Makale
Dün demeyen İslamcı, Bugün demeyen gelenekçi
İslamcılık Cumhuriyetle birlikte Müslümanların siyasi ve toplumsal iddialarının kendine kürsü, platform ve ortam bulmuş hali iken geldiği nokta itibarı ile iddiası dilden gönle intikal etmemiş, gittikçe yok olan bir hevesi yansıtmaktadır.
Uzun bir cümle kurduğumun farkındayım. Uzun cümle kurmak tipik İslamcı söyleminin kalemle kurduğu ilişkinin adıdır aynı zamanda. Türkiye’de İslamcı damarı besleyen her zaman muhalif cereyanlar olmuştur.
Ziyadesiyle okuma, gerektiğince düşünme, icabında ayağa kalkma hep mağdur ve muhalif zamanların duyarlı insan tavrıdır.
Temsil ettiği düşünce ve dünya görüşü iktidar olduğu zaman iktidarsızlığın yerini ‘iddiasızlık’ almıştır.
Herkesin kendi imkânlarına göre iktidar olduğu ya da iktidardan pay aldığı süreçlerden geçiyoruz.
Ne Asr-ı Saadet ülküsü ne yeniden ihya ve inşa hareketi kimseyi heyecanlandırmıyor artık. Neredeyse nevzuhur bir İslamcı prototipi oluştu bile. Bu tipleri uzaktan görseniz şu özelliklerinden tanırsınız:
Her şeyden bir parça malumat sahibi olmak, ama her şeyi biliyormuş görüntüsü vermek.
Dünya ile bir sıkıntısı olmadığını giydiği kıyafetten olduğu sakal tıraşına kadar ele veren.
Teorinin konforlu salıncağından inerek pratik hayatın yokuşlarını çıkmayı göze alamayan bir aldırışsızlık.
Şiir, şair, edebiyat, sanat gibi kelimelerden vebadan kaçar gibi kaçmak. Üstesinden gelemedikleri konuların cahili olduklarını itiraf edecek cesaretleri olmadığı için tenezzülsüz davranıyormuş havalarına girmek.
İslam’ın inanç ve ahlak temeline dayalı ibadetle şekillenen bir şahsiyet kurma biçimi olduğunu hesaba katmamak.
Geleneği dikkatten kaçırdıkları için söyledikleri ve yaptıklarıyla yıllardır bir İslamcı gelenek oluşturamamak.
Türkiye’de İslamcı çıkmazının dayandığı noktalar ile gelenekçi geçinen insanların dayandıkları noktalar birbirine çok yakındır.
Gelenekçiler gerçek geleneğin Asr-ı Saadete dayandığını, Hz. Adem’le birlikte tebliğ edilen “Tevhid” anlayışına istinat ettiğini göz ardı ederler. Geleneği yarım asır öncesinden başlatıp, babalarına ve dedelerine dayandırırlar.
Gelenekçiler kafa konforuna çok düşkün oldukları için her yeni olana şüpheyle yaklaşır, bir türlü mevcut yeni durumlara adapte olamazlar.
Gelenekçi geçmişten gelene ek yapmaz, geçmiştekini olduğu gibi kes, kopyala, yapıştır yapar. Bu yüzden beynini sıcak sudan soğuk suya sokmaz.
İslamcının geçmişten gelen, İslam’ın kültürel birikimlerine koyduğu rezerv ne ise gelenekçinin yeni durumlara, asrın idrakine koyduğu rezerv de odur.
Mezhep çatışmaları, cemaat tartışmaları ve tarikat atışmaları hep bu iki bakış açısı etrafında şekillenmektedir.
Eski bir yoruma yeni bir açılım getirmeye kalktığınızda en kestirme yoldan cezalandırılırsınız, bir kelime daha konuşursanız kâfirsinizdir.
Siz hâlâ Daeş, Boko Haram, El-Kaide vb. nereden beslenip de böyle dünyaya şizofren bir din anlayışı yaymaya çalışıyorlar diye düşünedurun; özden, hakikatten ve kaynaklardan kopuk din anlayışı sürdüğü müddetçe sükûneti ve suhuleti daha çok mumla arayacağımız.
Henüz yorum yapılmamış.