Sosyal Medya

Makale

Cehenneme Açılan Üç Kapı

Cehenneme açılan ilk kapı; "Allah'a ve ahirete kavuÅŸmayı ummamaktır." 

Ummamak, bilmemekten farklı bir hali tarif eder. Ummamak; bilmekten inanmaya geçememek, inancın, fiili oluÅŸturacak bir kesinliÄŸe ulaÅŸamadığı bir halin ismidir. Ummayanlar, ummadığı hususlarla ilgili bir beklenti, sorumluluk, çekinmek, sakınmak hallerine sahip olmazlar. 

ÖrneÄŸin, yakalanacağını ummayan bir hırsız çalmaktan imtina etmez. Ancak polisin yakalayıp, adalete teslim edeceÄŸine, ummak düzeyinde inananlar için polis korkusu kriminal ÅŸeyler yapmak için kesin caydırıcı bir sebeptir. Ya da geleceÄŸini ummadığı bir hususta, insanın bir beklentisi de olmaz. 

Allah'tan gelip Allah'a dönmek; her ne kadar insanların çoÄŸu, keyfiyetini bilmese de varlığın ve hayatın hakikati ve fıtratın bir unsurudur. Bu sebeple insanların karar ve davranışlarına, Allah'la iliÅŸkilerine, hayatlarının niteliklerine, akıbetlerine fiili etkisi olan unsurlardan birisidir. 

Bir taraftan, varlık hakikati mucibince, Allah'la iliÅŸkimizin niteliÄŸi, Allah'a olan sorumluluk duygumuz, hayatın hesabının Allah'a verileceÄŸi keyfiyeti; insanların hayat planlarını, hesaplarını, mesuliyet ve hassasiyetlerini varlık nedenine uygun olarak belirlemesini saÄŸlayacağı gibi diÄŸer taraftan da isyandan, gafletten, dalaletten, ihanetten, zulümden, ahlaksızlıktan korur. Zira her ÅŸeyi gören ve bilen, her ÅŸeyin ve gücün de tek sahibi olan Allah'a dönüleceÄŸini uman kiÅŸinin bunları yapmak imkânı yoktur. 

Allah'a dönüleceÄŸini uman kiÅŸi; hayatın her haline karşı umut ve güven içerisinde yaÅŸadığı gibi ummayan, her daim cehenneme açılan bir kapıdan bakıyor fakat görmediÄŸi için o kapıyı da zorluyordur. 

Ahirete kavuÅŸmayı ummayanlar da benzer ÅŸekilde, hakikatin dışında bir hayat tasavvuruna sahiptirler, velev ki ahirete inandıklarını söyleseler bile. 

Bunların bütün tasavvur ve planları, ölüme kadar olan bir zaman dilimine sıkışmıştır. Bu nedenle, bütün hedefler eksik veya yanlıştır. Bu nedenle, varlık hakikatinin gayrında bir yanılsama ile aslında ahiretin asıl hayat olduÄŸu hakikatini görmeyip; hayatı, anlamı farklı, süresi çok kısa olan bir algıya sıkıştırıp, sonrasını fiilen yok sayıp, hesaba katmayınca; arzu ve isteklerin binek olduÄŸu bir halle sınır ve ölçü tanımaz bir hızla, cehennem kapılarından birisine doÄŸru koÅŸmaktadırlar. 

Hakikatin peÅŸinde olmamak, cehenneme açılan baÅŸka bir kapıdır. 

Allah'ın, insanoÄŸluna ettirdiÄŸi ilk dua; "bizi doÄŸru yoluna hidayet et, nimet verdiklerinin yoluna" duasıdır. 

Zira cennetten bu boyuta inzal olan insan; buradan tekrar cennete çıkabilmek için doÄŸru yola girmek zorundadır. Bu yolda insana verilen her kaynak nimet niteliÄŸindedir. Nimet niteliÄŸinde olan kaynaklar; fıtrata uygun ve hedefe ulaÅŸtırmak için kullanılabilecek kıvamdadırlar. Bunlardan en önemlilerinden birisi de bilgidir. Nimet kıvamındaki bilgi, hakikatin bilgisidir ve bu da ancak doÄŸru yolda bulunabilir. 

