Sosyal Medya

Kürsü

Sevan Nişanyan: Andımız tartışması eski rejim taraftarlarının Erdoğan’a el ense çekmesiydi

Birincisinden başlayalım. Ben kendimi bildim bileli her sene Cumhuriyet Bayramı’na gelindiğinde Cumhuriyet tartışılır. Havanda su döver gibi aynı konular döne döne tekrarlanır. 1960’larda, 1970’lerde, 1980’lerde de böyleydi, hep böyledir. Bu seneki tartışmalarda yeni olan hiçbir şey duymadım. Yine aynı şeyler. Bıktırıcı bir teranedir bu Cumhuriyet tartışması.



‘Andımız tartışması eski rejim taraftarlarının ErdoÄŸan’a elense çekmesiydi’.  Yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin BatılılaÅŸması bir kıyafet devrimidir. Fazla ciddi bir içeriÄŸi yoktur. Türkiye’de Cumhuriyet hiç olmadığı kadar yoÄŸun tartışılır oldu. Özellikle bu 29 Ekim’de kutlanılacak yer dâhil sert tartışmalara neden oldu. Bunun yanı sıra bir de Andımız tartışması var. Andımızın ırkçılık olup olmadığı temelinde süren bir tartışma söz konusu. Andımızın Türk ırkçılığı olmadığını iddia eden MHP lideri Devlet Bahçeli’ye karşı ırkçılık olduÄŸunu söyleyen bir CumhurbaÅŸkanı var karşımızda. Siz bu tartışmaları nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
 
Birincisinden baÅŸlayalım. Ben kendimi bildim bileli her sene Cumhuriyet Bayramı’na gelindiÄŸinde Cumhuriyet tartışılır. Havanda su döver gibi aynı konular döne döne tekrarlanır. 1960’larda, 1970’lerde, 1980’lerde de böyleydi, hep böyledir. Bu seneki tartışmalarda yeni olan hiçbir ÅŸey duymadım. Yine aynı ÅŸeyler. Bıktırıcı bir teranedir bu Cumhuriyet tartışması.
 
Andımıza gelince; düÅŸünün ki bu insanlar baÄŸnazlığa, OrtaçaÄŸ zihniyetine, totaliter anlayış, dinci gericiliÄŸe karşı çıkıyor da savundukları ÅŸey özgürlük müdür? ÇaÄŸdaÅŸlık mıdır? Kültür müdür? Hayır, deÄŸildir. Savundukları ÅŸey; Andımız dedikleri totaliter bir rejim amentüsüdür. Bir amentü yerine baÅŸka bir amentü koymaya çalışıyorlar. Gülünç bir ÅŸeydir.
 
Bu konudaki tartışma üstü örtülü bir baÅŸka tartışmadır. Rejimin ÅŸu anda gördüÄŸüm kadarıyla iki kutbu, iki sahibi var. Bir taraf Atatürkçü diye bilenen eski düzen taraftarları, diÄŸer taraf ise Ä°slâmcı bir kisveyle buna karşı bir popülizmi sürdürmeye çalışan CumhurbaÅŸkanı’nın taraftarları var. Bu ikisi bir süredir, 2016 Temmuz’undan beri birbirleriyle barışmış görünüyorlardı ama anladığım kadarıyla ufak ufak birbirlerine diÅŸ gösteriyorlar. Allah yollarını açık etsin, ne diyelim.
 
Peki, sizce niçin ÅŸimdi birbirlerine diÅŸ gösteriyorlar?
 
Bir güç mücadelesi var. Zannediyorum, bu ekonomik kriz nedeniyle Sayın ErdoÄŸan’ı siyasî açıdan birazcık zayıfladığını hissediyorlar. Dolayısıyla bir yokluyorlar; “acaba bunu nereye kadar taşıyacağız, nereye kadar yollarımız birlikte sürecek, nerede yolumuzu ayıracağız.” Bunun pazarlığını veya fikir jimnastiÄŸini yapıyor birileri. Ufak ufak birbirlerine el ense çekiyorlar. Zayıf yeri nedir, nereden vururuz hesaplarını yapıyorlar. Benim gördüÄŸüm budur.
 
Peki, bir yandan da rövanÅŸ konusu sıklıkla tartışılıyor. “Millî egemenlik” bugün “millî irade” olarak ifade ediliyor. Bu gibi pek çok “dönüÅŸüm” rövanÅŸ baÅŸlığında tartışılıyor. Sizce bugün bir rövanÅŸ söz konusu mudur?
 
