Makale
Cehenneme Açılan Üç Kapı
Cehenneme açılan ilk kapı; "Allah'a ve ahirete kavuşmayı ummamaktır."
Ummamak, bilmemekten farklı bir hali tarif eder. Ummamak; bilmekten inanmaya geçememek, inancın, fiili oluşturacak bir kesinliğe ulaşamadığı bir halin ismidir. Ummayanlar, ummadığı hususlarla ilgili bir beklenti, sorumluluk, çekinmek, sakınmak hallerine sahip olmazlar.
Örneğin, yakalanacağını ummayan bir hırsız çalmaktan imtina etmez. Ancak polisin yakalayıp, adalete teslim edeceğine, ummak düzeyinde inananlar için polis korkusu kriminal şeyler yapmak için kesin caydırıcı bir sebeptir. Ya da geleceğini ummadığı bir hususta, insanın bir beklentisi de olmaz.
Allah'tan gelip Allah'a dönmek; her ne kadar insanların çoğu, keyfiyetini bilmese de varlığın ve hayatın hakikati ve fıtratın bir unsurudur. Bu sebeple insanların karar ve davranışlarına, Allah'la ilişkilerine, hayatlarının niteliklerine, akıbetlerine fiili etkisi olan unsurlardan birisidir.
Bir taraftan, varlık hakikati mucibince, Allah'la iliÅŸkimizin niteliÄŸi, Allah'a olan sorumluluk duygumuz, hayatın hesabının Allah'a verileceÄŸi keyfiyeti; insanların hayat planlarını, hesaplarını, mesuliyet ve hassasiyetlerini varlık nedenine uygun olarak belirlemesini saÄŸlayacağı gibi diÄŸer taraftan da isyandan, gafletten, dalaletten, ihanetten, zulümden, ahlaksızlıktan korur. Zira her ÅŸeyi gören ve bilen, her ÅŸeyin ve gücün de tek sahibi olan Allah'a dönüleceÄŸini uman kiÅŸinin bunları yapmak imkânı yoktur.
Allah'a dönüleceğini uman kişi; hayatın her haline karşı umut ve güven içerisinde yaşadığı gibi ummayan, her daim cehenneme açılan bir kapıdan bakıyor fakat görmediği için o kapıyı da zorluyordur.
Ahirete kavuşmayı ummayanlar da benzer şekilde, hakikatin dışında bir hayat tasavvuruna sahiptirler, velev ki ahirete inandıklarını söyleseler bile.
Bunların bütün tasavvur ve planları, ölüme kadar olan bir zaman dilimine sıkışmıştır. Bu nedenle, bütün hedefler eksik veya yanlıştır. Bu nedenle, varlık hakikatinin gayrında bir yanılsama ile aslında ahiretin asıl hayat olduğu hakikatini görmeyip; hayatı, anlamı farklı, süresi çok kısa olan bir algıya sıkıştırıp, sonrasını fiilen yok sayıp, hesaba katmayınca; arzu ve isteklerin binek olduğu bir halle sınır ve ölçü tanımaz bir hızla, cehennem kapılarından birisine doğru koşmaktadırlar.
Hakikatin peşinde olmamak, cehenneme açılan başka bir kapıdır.
Allah'ın, insanoğluna ettirdiği ilk dua; "bizi doğru yoluna hidayet et, nimet verdiklerinin yoluna" duasıdır.
Zira cennetten bu boyuta inzal olan insan; buradan tekrar cennete çıkabilmek için doğru yola girmek zorundadır. Bu yolda insana verilen her kaynak nimet niteliğindedir. Nimet niteliğinde olan kaynaklar; fıtrata uygun ve hedefe ulaştırmak için kullanılabilecek kıvamdadırlar. Bunlardan en önemlilerinden birisi de bilgidir. Nimet kıvamındaki bilgi, hakikatin bilgisidir ve bu da ancak doğru yolda bulunabilir.
Bu nedenle, hakikatin peÅŸinde olmayanların samimi olarak, doÄŸru yola hidayet duaları, talepleri ve arayışları olmaz. DoÄŸru yolun (sırat-ı mustakîm) dışındaki yolların ulaÅŸtıracakları hedefler de bellidir. Yani hakikatin peÅŸinde olmamak, cehenneme açılan kapılardan birine doÄŸru yürüyor olmakla aynı anlama gelir.
Akletmemek, cehenneme açılan çift kanatlı bir kapı gibidir.
Akletmek, yeryüzü hayatında insanın kullanımına dair verilen yetki, aynı zamanda nimet olarak verilmiÅŸ en önemli olgulardan birisidir. Sorumluluk sahasının en önemli imkânlarından birisidir.
Akletmek, insanın varlık nedeni, varlık sahibi, kendi özü, durumlar, hakikat, hukuk, ahsen-u amel ve güvenlik arasındaki irtibatı; fıtratına uygun, özgürce, adaletle, hikmetle ve irade ile kurabilmesini sağlar. Böylece bütüncül bir çerçevede isabet elde edilir. Yani insan akletmekle; hakikatine ve fıtratına uygun olarak, özgür, özgün, adil ve hikmetli biçimde, hali anlar ve anlamlandırır, karar verir, amel-i salih işler, ilişkiler kurar ve güvenliğini sağlar.
Akletmek, sahih bilgi ve tecrübe çerçevesinde; tefekkür (düşünme), tezekkür (hatırlama), tefehhüm (anlama), tefakkuh (idrak etme, kavrama), tedebbür (sonucu, hakikati düşünme) ve teemmülü (derin düşünme) ile gerçekleşir.
Akletmemek, sahip olunan zihinsel ve ruhsal mekanizmaları nimet olarak bilmemek, özgürce, adilce, hikmetlice, iradi olarak ve yerli yerinde kullanmamakla gerçekleşir.
Akletmemek, bunlar yerine başkalarının akıllarının sonuçlarını; düşünce, inanç, karar, davranış ve ilişki kalıpları olarak kullanmak demektir. Böylece ötekinin düşünce ve inanç sistemi çerçevesinde anlar, anlamlandırır, karar verir ve davranış geliştirilir. Elbette, tabi olduğu aklın ödeyeceği bütün bedelleri, akletmeyen de öder.
Akletmekten, özrü olanlar dışında hiç kimse müstesna tutulmamıştır. Herkes mutlaka her durum karşısında akletmek zorundadır. Akledenlerin orijinal şahitleri Hz. Resul; danışmanları ise hakikatten yana olan, derin ve temiz akıl vasıflı emir sahipleridir.
Allah, akletmeyenler için "yeryüzünün en şerlileri" demektedir.
Akledebilenler için; cennete götüren doğru yol mu, cehennem kapıları mı? sorusu, küçümsenmemesi gereken bir soru olduğu kadar aynı zamanda sorumluluk bilinci taşıyanlar için teyakkuzda tutan bir sorudur. Bu sorunun hayatı gelişine yaşayanlar ve bundan razı olan akletmeyenler için bir anlam ifade ettiği söylenemez.
Bu üç tuzağa maalesef sadece Allah'a, ahirete ve kitaba inanmadıklarını söyleyenler düşmemektedir. Bilginin imana, imanının yakine dönüşmediği yani kalbin akletmediği ve fıkh etmediği, samimiyetin tezahür etmediği durumlarda; cehennem kapıları açılabilmekte, dilin söylediğini akıl, gönül ve amel yalanlayabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış.