Sosyal Medya

Makale

Ümmet Olmanın Önündeki Engeller - 1

Ümmetin BirliÄŸi vurgusu on sekizinci yüzyıldan itibaren vurgulanan bir olgu olarak önümüzde durmaktadır. Kaybedilen bir ÅŸeyin kendisi gündem olmaya yönelik bir hamleye açık hale gelir. Osmanlı’nın yıkılışı ile baÅŸlayan süreç ve modern düÅŸüncenin etkisi altında ulus devletlerin kurulması ile birlikte ümmet belirli sınırlar içinde parçalı bir hayatı yaÅŸamaya mecbur olmuÅŸtur. Bu mecburiyet bazen siyasal bir arayışın ve bazen bir entelektüel arayışın konusu olarak gündem olmuÅŸtur. Entelektüel arayışın gündem olması da siyasal bir karakter taşımakla birlikte daha samimi bir arayış olarak öne çıkmaktadır. Siyasal erkin birlik arayışı ise zorunluluklar yüzünden çıkara uygunluÄŸu ölçüsünde gündem olabilmektedir ve bu yüzden sahici ve samimi bir zemine sahip olmaktan uzak kalmaktadır.

Modern düÅŸüncenin ürettiÄŸi birey, toplum ve ulus devlet aynı zamanda ümmet fikrini ve olgusunu parçalama konusunda önemli bir etken olarak öne çıkmaktadır. Ä°slam Dünyasındaki seküler eÄŸitim modelleri bu üç kavram, birey, toplum ve ulus devletin yanında demokrasi, eÅŸitlik, hak, hukuk ve özgürlük kavramları ile birlikte bir dağılmaya maruz kalan ümmet; entelektüel, siyasi ve iktisadi bir çözülüÅŸe maruz kalmıştır. Ümmet diyenlerin ise siyasal bir iktidar olamamaları, iktidar olduklarında ise reel politik egemenliÄŸe maruz kalmaları, fikri sadece bir söylem düzeyinde tutmaya yaramaktadır.

Özellikle Ä°slamlaÅŸmanın siyasal karakteri ile birlikte ümmet kavramı yerini ulus devlet ve kendi toprak bütünlüÄŸüne bırakmıştır. Bin dokuz yüz yılın başında Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla birlikte saltanat ve hilafetin kaldırılması ve baÅŸlayan yeni süreçte ReÅŸit Rıza’nın dile getirdiÄŸi ve üç hilafet kongresi sonrası ulaÅŸtığı fikir olan ‘her kavim kendi topraklarında bağımsızlığını kazansın, sonra ümmet ve hilafet meselesini konuÅŸmanın vakti gelecektir.’ Yani önce herkes kendi toprağını ve devletini bağımsız olarak kursun, sonra birlikte olmanın yolları aranacaktır. Ama bu arayış, kurumsal zeminde Ä°slam BirliÄŸi, Arap BirliÄŸi adı altında her ne kadar siyasal bir zemin bulsa da ümmet olma zeminini bir türlü bulamadı.

Bu noktada ideoloji kavramının müslüman zihne yönelik geliÅŸtirdiÄŸi yıkıcı etkiyi ayrıca tartışmaya gerek vardır. Oryantalist bir okuma üzerinden Ä°slam tarihini daha çok çatışmalar üzerinden hareketle okumanın getirdiÄŸi geleneÄŸe dair olumsuz yaklaşım… Ä°slamcılığın saltanatın baÅŸladığı Muaviye dönemi ile baÅŸlayan süreci Ä°slam’dan uzaklaÅŸma olarak deÄŸerlendirmesi ve mezhep farklılıklarını kesin ayrımlar üzerinden okuyarak sanki Ä°slam, ümmeti bütünleÅŸik bir zeminde kurma konusunda zaaf taşımakta ve bu tarihsel süreçte gerçekleÅŸmemiÅŸ gibi bir algı üzerinden propaganda malzemesi olması bir sorun alanı olarak önümüzde durmaktadır.