Bunlar kamuflajlı tartışmalardır. Türkiye’de, aslında bakarsanız bütün dünyada, siyasî mücadele fikirler ve kavramlar üzerinden verilmez. Siyasî mücadelenin konusu güç mücadelesidir. Kadro ve ekip mücadelesidir. Biz mi, siz mi meselesidir. Bunların böyle birtakım süslü kelimelerle veya ideolojik kavramlarla üstleri örtülür. Fakat iÅŸin özünde, kanlı bir güç mücadelesi vardır. Türkiye’de eski düzenin sahibi olan zümreler, 2013’ten sonra bir zafer kazandılar. Daha önce bunlara muhalif, bir rakip olarak ortaya çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi hareketi ve Sayın ErdoÄŸan 2013’te onlarla uzlaÅŸmaya, onlarla birlikte ortak bir iktidar yapısı oluÅŸturmaya mecbur kaldı.
 
Benim bildiÄŸim üç-beÅŸ senedir aralarındaki kavgayı gömmüÅŸ görünüyorlardı. Ortak bir söylemde buluÅŸmuÅŸ gibi duruyorlardı. Fakat bu yanıltıcıdır. Bunlar eninde sonunda birbirleriyle kavga edecekler diye tahmin ediyordum. O kavga ÅŸimdi baÅŸladı mı, yoksa sadece bir test sürüÅŸü müdür bu çok emin deÄŸilim. Henüz kavganın ciddi boyutlara ulaÅŸacağını tahmin etmiyorum.
 
Mecbur kaldı diye bir ifadeniz oldu. CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan, niçin mecbur kalsın? Niçin böyle bir ifade kullandınız?
 
2013 yılında Gezi ve 17/25 Aralık olaylarından sonra ErdoÄŸan hükümeti herhangi bir baÅŸka ülkede, herhangi bir baÅŸka demokratik rejimde olsaydı devrilirdi. Devrilmek üzereydi. Çok riskli bir yerden geçti. Belki uçuruma düÅŸmemek için birtakım tavizler vermek ve birtakım konularda düzen güçleriyle uzlaÅŸmak zorunda kaldı. UzlaÅŸmanın, en bariz görünen boyutu, Kürt barışı projesinin terk edilmesiydi. Ä°kincisi, Ergenekon ve Balyoz davalarında mahkûm olmuÅŸ olan kiÅŸilerin serbest bırakılmasıydı. Üçüncüsü, belki de, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir kesimin istediÄŸi büyük tasfiyeye yeÅŸil ışık yakılmasıydı.
 
Bunlar, ErdoÄŸan açısından daha önceki siyasî pozisyonlarından geri adım atmak anlamında olan hamlelerdi. Bu anlamda ErdoÄŸan için bir yenilgiydi. Fakat ErdoÄŸan, çok baÅŸarılı bir politikacı, gerçekten çok takdir edilesi bir siyasî lider olduÄŸu için bu yenilgiyi kendisi açısından, en azından ÅŸimdilik, siyasî bir baÅŸarıya dönüÅŸtürmeyi becerdi diyeceÄŸim. Ä°lgiyle izliyoruz.
 
Takdir edilesi diyorsunuz da bugün Türkiye’nin KHK’lerle yönetildiÄŸi, pek çok gazetecinin, milletvekillerinin hapiste olduÄŸu, Anayasa Mahkemesi’nin kararının dahi uygulanmadığını gördüÄŸümüz bir yönetim var…
 
Hiç ÅŸüphesiz ülkenin içinde bulunduÄŸu durum içler acısı bir durumdur. Ortada bir diktatörlük manzarası vardır. Hukuk alaÅŸağı edilmiÅŸtir. Fikir özgürlüÄŸü ortadan kalkmıştır. Basın ortadan kalkmıştır. Bunlar çok acıklı ÅŸeylerdir. Ben takdir ederim derken, bir stratejist, bir mücadele adamı olarak takdir ettiÄŸimi söyledim. Yoksa ülkeye yaptıkları, verdiÄŸi zararın ben de bilincindeyim. ErdoÄŸan’ı hiçbir ÅŸekilde tasvip ettiÄŸim söylenemez. Takdir etmek baÅŸka, tasvip etmek baÅŸka ÅŸeydir. 2013’ten önce ben, ErdoÄŸan’ın en azından nispi olarak, yani diÄŸerlerine oranla daha doÄŸru yolda olduÄŸunu düÅŸünüyordum. 2013’ten bu yana Türkiye’nin hali bir felaket manzarasıdır. Korkunç bir durumdayız. Takdir ederim derken, ben becerisini takdir ediyorum demek istedim. Çünkü iyi, parlak bir politikacı.
 
Atatürk dönemi bir tek parti dönemiydi. Sizce bugün de bir tek parti yönetimi var mı? O zaman ki cumhurreisliÄŸi ile bugünkü baÅŸkanlığı kıyaslarsanız ne dersiniz?
 
Çok benzeÅŸiyorlar. Gerek yapı olarak, gerek kiÅŸilik olarak, ayıptır söylemesi, çok benzeÅŸiyorlar. Ä°zlediÄŸi rota, evrimi de çok benziyor. DoÄŸrusunu isterseniz, biri çıkıp da Türkiye’nin son yüzyıldaki, 120 yılındaki üç büyük liderini; Abdülhamit, Mustafa Kemal ve Recep Tayyip ErdoÄŸan’ı kıyaslayan ciddi bir çalışma yapsa ne kadar ilginç olur. Çünkü çok büyük benzerlikler var. Kurulan rejimin niteliÄŸi açısından da çok büyük benzerlikler var.
 
