Evet biliyorum, hayvanların yerine de, insanların yerine de artık âletler geçiyor. Genetik mühendisliği aldı başını gidiyor. Çok geçmez o çizgi filmlerde, bilim-kurgularda gördüğümü
Arabayı sağa çekip durdu. Yanındaki kadın “Niye durdun?” diye sordu. Başını çevirmeden “Duymuyor musun salâ veriliyor” dedi. Kadın şaşkın “Salâ da ne demek?” Bu defa başın
İçimizde tek bir ağaca bile tahammül edemeyenler, onu görmeyip geçenler var. Arabasına park yeri açmak için “Ulan bir gece şu mereti deviriversem ne lazım gelir” diye düşünen maganda
Geçen haftaki yazımızda tüm dünya gibi bizim de tâbi olduğumuz Çağdaş Küresel Medeniyet’in kanunlarından, hayat tarzından bahsetmiş; yürünen “yol”un insanlığı nereye getirdiğ
Ya tahammül ya sefer diyerek, yazdıkları ile hakikate, aşka, inanca, iyiliğe, hayra, yaratılmış tüm güzelliklere davet eden Usta’nın ömrüne bereket, gönlüne bereket diyorum. Ve okurla
Bütün dünya tek bir sistemin sultası altındadır. Bu sistem ahıretin varlığına inanmaz. Cenneti bu dünyada bulmak için kurgulanmıştır. Bu düzenin adı “Kapitalizm”dir.
Kutlu, yeni bir nizama çağrıda bulunuyor. Yeni bir nizam arayışını harekete geçirmek için akademisyenleri, düşünürleri, sanatçı ve siyasetçileri harekete geçirmeyi amaçlıyor. Dünya
Meselenin özü nedir diyebiliriz. Şudur: Hayır ve güzel amellerin güzelliği ve tartıda ağır gelmesi sayılarındaki çokluktan değil, daha çok niteliklerindeki samimiyet ve ihsan iledir.
Bu dünyanın ötesi var. Yoktur diyen yalan söyler. Veyl yalancılara.
Sığınmacılar nereye sığınacak? Ortada kan tüküren bu soru kalıyor.
Ben yaptım, ben yıktım, ben kazandım, ben bildim, ben buldum deme.
Bugün sizlere kadim dostum İsmail Kara’nın anlattığı bir çocukluk hatırasını nakledeceğim.
‘Öteki’nin olması için kişinin öncelikle ‘ben’ demesi gerekir. Oysa bizim ahlak ve itikadımızda ‘ben’ demek terk-i edeptir. Terk-i edeptir, çünkü bunu diyen ‘benlik davası’
Oyun bitince herkes bir yana dağılacak. Rüzgar yaprakları sürükleyecek. Yollar bomboş uzanıp gidecek. Sanki buralardan kimse geçmemiş. Kimse Mecnun, kimse Ferhat olmamış. Aşk yalanmış.
Ahmet Hamdi Tanpınar ünlü Beş Şehir adlı eserinin “İstanbul” bölümünde, sonlara doğru şunları yazıyor: “Niçin geçmiş zaman bizi bir kuyu gibi çekiyor? Niçin Boğaz’dan ve İ