BireyselleÅŸmiÅŸ ferdin, toplumsal yapısı üzerine kurulu olan hukukun, eÄŸitimin bu düzlemde inÅŸa edildiÄŸini gören bir nesil, ulus devleti kutsallaÅŸtıran bir bakış üzerinden hareket eden bir yaklaşımı öncelemektedir. Ulus Devletin çıkarı gereÄŸi diÄŸer müslüman ülkeler ile iliÅŸkileri geliÅŸtirmekte iken inanca dayalı iliÅŸki olmaktan çıkarmakta ve böylece çatışma kaçınılmaz olmaktadır. Ayrıca her ulus devletin iktidar erkinin batılı iktidar güçlerine olan baÄŸlılığı ve bağımlılığı da ümmetin parçalanmasında ciddi bir etken olarak öne çıkmaktadır.

Birey olmanın etkisi ümmet olmayı sorunlaÅŸtırmaktadır. Modern düÅŸüncede birey, salt kendi çıkarını önceleyen ve baÅŸkasını kendi çıkarı ile örtüÅŸtüÄŸü oranda dikkate alan bir bakışı refleks haline dönüÅŸtürdüÄŸü için ümmet olmanın gereÄŸi olan kulluÄŸun takva ile karakterize olmuÅŸ ferdinin yokluÄŸuna neden olmaktadır. Yani birey olan bir insanın müslüman kalma ihtimali bile çokça zaaf taşımaktadır. Çünkü iman eden bir kulun kendi çıkarı yerine baÅŸkalarının çıkarını öncelemesi ve ilahi rızayı eksene alarak kendi isteÄŸi, arzusu ve çıkarını dışlaması kaçınılmaz bir hakikat olarak öne çıkar. Kendinden feragat eden kul ile kendini her ÅŸeyin önüne koyan ve çıkarını önceleyen birey arasındaki derin ayrımı idrak etmeden ümmet olmanın önündeki temel engeli tartışmak beyhude olacaktır.

Benzer bir nokta toplum kavramı içinde düÅŸünülmelidir. Cemaat ile toplum arasındaki temel fark; toplum, hukuki bir topluluk ve sadece ortak çıkarın kendi çıkarı ile örtüÅŸtüÄŸü oranda kabule mazhar olan bir gerçekliktir. Cemaat ise ahlaki bir zeminde ve kendi çıkarından vazgeçerek kendi feragatini yapabilmenin imani bir sorumluk taşıyan bir gerçekliktir. Mukayeseyi bu iki temel gerçeklik zemininden hareket ederek ümmetin içinde bulunduÄŸu hali izah etmeye çalışmak meseleyi anlamayı kolaylaÅŸtıracaktır.

Ulus devlet ise ümmetin parçalanmasının temelini oluÅŸturmaktadır. Çünkü devlet olmuÅŸ ve devletin çıkarını her ÅŸeyin önüne koyan bir yaklaşım, genel itibarı ile milliyetçilik üzerinden ortak bir kabulü saÄŸlamıştır. Bu da doÄŸal olarak her müslüman ulus devleti sınırları içinde bulunduÄŸu yere aidiyetini temele alan bir yaklaşım geliÅŸtirmeye zorlamıştır. Bu parçalanmışlığı aÅŸmaya yönelik arayışların ise yine ulus devletin kendi çıkarını eksene alarak gerçekleÅŸtirilmeye yönelik olması nedeni ile ümmetin birliÄŸi meselesi sadece çıkar eksenli siyasi bir araçsallığa dönüÅŸmektedir. Ä°ran, Türkiye, Mısır, Ürdün veya Suudi Arabistan gibi ulus devletlerin kendi ulusal çıkarlarını öncelemeleri onları farklı güç odakları ile birlikte hareket etmeye zorlayarak ayrışmayı derinleÅŸtirmektedir. Uzak DoÄŸu ve Asya kıtasındaki müslüman ülkelerin durumu da farklı olmamaktadır. Özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinin iktidar erki olarak dünyayı bir yöne doÄŸru sürekli yönlendirmesi ve belirleyici bir konumu ihtiva etmesi, ümmetin önündeki en büyük siyasal engellerden biridir. Çünkü bu yaklaşım, ulus devletlerin din ile sahici bir iliÅŸki kurulmasını engelleyen bakışları dikte etmekten uzak durmamasına neden olmaktadır. Demokrasi kavramı ve seçim süreçleri aynı zamanda iktidarın belirlenmesindeki etkinliÄŸi de dikkate alındığı zaman para ve iktidar gücünün siyasal bir baskıya dönüÅŸtüÄŸü zeminde müslüman ulus devletlerin dini bir karakteri inÅŸa etmede, eÄŸitim ve kültürde bunu gözetmelerine yönelik güçlü baskıları dikkate aldığımızda ümmet olmanın önündeki derin yarığı görmek kolaylaÅŸacaktır.

