Sosyal Medya

Makale

Tarafsızlık Namussuzluk mudur?

Cemil Meriç’e atfedilen “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur!” önermesi hakkında son yıllarda yaşananlar üzerinden bir satır arası okuması, biraz da analitik bazı çözümleme denemesi yapmaya çalışacağız burada…

Öncelikle önermedeki kavramları “birey/sanık” olarak alamaya ve cümleyi (topluluğu) dağıtıp, elemanları tekerli sorulara/sorguya muhatap kılmakla işe başlayalım.

  • Söyle bakalım ey zulüm! Sen nesin, kimsin, kimlerdensin? Sana bu isimlendirmeyi/tanımlamayı kim verdi, ne için verdi, neye göre verdi? Sen kimin adamısın(!), kime çalışıyorsun, kime göre ve neye göre zulümsün?
  • Esasen ben de bilmiyorum kim olduğumu… Ne olduğum veya ne olmadığım hakkında net değil hiç kimse? Kimilerine göre ben; zorbayım, zalimim, haksızım; gücüm ve gücümü zayıflar üzerinde şiddetle kullanan lanetlinin tekiyim. Lâkin beni bununla itham edenler bile kendi âlemlerinde, içlerinde beni eleştirdikleri şeylerin aynısını başkalarına uygulamaktalar. Örneğin, “Sen diktatörsün, sen zalimsin, sen her şeyi kendine göre yontuyorsun, kendine çalışıyorsun, sen bir katilsin vs.” diyenlerin hayatlarına/eylemlerine bakın onlar da aynı şeyleri farklı isim, farklı unvanlar altında yapmıyorlar mı? Dahası bir coğrafya düşünün “Biz; demokrasi, özgürlük ve adâlet getirmek için yapıyoruz tüm bunları!” diyorlar ki baktığınızda altından ben çıkıyorum. Diğer bir coğrafyaya bakın “Allah için, din için, devlet için, millet için, namus için, dava için…” diye başlayan yüksek perdeden sözlerle eyliyorlar ne ediyorlarsa da gün sonunda beni buluyorlar hep. Renkleri ve dilleri farklı lâkin eyledikleri benim versiyonlarımdan ibaret. Evet, ben kötü bir şeyim(!), iyi olduğumu da hiçbir zaman iddia etmedim ve fakat beni, kendi hasımlarına karşı kullananların nezdinde bazen gerekli, zorunlu ve kaçınılmazım, bazen de can yakıcı, zorba ve durdurulması gerekenim. Sanırım benim kim olduğum ve ne olduğumu ancak sizin “durduğunuz yer” belirliyor. Surların/sistemin içindeyseniz surların/sistemin dışında olan ben; kötü, zorba, isyancı, istilacıyım vezalimin tekiyim. Tersi konumdaysanız yani surun/sistemin dışında bir yerde konuşlanmışsanız ben; iyiliğin temsilcileri, özgürlük savaşçıları, fetih erleri, alperenlerim, kötülüğü yok edenim. Şimdi siz söyleyin hakikaten ben kimim ve neyim!?...

Bu sorgulama neticesinde anladık ki zulmün tanımı, yorumu, yargılanması durduğumuz yere, konumumuza göre değişkenlik gösteriyor. Bunu bir yere kaydederek ikinci terime/sanığa bakalım.

