Makale
Benim Dağlarım
Sert esen rüzgâra, sulu sepken bir yaÄŸmur eÅŸlik ediyor. Rüzgâr yüzümü yalayıp geçerken, yaÄŸmur damlaları şıpır şıpır akıyor alnımdan. Ne bir kayanın yamacına, ne de bir aÄŸacın gölgesine sığınabiliyorum. Yukarıya doÄŸru bakıyorum, dağın zirvesini duman sarmış. Belli ki: “Büyük dağın tufanı da büyük oluyormuÅŸ.” Sonra dönüp aÅŸağıya bakıyorum, uzun ince bir yol kıvrıla kıvrıla uzayıp gidiyor ovaya doÄŸru. Ovaya da sis çökmüÅŸ lakin dağın zirvesinde ki gibi heybetli deÄŸil. KirlenmiÅŸ, alacalı bir hava yayılmış ovanın üstüne. Hiçbir gizemi, çekiciliÄŸi olmayan, pespaye bir duman kaplamış ovayı. Oysa daÄŸların her hali asil ve ihtiÅŸamlıdır. Belki de daÄŸlar bu yüzden, zor zamanlarında insanoÄŸlunu kendine çekiyor. Dünya yaratılırken daÄŸlara önemli bir görev verilmiÅŸ, omuzlarına ağır bir yük vurulmuÅŸ: “Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit daÄŸlar yarattık…” DaÄŸlar, yeryüzünün emniyeti yüklenmiÅŸ. Emniyet ve güven duygusunun en güzel ifadesidir: “DaÄŸ gibi” deyimi. Belli ki dağın asaleti de, vakuru da buradan geliyor. Yeryüzünün emniyeti olan daÄŸlara bu yüzden baÄŸlanıyor, insanoÄŸlu.
Bilmiyorum, kaç zamandır kalakalmışım bu yüce dağın yamacında. Ne zirveye çıkabiliyorum ne de dönüp gidebiliyorum. YüreÄŸinde yer bulabilseydim sana gelmez miydim? Nice zaman oldu senden uzakta, kendi yalnızlığımın tenhasına sığınıyorum, her gece. GüneÅŸin batışıyla, sen uzaklaşırken, gecenin karanlığı üzerime geliyor. Hüzün ve yalnızlık kalıcı misafir yüreÄŸimde. DüÅŸümde görüyorum seni her gece. PeÅŸinden koÅŸuyorum, lakin nefesim kesiliyor, dizlerim tutmuyor. On adım atıyorum, bir adımlık mesafe için. Anlamıyorum, bütün çabalarıma raÄŸmen bir adım atamazken ben, sen nasıl bu kadar hızla uzaklaÅŸabiliyorsun benden. Bazen rüyada olur böyle ÅŸeyler. KoÅŸarsın, onlarca adım koÅŸarsın, nefesin kesilir, yetiÅŸmek istediÄŸin gözden kaybolur gider ama sen olduÄŸun yerde kalakalırsın. Neden hep böyle oluyor, sen koÅŸabiliyorken ben bir adım dahi atamıyorum. Sanki ayaklarım da pranga...
Böyle zamanlarda hayat buz kesmiÅŸ bir nehir gibi akıyor yüreÄŸimde. Gönlümün yamaçlarında çaÄŸlayan bu nehrin kıyısında duruyorum. Uzun uzadıya dinliyorum sesini, hızla akıp giden suyun melodilerinde. Sesin ince bir sızı yüreÄŸimde, bir ağıt yakıyorsun, sözleri düÅŸüyor dilime: “Sermayem derdimdir, servetim ahım. Karardıkça bahtım karalansa da.” Kimin bahtı kara? aklım almıyor, gidenin mi yoksa kalanın mı? bilemiyorum.
Gecenin alaca karanlığında ezan sesi yükseliyor ovadan, aksi sedası yankılanıyor dağın zirvesinde. Diz çöküyorum bir kayanın dibinde, ezanı dinliyorum, kelime kelime. Gece aÄŸarmaya baÅŸlıyor. Bir sabah namazı için tutuyorum çılgın akan ırmağın ellerinden. Sonra kıyama duruyorum, yalnızlığımın gölgesinde. Uzun bir yaÅŸamın piÅŸmanlıkları sarıyor ruhumu. Ben Âdem’in çocuÄŸuyum, af diliyorum uzun süre kalakaldığım rükûda. Ahdimi hatırlıyorum, verdiÄŸim ilk sözü. Vefa sunuyorum secdenin sahibine, uzun uzadıya kapandığım secdede, saygıyla, hürmetle...
Bir başımayım, yalnızlık ÅŸehrinde tutsak kaldım. Kırk yıllık mahallem yabancı bana. YaÅŸadığım sokak bile tanımıyor beni. Hanemde de ne tanıyanım var ne de tanımak isteyenim. Ben, beni tanımazken, kimi kınayabilirim ki: “Benim iÅŸte ben.” diye haykırıyorum. "Adın nedir." diye soruyorlar, susuyorum. Bir süre bekliyorum, anlamsız bakışların hedefin de kalıyorum. Yeniden soruyorum hayretle: “Nasıl tanımasınız beni, benim iÅŸte ben.” diyorum lakin sesim duyulmuyor. Ne kadar bağırsam da deÄŸiÅŸen bir ÅŸey yok, yine tanımıyorlar beni. Bir ömürlük yaÅŸam düÄŸümleniyor boÄŸazımda. Hüzünleniyorum, bedenim, yüzüm, adım kadar önemli deÄŸilmiÅŸ. Bir kelimelik, isim nasıl bu kadar önem kazanmış diye yadırgıyorum. Sonra hatırladığım bir cümlelik zikir dilime düÅŸüyor, tekrar edip duruyorum. Allah “Âdem’e bütün isimleri öÄŸretti” dönüp kendime soruyorum: “Adın nedir.” Cevabını bilmediÄŸim bu suale benim de bir yanıtım yok. Dilimden dökülen kırık dökük birkaç kelime: “Ben adını unutmuÅŸ garip bir yalnızlık...”
