Sosyal Medya

Makale

Susabilsek belki de anlayabileceğiz!

Bu işi de estetikçiler mi yapıyor bilmiyorum ama birçokları dilinin kemiğini aldırmış gibi konuşuyor bugünlerde. İyi bilmediği meselelerde sükutu seçen temkin ehli pek fazla kimse kalmadı. Bir meseleyi iyi bilmediğini bilen de azaldı iyice. Dolayısıyla araba yüküyle konuşulan ortamlarda incir çekirdekleri hiç olmadığı kadar boş kalıyor. Yüzlerce söz söyleme sırası alan var, eveleme gevelemeden, bin kere söylenmiş tekerlemeden, cehaleti açık eden gevezelikten başka söylenen pek bir şey yok. Sadra şifa bir şey çıkmayınca bu laf kalabalığı koca bir gürültüye dönüşüyor ve her yeri işgal ederek ömrümüzü tüketiyor.

“Bir şey olup herkes bir an sustuğunda her şey daha anlamlı geliyor son zamanlarda bana” dedi yanındakine. “Öyle vallahi!” dedi yanındaki, “keşke birileri yılda en azından bir günü ‘Susma Günü’ filan ilan etse de azıcık kendimizi duyabilsek!”

İvan Gonçarov meşhur ‘Oblomov’unda sayıları gittikçe artan bir insan tipi hakkında tespitlerde bulunuyor: “Her duydukları üzerinde inceden inceye fikir yürütürler, ama aslında hiçbir şeyle de candan ilgilendikleri yoktur. Ha böyle konuşmuşlar, ha uyumuşlar, hepsi bir. Konuştukları şeyler kiralanmış elbiseler gibi, kendi malları değildir. Yapacak işleri olmadığı için güçlerini öteye beriye harcarlar. Her şeye sarılan ilgileri, ruhlarının boşluğunu ve sevgi yoksulluklarını kapayan bir örtüdür. Ama orta halli bir yol seçmek ve orada derin bir iz bırakarak yürümek işlerine gelmez; çünkü böylesi can sıkar, göze çarpmaz; çok şey bilmek o zaman işe yaramaz, gösterişe yer kalmaz”

Bizi kendimizle ilgili gerçeklerden saklayan, hatta kaçıran pek çok icat çıktı son yıllarda. Pamuk Prenses’in hain üvey annesininkine benzer yalan söyleyen aynalarımız var. Hiç kimse kendi gerçeğinin yüzüne vurulmasını istemiyor ve kendini hoş tutacak ahbaplarla dolduruyor çevresini. Böylece herkes birbirini hoş tutmuş, birbirinin defolarını örtbas etmiş oluyor. İnsanların şurada burada birbirleri hakkında yaptıkları yorumlara bakın, bu samimiyetsiz ve abartılı ‘ağırlamalar’ı göreceksiniz. Eskilerin deyişiyle “Terakki ne mümkün”, böyle bir durumda! Dostların birbirine acı olan gerçekleri söylemediği, aksine habire birbirlerinin imajlarını cilaladığı bir yerde, hiç kimsenin eksiklerini bilmesi, ayıplarını görmesi, hatalarıyla yüzleşebilmesi mümkün olamıyor elbette.

Nurettin Topçu merhum ‘Ahlak’ isimli kitabında başkalarının sözleriyle kendi hâl-i pürmelalimizden nasıl perdelendiğimize işaret ediyor: “Ruhsal benliği zayıf olan insanlar, kendilerinin sosyal benlikleriyle tanınmasını istiyorlar, onunla övünüyorlar, Başkaları da onlara yaranmak için, gururlarını okşayan sözler söylüyorlar. Böylelikle toplum bizi, kendimizden gizliyor, olduğumuz gibi değil, olmak istediğimiz gibi tanıtıyor. Sahte benliğimiz bizi esir ediyor”

İnsanı öldürmeyen ama günden güne azaltıp eksilten, kalınlaştırıp sığlaştıran öyle zehirler var ki sosyal hayatımızın içinde; bunları yalayıp yutuyor ama zehirlendiğimizin farkında bile olmuyoruz çoğu zaman! Sarhoşluk veren her şeyin azı da haram, çoğu da haram oysa!

Her içeri aldığını nefesmiş gibi tastamam dışarı verirsen sana elbette bir şey kalmaz, hayat böyle!

“Havayla temas ettiğinde bozulan öyle kıymetli sözler var ki” dedi beyaz saçlı adam, “ancak içinde saklı tutabilirsen koruyabilirsin onları!”

 

https://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhan-ozcan/susabilsek-belki-de-anlayabilecegiz-4678235

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.