Sosyal Medya

Mustafa Kutlu “Biz” kimiz?

Bugün sizlere kadim dostum İsmail Kara’nın anlattığı bir çocukluk hatırasını nakledeceğim.



İsmail, Rize’nin Güneyce beldesinden.
 
Pek çok Karadenizli gibi onların da köylerinden yüksekte, mezraları daha yükseklerde yaylaları var.
 
Altmışlı yılların başlarında, ilk yazın tabiata saldığı o haşmetli yeşillik ve çiçek denizi ortasında aile mutad olarak mezraya (Anbet’e) çıkıyor.
 
Orada barınak olarak kullandıkları bir evleri var. Mahalli tabiriyle korop. Bu defa değişik bir görüntü ile karşılaşıyorlar. Evde kış aylarında birileri kalmış.
 
Ocağın bir yanında yontulmuş ağaç parçaları ve yongalardan oluşan, neredeyse tavana çıkacak bir yığıntı duruyor.
 
Kutuz Hoca (İsmail’in babası, köyün imamı. Allah rahmet etsin) tebessüm ederek, “Kaşıkçılar burada misafir olmuş anlaşılan” diyor...
 
Aile eve yerleşiyor.
 
Ocağı tutuşturduktan sonra o kurumuş yonga yığınını yakmaya başlıyorlar.
 
Onları orada tatlı bir sürpriz bekliyor.
 
Bir zaman sonra yonga yığınlarının içinden komar, şimşir ve kızılağaçtan yapılmış birkaç dizi (her dizide on iki adet olmak üzere) iyi cins tahta kaşık ve birkaç tane de iri tahta kepçe çıkıveriyor. Kutuz Hoca kaşıklara bakarken, “Bu adamlar iyi bir ustanın yanında yetişmiş” diyor.
 
İsmail bana bunları anlatırken “O kaşıkları yıllarca kullandık, bir kısmını komşulara verdik” diye ilave ediyor ve ekliyor: Koropun hakkını vermeyi unutmamışlar.
 
Aziz okuyucular,
 
Çoğumuzun bildiği bir menkıbe vardır hani.
 
Cedlerimiz İlâyı Kelimetullah için Viyana kapılarına doğru akın ederken, askerlerimizden biri bir bağdan bir salkım üzüm koparacak olsa, onun tutarını bir bez kese içinde asma dalına asarmış.
 
Çokları bu kabil menkıbelere dudak büker, bunu “Vatan, millet, Sakarya” edebiyatının yıpranmış bir örneği olarak gösterirler.
 
Bu kıssa ve menkıbeleri küçümseyenler kendini, inancını, ahlakını, milletini hor gören “bu hikâyelerin zamanı geçti” diyen insanlardır.
 
Şu “tahta kaşık hikâyesi”, asırlar öncesinde yaşamış cedlerimizin bugün de aramızda olduğunun en güzel örneği değil mi?
 
O Tokatlı mı, Bayburtlu mu olduğunu bilmediğimiz (İsmail’in dediğine göre kaşıkçılar buralardan geliyormuş) güzel insanlar, kimin neslinden, ahlak ve inancından, âdet ve töresinden geliyorlar dersiniz?
 
Öyle ki bir süre barındığı, ağacından yararlandığı mekânın, o küçük kulübesinin hatırasına, yongalar arasında birkaç dizi kaşık bırakarak armağan veriyor, selam gönderiyor.
 
Onlar kimdir?
 
Onlar senin deden, benim babam, ötekinin amcası, dayısı...
 
Onlar bizim insanlarımız...
 
Allah’ın ipi, işte bu insanların, bu tutumun, bu tavrın elinde.
 
Bizim de bir ucundan tutacağımız ip.
 
Zahirde olup bitenler bizi aldatmasın. Bizler bâtına bakmasını da bilen bir gelenekten geliyoruz.
 
Ben, değişim rüzgârlarının toza-dumana buladığı, yolsuzluk ve ahlaksızlığın öne çıktığı, at izinin it izine karıştığı bu hengâmede; sessiz yığınların bir vakur bekleyiş ve bir güzel sabır ile bizi biz yapan değerleri savunduğuna, onları “bozkırdaki çekirdek” misali sakladığına inanıyorum.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.