Yalnızlığım büyüdükçe yabancılaşıyorum kendime. Artık ne ben gölgeme ait kalıyorum, ne de gölgem bana. Yorgun ve garip bir yalnızlığın bakiyesi olarak kalıyorum. Yaz güneÅŸinde karakışa yakalanmış gibiyim. Öyle ki yaz ayazı vurmuÅŸ gönlüme. Gölgeme düÅŸen kırağıyım ben. Gözlerimde yaralı bir tebessüm yol gösteriyor ayaklarıma. Yalın ayak yola düÅŸüyorum: “Haydi, dolaÅŸalım yüce daÄŸlarda. Dost beni bıraktı ah ile zarda.” mısralarını dinliyorum sesinden. “KeÅŸke ben de söyleyebilseydim, bağıra bağıra yanık bir türkü.” Biliyorum, sana da iyi gelecekti, bana da. Bir umut konuyor sineme, oysa bütün umutlar avucumda esir. Sıkı sıkıya tutuyorum her birini, kimse görsün istemiyorum. Karanlık gecelerin gözyaşını biriktiriyorum. "Kar dağın başına yaÄŸar" derdi eskiler. Oysa her mevsim kar ve yalnızlık yağıyor benim başıma.
Dağın ihtiÅŸamına karşın, ovanın kibrini izliyorum. Anlamıyorum, ova dağın azametini görmüyor mu? Åžayet görüyorsa ki ovanın yüzü daÄŸa bakıyor her daim, nasıl oluyor da daÄŸa karşı büyüklük taslayabiliyor? Ah! Ä°nsanoÄŸlu, dağın asaletine dayanmak yerine ovanın kibrine kapılıyor. Kibrin ve gururun köksüzlüÄŸüne tutunmak nasıl bir duygu, anlamaya çabalıyorum. Bunu anlayabilmek için insanı çözmek lazım belki. Lakin insanoÄŸlu öylesine bir deÄŸiÅŸim yaşıyor ki, tam anladım derken bir baÅŸka boyuta geçtiÄŸini görüyoruz. DoÄŸru bir ÅŸeye tutunamamak öylesine yoruyor ki insanı, durup düÅŸünmesi de mümkün olmuyor. Bu yüzden, “O gerçekten en saÄŸlam kulpa yapışmıştır” ilahi uyarıyı görmesi, duyması neredeyse imkânsızlaşıyor.
YaÄŸmur yaÄŸmaya, rüzgâr esmeye devam ediyor. OlduÄŸum yerde çakılı kalmışım. Kararsızlığım büyüyor, tıpkı yaslandığım daÄŸ gibi. Artık ovada gözüm yok, bunu iyi biliyorum. Lakin daÄŸa tırmanacak takati bulamıyorum kendimde. “GeleceÄŸi ve umudu ovanın kibrinde aramamalıyım.” diyorum. Ovadan davet sesleri yükseliyor, lakin güven vermiyor bana. DaÄŸa bakıyorum başı dumanlı, benim gibi. Gel diye bağırmıyor. Karar senin der gibi bakıyor bana. Çehresinde umut ve güven barındırıyor. BaÅŸka ne aramalıyım ki? Güven ve umut varsa...
Arafat dağının yamacı Âdem, Cudi’nin zirvesi Nuh Nebi için bir liman olmuÅŸtu. Tur’u Sina Musa Nebi’ye, Nurdağı son elçi Muhammed Nebi’ye yüreÄŸini açmıştı. Ebu Kubeys dağında elçiliÄŸini ilan etmiÅŸti. Sevr dağı, ilahi mesajın kutlu yolcuları, Muhammed (as) ve sadık dostuna güvenli bir sığınak olmuÅŸtu. Uhud savaşında, zor zamanlar yaÅŸayan Müslümanlara Uhud dağı baÄŸrını açmıştı. Vazifesini hakkıyla ifa etmiÅŸti Uhud, son Nebi’nin emniyetini üstlenmiÅŸti. DaÄŸların da bir ruhu ve kalbi olduÄŸunu Allah Resulünden öÄŸreniyoruz. Uhud dağına bakıp: “Biz Uhud’u severiz, Uhud’da bizi sever.”
DüÅŸündüm de daÄŸlara olan tutkumuz da, sevdamız da yeni deÄŸilmiÅŸ. Öyle ki, ilk insanla baÅŸlamış bir özlem, büyük bir sevda. Zor zamanlarımızda hep daÄŸlar sığınak olmuÅŸ bize.
Bir ovaya bakıyorum bir de daÄŸa, gözlerim takılı kalıyor dağın zirvesine, dumanına. Bir ses duyuyorum: “Haydi, dolaÅŸalım yüce daÄŸlarda.” Sesin geldiÄŸi yana bakıyorum, sonra da daÄŸa…
Baka kalıyorum öylece...
bayram aktulum
Aralık 25, 2024 Çarşamba 13:58
kalemine sağlık, duygularımıza tercüman olmuşsun.
Ali Bayhan
Aralık 25, 2024 Çarşamba 12:54
emeğine ,kalemine sağlık beni de dağlara götürdü ..
Abuzer Aydın
Aralık 25, 2024 Çarşamba 12:39
Mükemmel bir kalem daim olsun inşaallah