Bu nedenle, hakikatin peÅŸinde olmayanların samimi olarak, doÄŸru yola hidayet duaları, talepleri ve arayışları olmaz. DoÄŸru yolun (sırat-ı mustakîm) dışındaki yolların ulaÅŸtıracakları hedefler de bellidir. Yani hakikatin peÅŸinde olmamak, cehenneme açılan kapılardan birine doÄŸru yürüyor olmakla aynı anlama gelir. 

Akletmemek, cehenneme açılan çift kanatlı bir kapı gibidir. 

Akletmek, yeryüzü hayatında insanın kullanımına dair verilen yetki, aynı zamanda nimet olarak verilmiÅŸ en önemli olgulardan birisidir. Sorumluluk sahasının en önemli imkânlarından birisidir. 

Akletmek, insanın varlık nedeni, varlık sahibi, kendi özü, durumlar, hakikat, hukuk, ahsen-u amel ve güvenlik arasındaki irtibatı; fıtratına uygun, özgürce, adaletle, hikmetle ve irade ile kurabilmesini saÄŸlar. Böylece bütüncül bir çerçevede isabet elde edilir. Yani insan akletmekle; hakikatine ve fıtratına uygun olarak, özgür, özgün, adil ve hikmetli biçimde, hali anlar ve anlamlandırır, karar verir, amel-i salih iÅŸler, iliÅŸkiler kurar ve güvenliÄŸini saÄŸlar. 

Akletmek, sahih bilgi ve tecrübe çerçevesinde; tefekkür (düşünme), tezekkür (hatırlama), tefehhüm (anlama), tefakkuh (idrak etme, kavrama), tedebbür (sonucu, hakikati düşünme) ve teemmülü (derin düşünme) ile gerçekleşir.

Akletmemek, sahip olunan zihinsel ve ruhsal mekanizmaları nimet olarak bilmemek, özgürce, adilce, hikmetlice, iradi olarak ve yerli yerinde kullanmamakla gerçekleÅŸir. 

Akletmemek, bunlar yerine başkalarının akıllarının sonuçlarını; düşünce, inanç, karar, davranış ve ilişki kalıpları olarak kullanmak demektir. Böylece ötekinin düşünce ve inanç sistemi çerçevesinde anlar, anlamlandırır, karar verir ve davranış geliştirilir. Elbette, tabi olduğu aklın ödeyeceği bütün bedelleri, akletmeyen de öder.

Akletmekten, özrü olanlar dışında hiç kimse müstesna tutulmamıştır. Herkes mutlaka her durum karşısında akletmek zorundadır. Akledenlerin orijinal ÅŸahitleri Hz. Resul; danışmanları ise hakikatten yana olan, derin ve temiz akıl vasıflı emir sahipleridir. 

Allah, akletmeyenler için "yeryüzünün en ÅŸerlileri" demektedir. 

Akledebilenler için; cennete götüren doÄŸru yol mu, cehennem kapıları mı? sorusu, küçümsenmemesi gereken bir soru olduÄŸu kadar aynı zamanda sorumluluk bilinci taşıyanlar için teyakkuzda tutan bir sorudur. Bu sorunun hayatı geliÅŸine yaÅŸayanlar ve bundan razı olan akletmeyenler için bir anlam ifade ettiÄŸi söylenemez. 

Bu üç tuzağa maalesef sadece Allah'a, ahirete ve kitaba inanmadıklarını söyleyenler düşmemektedir. Bilginin imana, imanının yakine dönüşmediği yani kalbin akletmediği ve fıkh etmediği, samimiyetin tezahür etmediği durumlarda; cehennem kapıları açılabilmekte, dilin söylediğini akıl, gönül ve amel yalanlayabilmektedir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.