Zekeriya KurÅŸun: Suudilere Reddiye Haremeyn ve Sultanlar-2
Follow @dusuncemektebi2
Zekeriya KurÅŸun / YeniÅŸafak
(NOT: Suudilere Reddiye: Haremeyn ve Sultanlar-1 BaÅŸlıklı yazının ilk bölümünü okumak için buraya tıklayınız.)
Tarih, ulus devletlerin oluÅŸturulmasında kullanılan en önemli araçlardan biridir. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren keÅŸfedilen bu sihirli yöntem, yani tarihin araçsallaÅŸtırılması, 19. yüzyılda zirveye ulaÅŸmıştır. Batı’da ve DoÄŸu’da, dünyanın hemen her yerinde; tarihi olmayanlar bile, kendilerini mümkünse uzak bir geçmiÅŸe baÄŸlamak için ellerinden geleni yapmışlardır. 20. Yüzyıl’da tarih araÅŸtırmalarının bu denli artması, büyük fonlarla desteklenmesi ve hemen hemen her ülkede kurumsallaÅŸtırılması da bundadır.
Eski Osmanlı coÄŸrafyasının bu geliÅŸmeden uzak kalması mümkün deÄŸildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluÅŸ yıllarındaki tarih tartışmaları ve Türk Tarih Kurumu’nun varlığı da bunun bariz bir göstergesidir. Bir istisna dışında, Osmanlı sonrası kurulan diÄŸer Arap devletleri de benzeri arayışlara girmiÅŸlerdir. Mesela doÄŸu Arap dünyasının en küçük devletlerinden biri olan Lübnan, geçmiÅŸ olarak, Fenikelileri keÅŸfederken; Batı Arap dünyasında yine küçük bir devlet olan Tunus da Kartacalılar üzerinden kimlik inÅŸa etmeye çalışmıştır.
Suudi Arabistan’da bu durum, tam tersine iÅŸlemiÅŸtir. Suud hanedanlığı kendi varlığını tarihi tespiti yerine; tarihin inkarı üzerine bina etmiÅŸtir. KuÅŸkusuz bunun iki temel nedeni vardı. Birincisi bedevi kültür anlayışının medeni hayatın tesisine yarayan tarihi reddetmesidir. Ä°kincisi ve daha önemlisi ise VehhabiliÄŸin tarih telakkisidir.
Muhammed bin Abdülvehhab öncesini, küfür, dalalet ve cahiliye olarak niteleyen Vehhabilik, 18. yüzyıla kadar yaÅŸanan bütün tarihi birikimi reddederek iÅŸe baÅŸlamıştır. Ä°nançlarının merkezine oturttukları “tevhid” anlayışına göre; kıymet verilen, kutsanan veya vesile kılınan her ÅŸeyi “bid’at” olarak görmelerine sebep olmuÅŸtur. Bid’at ise ÅŸirk, yani Tanrı’ya ortak koÅŸmak anlamına geldiÄŸinden; kime ait olursa olsun, geçmiÅŸe ait her hatıra; dolayısıyla tarih topyekûn reddedilmiÅŸtir. Muhammed b. Abdülvehhab’ın öÄŸretisinin ortaya çıktığı ilk yıllarda, yaÅŸadığı Hureymila civarında sahabiden Zeyd bin Hattab’ın kabrini, ÅŸirke vesile oluyor diye tahrip ettirmesi de bu anlayışın sembolü olmuÅŸtur. Nitekim hakimiyetlerine geçirdikleri her yerde, mezarların üstündeki türbe ve iÅŸaretleri tahrip ve buraları ziyaretten men ederek, sözde ÅŸirki ortadan kaldırdıklarına inanmışlardır. Buna Mekke ve Medine’deki sahabe kabirleri de dahildir.