Özellikle müslüman ülkelerin iktidar erkleri de batılı erklerle ortak koÅŸullarda hareket etmeleri, eÄŸitimi seküler kılmaları, hukuku seküler bir yapıya taşımaları ve bunun halkın eÄŸitimindeki etkinliÄŸi de dikkate alındığında ortaya çıkan tablo ümmet olmayı geride bırakmayı zorunlu kılmaktadır. Ä°slam’a aidiyet taşıyan hareketlerin, kısır çekiÅŸmeler, mezhebi tutumları yanında ulus devlet karakteri taşımaları da ümmetin oluÅŸumuna derinden karşıt bir tutumun öne çıkışını güçlendirmektedir. Ümmet baÄŸlamında yapılanan, farklı ülkelerde var olan ihvan gibi hareketlerin ise iktidara geldiÄŸi her ülkede dünya erklerinin aktif güçleri tarafından yenilgiye zorlanmaları ve içerden haince iktidardan alaÅŸağı edilmeleri de ümmet fikrinin sürekliliÄŸini yaralayan bir konumu içermektedir.

Ä°slam ve MüslümanlaÅŸmanın entelektüel zeminde güçlü bir entelektüel harekete dönüÅŸmemesi, batılı kültür ve entelektüel havzaya karşı güçlü bir çıkış ortaya koyamaması, gönüllü olarak batılı kültür ve bilimi üzerinden din ile yeni aÄŸlar kurulmaya çalışılması da ümmet ÅŸuurunu gerilettiÄŸi gibi o çalışmaları sekteye uÄŸratmaktadır. Ä°slam Tarihini batılı tarih algısı üzerinden okuyan bir entelektüel havzanın dini yeniden yorumlama arayışları da ümmet ÅŸuurunu derinden yaralamakta ve ortaya çıkan olgulara ve düÅŸüncelere karşı oluÅŸturulan tepkisel neo selefilik gibi hareketlerin tekfirci boyutu da ümmetin önündeki önemli engellerden biri olarak önümüzde durmaktadır. Modernist yaklaşımlar, din ile çaÄŸdaÅŸ bir zeminde yeniden baÄŸ kurma arayışları da birey, toplum ve ulus devlet üzerinden hareket ettiÄŸi için demokrasiyi ve laik bir hukuku öncelemesi de ümmetin birliÄŸini derinden etkilemektedir.

Her ulus devletin içinde Ä°slami hareket olmaya aday hareketlerin kendi dışındaki Ä°slami hareketler ile müÅŸavere yapma arayışları çok sınırlı kaldığı ve kendi ülkelerinde bile farklılıkları öne çıkartan yapılanmalar, birliÄŸe yönelik arayışların sürekli hüsranla neticelenmesini saÄŸlamaktadır. Ä°çerde kendi bütünlüÄŸünü inÅŸa edemeyen bir hareketin bütün ümmeti kuÅŸatabilmesinin imkânsızlığı da ayrıca ümmetin birliÄŸi meselesindeki umudu derinden yaralamaktadır.

Ayrıca entelektüel zeminin zaaf taşıması, modern yaÅŸamın, kültürün ve bilginin deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸümünü ve bunun siyasi ve ÅŸahsiyetin oluÅŸumunu saÄŸlayan karaktere etkisini dikkatten kaçırdığı için o sürecin bir parçası olarak kendi Müslümanlığının zaafa uÄŸramasına imkân tanıması da bir sorun olarak ortada durmaktadır. Son yüz yılı dikkate alarak meydana gelen siyasi, iktisadi ve kültürel kodların deÄŸiÅŸimi dolaylı veya dolaysız bir ÅŸekilde müslüman zihni de etkilemektedir. Bu noktada bugüne kadar sahih ve sahici bir bakışın din ile bütünlüÄŸü koruyan bir iliÅŸki kuramadığı gerçeÄŸi bizi yeni bir arayışa yöneltmelidir. Yoksa ümmetin birliÄŸini ve dirliÄŸini ortaya koyacak bir düÅŸünce ve zihin inÅŸasının mümkün olamayacağını idrak etmek temel bir baÅŸlangıç adımı olacaktır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.