Makale
Dedem Aliya
Ä°lk gençlik yıllarımda uzun bir süre sık sık hep aynı düÅŸü görürdüm.
Daha çocuÄŸum güya. Karlı bir ÅŸafakta uzaktan bir atlı bana yaklaşıyor. Atının burun deliklerinden çıkan buharın perdelediÄŸi birisi. Geçip gitmiyor, yanımda duruyor. Kına kırmızısı bir ÅŸal ile yüzünü örtmüÅŸ, gülümsediÄŸi gözlerinden belli. Kaptığı gibi beni alıyor atına. Güvenin kendisine has bir kokusu var. Başımı gömdüÄŸüm baÄŸrında güvenin kokusu, sanki baharlı bir akÅŸamüstü gibi. Gözlerimi kapatıyorum. Rahvan atın karları ezerken çıkardığı kütürtü ve güvenin kokusu. Yüzünü bir türlü göremiyorum ama gözleri ile bana gülümsediÄŸini ve bastığı baÄŸrı ile beni sevdiÄŸini biliyorum.
Sık sık bu düÅŸü görüyordum ve her defasında yüzünü göremediÄŸim bu birisinin dedem olduÄŸuna yoruyordum. Ne annemin babasını ne de babamın babasını görebilmiÅŸtim. Bu birisinin dedem olacak bir yaÅŸta olduÄŸunu nerden çıkartıyordum? Güvenin kokusu olduÄŸu gibi ihtiyarlığın da bir kokusu var. Güvenin kokusu nasıl baharlı bir akÅŸamüstü gibi ise ihtiyarlığın kokusu da olgunlaÅŸmış, oturmuÅŸ, olmuÅŸ bir yaz sonu güz başının ikindisi gibidir. Kadim bir varoluÅŸ beni baÄŸrına basıyor düÅŸlerimde.
Bu düÅŸten uyandığım sabahlarda aÄŸzımda, tarçınlı akide ÅŸekeri tadı olurdu hep. Bütün bir gün halamın anlattığı Hızır hikâyeleri de zihnimde yankılanırdı nedense. Mesela; tipiye yakalanmış bir civanmert, karlara batmış ama çıkamamış atına sarılmış ısınmaÄŸa çalışıyor. Donmak üzeredir. Birden güleç bir ihtiyar peydah oluyor. Civanmert, bu ihtiyarın sıcacık evinde izzet ve ikram ile sabaha saÄŸ salim çıkıyor, tipi dinmiÅŸtir, yola revan oluyor, bir süre sonra ardına bakmak geliyor aklına, ne ihtiyar vardır ne de dumanı tüten ihtiyarın evi, uçsuz bucaksız, lekesiz bir beyazlıktan baÅŸka hiçbir ÅŸey yok.
Ya da; kızak kaymış bir kar tümseÄŸine saplanmıştır. AteÅŸler içindeki bebesine sarılmış bir gelin, sönmüÅŸ meÅŸaleleri aç kurtlara doÄŸru sallayan umutsuz akraba ve köylülerini dehÅŸetle izliyor. Birden bir ıslık sesi iÅŸitiliyor. Kurtlar bu ıslık sesine kulak kabartıyorlar. Kızak etrafında hırlayarak dönüp durmayı bırakıyorlar. Aç kurtlar kalmak ile gitmek arasında kararsızlar. Gittikçe ÅŸiddetlenen ıslık ile birlikte kurtlar inleme sesleri çıkararak tepelere doÄŸru koÅŸar adım uzaklaşıyorlar.
Yahut bir günah gecesinin hitamında evinin kapısına yığılıp kalmış sarhoÅŸ bir genci aÄŸabeyleri hırpalamak üzeredir. Ä°htiyar dedeleri onları durdurur. Dedesi genci baÄŸrına basar gözlerinden öper. Merhametin kokusu genci sarıp sarmalar. Kadim merhamet, günah ile donmuÅŸ, kaskatı kesilmiÅŸ genci aklayıp paklar. Merhametin kokusu; ceberut ayazın dondurduÄŸu çamaşırların, sıcacık bir odada çözülürken bıraktığı temizlik kokusu gibidir ve hep ‘tevbeye’ çağırır.
Yıllar sonra Aliya Ä°zzetbegoviç’in fotoÄŸrafını ilk gördüÄŸümde aÄŸzımda tarçınlı bir akide ÅŸekeri vardı. Beni atına alan dedemdi bu. Bosna çetin bir kış yaşıyordu. Tipiden göz gözü görmüyor, aç kurtlar derelerden tepelerden akın akın çullanıyordu donmak üzere olan Bosnalıların üzerine. Dedem Aliya’nın ‘Selamun Aleyküm’ diyerek selamladığı civanmert mücahitleri, bir günah gecesinin hitamında kapısı önüne yığılıp kalmış torunlarıydı. Aliya onları baÄŸrına basmış gözlerinden öpmüÅŸtür. Merhametin kokusu onları sarıp sarmalamış, aklamış paklamış, çorak Avrupa’nın ortasında kadim varoluÅŸun hafızasını sarsılmaz bir umut, dolup taÅŸan bir iman ile taşıyan üç beÅŸ fidan, yıllar sonra artık ormana durmuÅŸtur.
Aç kurtlar, ‘Selamun Aleyküm’ü, ‘esenlik ve selameti’ kendilerini korkutan ve yıldıran bir ‘ıslık’ sesi olarak algılayacaklardır hep. Buram buram güven ve merhamet kokan dedem Aliya, mekânın cennet, Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
Aleyküm Selam!
bahar
Nisan 20, 2021 Salı 20:38
muhtesem bir yazı