Makale
Tarih kimlerin işine yarıyor?
Millet olarak temel talebimiz; siyaset yapma imkanlarını genişletmek, siyaset yapma vasıtalarını çeşitlendirmek yönünde olmalıdır. Zira Türkiye'de iktidara odaklı siyaset yapma biçimi, siyaset yapma imkanlarını daraltmakta ve siyaset yapma vasıtalarını kısırlaştırmaktadır.
Tarihimizde ‘neler oldu bitti’ sorusuna alabileceÄŸimiz cevaplar ilmî olmaktan çok siyasidir. Bu siyasilik durumu salt yakın tarihimiz ile sınırlı deÄŸil. Uzak tarihimiz de güncel siyasi tutumlarımızdan fazlası ile nasibini almaktadır.
Sürekli ulus-devlet inÅŸa faaliyetleri içerisinde bulunan Türkiye’de tarihin tarafsız bir alan olarak kalması elbette beklenemez. Modern devletin baskın siyasal örgütlenme modeli olan ulus-devletler, kurucu iradelerinin uzanabildiÄŸi kadar bir geniÅŸlik üzerinden anlamını bulmakta, toplumsal mutabakat ile vücuda getirilen siyasallık, aynı zamanda mevcut mutabakat çerçevesinde kendince tutarlı bir tarih bilincini de inÅŸa etmektedir.
Türkiye’deki ‘milletsiz devlet’ anlayışının bir tezahürü olan devlet merkezli tepeden inmeci ulus-devlet inÅŸası çabaları, esasında rakip siyasal tarafların, devlet erkini elegeçirme ya da devlet erkini elde tutma kavgalarının meÅŸrulaÅŸtırıcı süreçlerini ifade etmektedir. Modernite ile zorunlu bir iliÅŸki içerisine girmiÅŸ bulunan Osmanlı Türkiye’sinde II. Mahmut ile baÅŸlatabileceÄŸimiz ‘modern devletin icadı’, devleti ete kemiÄŸe büründüren bürokratik aygıtı önplana çıkarmış, süreç içerisinde bürokratik aygıt kendisini bir iktidar aygıtı gibi görmeye baÅŸlamıştır. Kısaca bürokratik aygıt siyasallaÅŸmıştır. Bu baÄŸlamda temel siyasal çeliÅŸki ve çatışmalar mülkün sahibi hanedanlık ile merkezi bürokratik aygıt içinde yaÅŸanmıştır. Modern devletin icadına iÅŸtirak ve eÅŸlik etmesi zorunlu siyasal bir kavrama karşılık gelen millet, bu dar siyasallık çerçevesinde bir türlü inÅŸa edilememiÅŸtir.
Hem moderinite ile zorunlu bir ilişki içerisine giren Osmanlı Türkiyesinde hem de Cumhuriyet Türkiyesinde ulus inşası çaba ve eleştirilerinin kesintisiz olarak devam ediyor olması; siyaseti mahrem bir alan olarak gören, çevreden beslenerek merkeze yürümüş olsa bile nihayetinde siyaseti merkezde bırakmaya çalışan siyasal aktörlerin, millet kavramına kendi siyasal varlıklarını meşrulaştırmaya yarar bir araçsallık anlamı yüklemelerinden kaynaklanmaktadır.
Ulus inÅŸasında siyasal elitin temel kaygısını; ‘öncelikle mevcut siyasal statükoyu bozabilecek alttan yukarı doÄŸru bir hareketlenmenin tutarlı bir siyasal içerik kazanmasını önlemek, sonrasında ise sıkıştırmış oldukları siyasetin dar kalıpları çerçevesinde önemli bir yekun tutan eÅŸitlerine yani sistem içerisindeki açık ya da kapalı rakiplerine karşı daima teyakkuz halinde bulunmak’ ÅŸekilde özetlemek, aynı zamanda ‘milletsiz devlet’ anlayışının da kısa bir açıklaması mesabesinde olacaktır.
