynaktan söz edilebilir: Ä°slam öncesi Türk yönetim geleneÄŸi ve onun biçimlendirdiÄŸi “örfi hukuk, Ä°slam dinin kabulü ile birlikte Türk yönetim geleneÄŸine ve örfi hukuka katılan Ä°slam siyasal düÅŸünce birikimi ve “ÅŸer’i hukuk.” Hukukun dolaysız olarak iÅŸaret etmiÅŸ olduÄŸu “adalet” kavramı, Osmanlı Devletinin yönetim anlayışının belkemiÄŸini oluÅŸturmuÅŸtur. DeÄŸer üreten tebaanın adalet ile yönetilmesi, dirlik ve düzenin saÄŸlanması ve devamı için temel ÅŸart olarak görülmüÅŸtür. Tebaanın vasıtasız kadıya yani adalet dağıtan adli ve idari makama ulaÅŸması hatta padiÅŸaha dilekçe sunabilme ayrıcalığı, Osmanlı Devletinde adalet kavramının etkinliÄŸi göstermektedir.
Osmanlı Devletinin idari taksimatı bu anlayış üzerine kurulmuÅŸtur. Osmanlı Devletinin idari taksimatının temelini teÅŸkil eden “kaza”; kadının bulunduÄŸu yer anlamına gelmektedir. Bir kazaya baÄŸlanacak köyler, tebaanın kadıya en hızlı ulaşılabileceÄŸi bir ÅŸekilde belirlenmiÅŸtir. Ölçü; kazanın en uzak köyünde meskun birisinin, sabah namazından hemen sonra yola düÅŸüp, kazaya ulaşıp, kadı ile iÅŸini görüp tekrar köyüne, akÅŸam namazında yetiÅŸebilecek bir ÅŸekilde belirlenmiÅŸtir.
Osmanlı Devlet anlayışı Platoncu bir mahiyet taşımaktadır. Bu anlayışa göre her bir tebaanın meÅŸgul olması gereken bir meÅŸgalesi olmalıdır ve bu meÅŸgalesi haricinde baÅŸka bir iÅŸle ilgilenmemesi gerekmektedir. Adalet, herÅŸeyi yerli yerinde görmek isteyen bir yönetim anlayışının toplumsal düzeni, daha anlaşılır bir ifade ile devleti koruyup gözetecek bir mahiyet taşımaktadır. “Adaletin buradaki temel iÅŸlevi, varolan siyasal ve toplumsal yapının devamlılığını saÄŸlaması, dolaysız olarak statükonun korunmasıdır.
Nizam-ı Âlem, Osmanlı Devletinin varlık nedenini ve meÅŸruiyetini belirleyen önemli bir kavramdır. Devlet ebed-müddet kavramına içkin olan bu felsefenin ana omurgasını devletin devamlılığı ilkesi oluÅŸturmaktadır. Nizam-ı Âlem, bozkır uluslarının evrensel devlet anlayışının Ä°slami bir surete girmiÅŸ ÅŸekli olarak da görülebilir; “iyiliÄŸi emredip kötülükten alıkoymak.” ‘Nizam-ı Âlem felsefesi aracılığıyla "devletin devamlılığı" sorununa da çözüm bulunmuÅŸ olacaktır. Nizam-ı Âlem, evrensel ve belirli bir zamanla kaim olmayan bir düzeni ifade etmektedir. Devlet, Nizam-ı Âlem esaslarını uygulamaya geçirdiÄŸi ölçüde ve sürede meÅŸru olacaktır ve bu bakımdan Nizam-ı Âlem, devletin varlık koÅŸulunu teÅŸkil etmektedir. Bu açıdan Nizam-t Âlem Osmanlı'nın sahip olduÄŸu emperyal vizyonun en sarih ifadelerinden birisidir. Devlet, kendi ideolojisinin evrensel olduÄŸunu düÅŸünmekte ve bu ideoloji doÄŸrultusunda tüm dünyaya "adalet" ve "iyilik" getirmeyi yükümlülük olarak görmektedir. Bu durum, Ä°mparatorluÄŸun kendisine yönelik özgüvenini de yansıtmaktadır. Osmanlı, adeta kendi yönetim anlayışının herkes için iyi ve yararlı olduÄŸunu; herkesin de bundan yararlanmasının saÄŸlanmasının devlete düÅŸen bir ödev olduÄŸunu kabul eder.’
Ä°slamcılık ideolojisinde nizam-ı âlem kavramı, iyiliÄŸi emreden kötülükten alıkoyan hükümferma bir devletin fonksiyonuna karşılık gelmektedir. Ä°slam Âlemi bu nitelikteki bir devletin yokluÄŸu nedeniyle zelildir. Ä°slamcı siyasetçilerin baÅŸ söylemlerinden biri güçlü bir devleti oluÅŸturma yönünde irade ve ehliyete sahip olma iddiasıdır.
Dipnotlar:
Åžerif, Mardin, (Türkiye’de Toplum ve Siyaset) s. 38-39.
Nizamülmülk, Siyasetnâme (Siyeru’l-mülûk), (Çev: Nurettin Bayburtlugil) Dergah Yayınları, Ä°stanbul, 2009, s. 25.
Ocak, Ahmet YaÅŸar, OrtaçaÄŸlar Anadolu’sunda Ä°slam’ın Ayak Ä°zleri- Selçuklu Dönemi, Kitapyayınevi, Ä°stanbul, 2011, s. 157.
Ocak, a.g.e., s. 78.
BeriÅŸ, a.g.m., s. 265.
Henüz yorum yapılmamış.