Mesela?
 
Türkiye’de dönem dönem bir gevÅŸeme, bir demokrasi, bir özgürlük, bir çokseslilik illüzyonu sarar ortalığı. Sonra güçlü bir lider gelir, yumruÄŸu çakar ve susturur. Susturmaktan baÅŸka bir çare bulamaz. Her üç vakada da bunu çok net görüyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, bu ülke baÅŸka türlü yönetilemiyor. DoÄŸrusunu isterseniz her üçünde de ciddi herhangi bir siyasî inancın veya ideolojik tutarlılığın izini göremiyoruz. Üçü de tamamen pragmatik politikacılardır. Güç neyi gerektiriyorsa onu yapmış insanlardır. Kullandıkları retorik, kullandıkları söylem birbirlerine çok benziyor. O açıdan ben benzerlikler görüyorum.
 
CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın iktidarının ilk yıllarından Avrupa BirliÄŸi (AB) rüzgârı esiyordu. Bu toplumda da ciddi bir karşılık buluyordu. AB üyeliÄŸi talebi var ancak bir türlü de üyelik seviyesine ulaÅŸamadık. Sizce buradaki temel sorun nedir?
 
Avrupa BirliÄŸi diye bir ÅŸey kalmadı. Bir dönem Türkiye’nin bir Avrupa BirliÄŸi rüyası vardı. Olabilecek bir ÅŸey deÄŸildi. Fakat bu rüzgâr Türkiye’de bir sürü olumlu ÅŸeyin olmasını saÄŸladı. Ä°yi bir rüzgârdı. Kısa bir süre zarfında, 2006’dan, 2007’den itibaren ortaya çıktı ki, aslında bu ham hayaldir. Türkiye, AB’ne katılmayacak, AB de Türkiye’yi almaz, alamaz. Åžu anda AB’nin kendisi himmete muhtaç ki, nerede kaldı Türkiye’yi almak. Mümkün deÄŸil. Siyasî olarak öyle bir ihtimal yok. Bugün Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde bu konu referanduma sunulsa Türkiye yüzde 5 alır, daha fazla almaz. Dolayısıyla Türkiye, o hayalinden vazgeçmek zorunda kaldı. BaÅŸka da bir çaresi yoktu.
 
Åžu anda Türkiye, sanıyorum, yeni bir dış politika çizgisi arama mecburiyeti altındadır. Ve arıyor. Belki de buluyordur, bilemiyorum. Ben Türkiye’nin dış politikasının öyle zannedildiÄŸi kadar baÅŸarısız bulmuyorum. Kendi koÅŸulları ve imkânları çerçevesinde, Türkiye ciddi bir mücadele veriyor. Gol yediÄŸi kadar, gol atıyor da.
 
Bugün daha çok Avrasya yönünde bir dış politika görünümü var. Öte yandan Suriye politikası da çok eleÅŸtiriliyor. Siz bu politikaları nasıl yorumluyorsunuz?
 
Ben size ÅŸöyle sorayım; siz ülkeyi yönetiyorsunuz diyelim. Türkiye’nin geleneksel dış politikası Avrupa ve Amerika eksenindedir. Avrupa batıyor. Avrupa’nın dünya çapında neredeyse söyleyecek bir sözü kalmadı. Ekonomisi çok ciddi sıkıntı içindedir. Kendi aralarındaki ihtilaflar artık bastırılamayacak boyuta geldi. Ä°ngiltere ayrılıyor. Amerika’nın OrtadoÄŸu’da ne yapmaya çalıştığı belli deÄŸil. Çok acayip ÅŸeyler yapıyor. Irak ve Suriye’de ve bariz bir ÅŸekilde OrtadoÄŸu’daki gücünü kaybetme sürecinde. Siz bu durumda Türkiye’yi yöneten olsaydınız ne yapardınız? Böyle belalı bir dünyada yaşıyorsunuz, ne yaparsınız? Soruyu bu ÅŸekilde sorduÄŸunuz zaman daha mantıklı cevaplar bulma imkânı oluÅŸuyor. Bu açıdan baktığınız zaman pek çok yanlışlık, çirkinlik olmakla birlikte hepsi de yanlıştır diyemiyoruz. Haksızlık olur. Sonuçta Ä°stanbul’da siz eÄŸer Suriye’deki problemin çözümü için Almanya’nın, Fransa’nın, Rusya’nın devlet baÅŸkanlarını toplayıp ortak kararlar alıyorsanız ve buna ABD’yi davet etmemek gibi cüretkâr bir boyut da ekleyip yapıyorsanız, e bir ÅŸeyler yapıyorsunuz demektir. Durup dururken olmaz böyle ÅŸeyler.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.