Merkezi siyasetin ulus inÅŸa çabalarındaki siyasallığın dar bir çerçevede varlık ve meÅŸruluk kaygısı dahilinde deruhte ediliyor olması, her bir siyasal kadro deÄŸiÅŸikliÄŸinde siyaset dışı kalan kesimleri adeta katmanlaÅŸtırmış, nihayetinde bölünmüş bir toplumsallık meydana getirmiÅŸtir. Türkiye’de siyaset, bölünmüş toplumsallıklar üzerinden yapılmaktadır. Türkiye’deki siyasetin bu özelliÄŸi tarihinde neler yaÅŸandığına dair her türden bakışı, ‘Kahramanlar/Kurtarcılar, Hainler/Satılmışlar’ parantezine almayı adeta haklılaÅŸtırmıştır. Bu haklılaÅŸtırmanın bir millet olarak birlikte yaÅŸamayı ketleyici bir mahiyetinin olduÄŸunu izah etmek bile gereksizdir.
Birlikte yaşamanın ne olduğuna dair tarihsel birikimlerimizi, tarihe ait olanları, siyasal anlamlar yükü altında taammüden öldürdüğümüzden beri tarih, bu yönüyle zaten bir anlam ifade etmiyor. Tarihe her bir bakış; bugünümüze ait kavgalarımıza bir meşruiyet kılıfı bulmak, nefretimize bir haklılık kazandırmak için inşa edilmeye çalışılan kaygan bir zeminden başka neyi ifade etmektedir?
II. Abdülhamid, Lozan, Enver PaÅŸa, Cumhuriyetin KuruluÅŸ Sureci, Atatürk vb. gibi muhataralı alanlarda yapılan tartışmalar, siyasal anlam yükleri nedeniyle tartışmaların taraflarını ve taraftarlarını tarih karşısında trajikomik derecesinde zor durumlara sokmaktadır. Tarihe ‘Kahramanlar /Kurtarcılar, Hainler /Satılmışlar’ parantezinden bakış, güncelde siyasal doyumumuza ÅŸimdilik bir katkı saÄŸlıyor gibi görülse de, ileride yaÅŸanabilecek deÄŸiÅŸimler ve geliÅŸmeler nedeniyle söylem deÄŸiÅŸikliklerinin bir tür travmaya neden olabileceÄŸi unutulmamalıdır. Bugün hain dediÄŸimize yarın kahraman, bugün kahraman dediÄŸimize yarın hain demek durumunda kalmak, bu travmanın yaÅŸatabileceÄŸi boyutları göstermesi bakımından yeterlidir sanırım.
Siyasetin daima bir adım önünde olmuÅŸ ama ses verebileceÄŸi vasıtalarının kısıtlı olması nedeniyle ferasetini izhar etme noktasında sesi gür çıkmayan ‘Millet’ olarak önümüze bakmak gibi bir yükümlülüğümüz var. Siyasal varlık ve meÅŸruluk kaygılarının hareket geçirdiÄŸi dar bir siyasallığın marifetiyle kendi kendimize tarihsel çıtalar koyarak tarihin ilerisine doÄŸru yapabileceÄŸimiz anlamlı sıçramalarımızı psikolojik olarak sınırlandıran bir anlayışı kıyasıya eleÅŸtirmek, tarihi olayları kendi gerçeklikleri baÄŸlamında analiz yapabilme yetisine sahip olabilmek, kanaatimce ulaÅŸabileceÄŸimiz en üst tarih ÅŸuuru olacaktır. GeçmiÅŸimizden kahraman ve hainler icad ederek, kendimizi onlar ile birlikte yaÅŸamaya mahkum etmek toplumsal ÅŸizofreniden baÅŸkaca bir ÅŸeye karşılık gelmemektedir.
Millet olarak temel talebimiz; siyaset yapma imkanlarını geniÅŸletmek, siyaset yapma vasıtalarını çeÅŸitlendirmek yönünde olmalıdır. Zira Türkiye’de iktidara odaklı siyaset yapma biçimi, siyaset yapma imkanlarını daraltmakta ve siyaset yapma vasıtlarını kısırlaÅŸtırmaktadır.
Not: Bu yazı ilk defa 7 Ekim 2016 tarihinde, Düşünce Mektebi'nde yayınlanmıştır.
Henüz yorum yapılmamış.