Suudiler, özellikle 1960’lı yıllardan sonra tarihin kullanılabileceÄŸini keÅŸfetmiÅŸlerdir. Ancak tarihe yoÄŸunlaÅŸmaları büyük ölçüde son çeyrek asırda olmuÅŸtur. Fakat bu dönüÅŸüm, beraberinde farklı bir sorun daha getirmiÅŸtir. Suudi hanedanının çıktığı Necid coÄŸrafyasının genellikle bedevi, yani yerleÅŸik olmayan kültürü temsil etmesi ve orada yerleÅŸik Hicaz bölgesinde veya Yemen taraflarındaki kadar tarihi birikimin olmaması, zihinlerinde bir ikilemi doÄŸurmuÅŸtur. 1980’li yıllarda Mekke’de, Ummulkura Üniversitesinde baÅŸlayan Hac ve Haremeyn araÅŸtırmaları, Ä°slâm tarihinin deÄŸiÅŸik devrelerine ama özellikle Osmanlı asırlarına dikkatleri çekmesi, hanedanın doÄŸduÄŸu coÄŸrafyalardaki mutaassıp çevreleri rahatsız etmiÅŸtir. DiÄŸer taraftan Medine’de, Davudiye bölgesinde eski bir Osmanlı Valisinin (Davud PaÅŸa’nın) vakfı üzerine kurulmuÅŸ olan Medine AraÅŸtırmaları Merkezi’nin çalışmaları da aynı hassasiyeti doÄŸurmuÅŸtur.
Ä°yi bir tarih okuyucusu olan ve tarihin araçsallaÅŸtırılabileceÄŸini keÅŸfeden Kral Selman, veliahtlığı zamanında bir atılım yaparak, Riyad’da Daretül Melik Abdulaziz’i (Kral Abdülaziz AraÅŸtırma Merkezi) kurarak, dikkatleri Hicaz bölgesinden Riyad’a çekmeye çalışmıştır. Tabii olarak tarihi geçmiÅŸ ve birikim üzerine kurulan Hac ve Medine AraÅŸtırmaları merkezlerinin önce faaliyetleri yavaÅŸlatılmış, ardından tamamıyla Riyad’daki merkezin idaresi altına alınmıştır. Böylece, ülkedeki tarih yazımının tamamı bir yerden idare edilir hale gelmiÅŸtir.
Bunda yadırganacak bir ÅŸey olmadığı açıktır. Tarih araÅŸtırmalarının bir merkezden idare edilmesi hem tarih araÅŸtırmalarına kaynak aktarma bakımından ve hem de geliÅŸtirme bakımından pek çok ülkenin benimsediÄŸi bir yöntemdir. Ancak buradaki asıl siyaset, dikkatlerin tamamen Riyad ve çevresine (Necid bölgesine) çekilip tarihin Muhammed bin Abdulvehhap ile baÅŸlatılmasıdır. Vehhabi ulemasının tarihi ihya konusundaki dirençlerine raÄŸmen, Selman’ın kurduÄŸu merkez, 2002 yılından itibaren ciddi bir atak yaparak genç nesilleri tarihin Necid’den baÅŸladığına inandırmıştır. Bu yeni yaklaşım, Hicaz bölgesindeki kadim tarihi ortadan kaldırma siyasetini de beraberinde getirmiÅŸtir.
Hicaz, Hz. Peygamber’den sonra bütün Müslüman devletler tarafından önemsenen ve imarına önem verilen bir bölge olduÄŸu için burada her dönemin eserine, vakıflarına rastlamak mümkündür. Ancak en son ve en çok görünen Osmanlı eserleridir. Bu yüzden öncelikle onlar hedef alınmıştır.
Mekke, Medine ve özellikle Kabe’de Suud kralları adına yapılan geniÅŸletmeler ve ilaveler bir taraftan ihtiyaç duyulan hac hizmetlerinin geliÅŸtirilmesi olarak sunulurken; diÄŸer taraftan da tarihi izlerin silinerek Haremeyn’e Necid damgasının vurulmasını saÄŸlamıştır. Nitekim daha sonraki yazılarımızda ele alacağımız Osmanlı eserleri etrafındaki son tartışmalar da aslında, SuudileÅŸtirme veya NecidleÅŸtirme faaliyetlerinin bir yansımasıdır. Aynı zamanda tarih üzerinden Türkiye’ye açılan anlamsız ve umutsuz bir savaÅŸtır.
Henüz yorum yapılmamış.