  • Söyle bakalım tarafsızlık, senin hakkında şöyle deniyor: “Taraf olmayan bertaraf olur?” Doğru mu bu söylenen, “taraf olmayan” derken sen, yani tarafsızlık mı kastediliyor burada?
  • Evet, beni kastediyorlar. Lâkin yanıldıkları bir durum da var. Şöyle ki: Bu iddiayı dile getirenlere, beni iki de bir dillerine dolayanların niyetlerine bir bakmak lazım. Birbirleriyle uğraşan, yek diğerinin yokluğu üzerinden varlık inşası derdinde olan ve dahası ötekinin kusurları üzerinden kendine kemalât (olgunluk) devşirmeye çalışanlar için, benim durumum biraz sıkıntılı aslında. Çünkü benim aslım her iki tarafta da olmamak üzerine iken; öteki taraf beni berikilerde, berikiler de beni ötekilerde olmakla itham ediyorlar. Hâlbuki ben, tam olarak her ikisinden de olmadığımı anlatmaya çalışıyorum. Buna rağmen çoğu zaman beni, ötekinin kucağına fırlatıp ondan sonra da oradan beni vurmaya çalışıyorlar. Firavun ehli beni Nemrut’a paslıyor, sonra “Bakın o tarafsıza, nerede görüyor musunuz? İşte görüyorsunuz değil mi Nemrut’a çalışıyor, bakmayın onun masum masum ‘Ben tarafsızım.’ dediğine o bir Nemrut casusudur!” diyorlar. Diğerleri de tam tersi aynı şeyi söylüyorlar. Nemrut ehli de beni Firavun tarafında olduğumu iddia eder durur yani... Hâlbuki ben, “Ne Firavun’unun ne Nemrut’un tarafındayım, o her iki taraftan da ‘tarafsızlığımı’ ilân ediyorum, onlardan beri ve uzağım.” desem de bir türlü inandıramıyorum kendimi her iki tarafa da. Normalde böyle durumlarda aslında benim konumum, o iki ucu sorunlu(!) taraflardan olmayan bir tarafta olduğumdur. Ya İbrahim ya Musa tarafında olduğumu söylesem de çevremde, ortamda bunlara dair bir emâre olmadığı için bir türlü benim nerede olduğumu kestiremiyorlar. Bu yüzden benim hep öteki tarafta olduğumu zannediyorlar. Muhterem sorgucu bey durum bundan ibaret yani…

Bu sorgudan anlaşıldı ki “tarafsızlık” her zaman bertaraf/yok olmak, demek değilmiş. Esasen bu da konuma, yani durulan yere göre değişkenlik göstermekte. Aslında iki ucu sorunlu bir yerde her iki uçtan uzak durup, orta yolu bulma adına itidalli duruşun adıdır “tarafsızlık”…
Elbette bir taraftadır o tarafsızlık, lâkin diğer iki sorunlu(!) tarafın da algılayamadığı, bilemediği, anlayamadığı bir yerdedir. Müşterisi oldukça az olan bir tarafta olmaktır çoğu zaman tarafsızlık; tıpkı hakikatin, doğrunun, erdemin, adâletin tarafı gibi… Tıpkı İbrahim ve Musa’nın tarafı gibi pek bilinemeyen ve az olan tarafta olmaktır “tarafsızlık”…

Gelelim üçüncü ve son sanığımıza…

  • Ey namus! Sen nasıl bir şeysin ki herkesin dilindesin, her şeyin altından sen çıkıyorsun; ha bire millet, seni bir yandan kutsayıp öte yandan lanetliyor? Adına hem sevap kazanılan hem günah işlenen nasıl olabiliyorsun? Hem toplayansın hem dağıtan. İçinde bu kadar çelişkiyi nasıl barındırıyorsun? Söyle bakalım, dökül!
  • Sayın sorgucu, aslında benim özüm, özelliğim oldukça çeşitlidir: Ben kuralım/kanunlarım (nomos), sistemim, âdetim, geleneğim, geleceğim… Bir yanda gezegenler benimle döner, diğer yandan yağmur benimle yağar (nevâmis); öte tarafta melekler özellikle Cebrâil bile benimle anılır, ona “namus-u ekber” derler. Beri tarafta hak, hukuk, adaletim ve tabii en çok bilinen hâlimle ahlâkım, iffetim, şerefim; gençliğin ve geleceğin teminatıyım!...

Görüldüğü gibi her masada varım yani. Bundan dolayı beni öven de çok söven de… Tarihte adıma cinayetler işlendi, hayatlar da karartıldı. Tam tersine hâyâ adıyla ihyâ da ettik, hayatların kurtarılmasına da vesile olduk çok şükür. Lakin çoğu zaman özellikle yığınların zihninde ve dilende anlamımın daraltılmasına, kaydırılmasına ve hatta boşaltılmasından mustaribim…

Namusun sorgusundan çıkan da benzerlik gösteriyor önceki iki kavram gibi. Ona da yüklenen anlam ve pratikteki uygulamalar, söylemler ve iddialarla uyuşmuyor çoğu zaman. Namusa davet edenlerin kendilerinin namussuz olmalarının ortaya çıkardığı ucube durum ise ayrıca düşünülmesi elzem bir hâl esasen.

Öyle ise zulüm, tarafsızlık ve namus gibi temel lâkin üzerinde ciddi ihtilafların olduğu kavramlarla bir önerme, iddia ve yargı oluşturulduğunda daha dikkatli ve rikkatli olmak lazım gelmez mi? Hele ki bu kadar değişken kavramlarla kurulan ve böylesine kaygan bir zeminde ve zamanlarda!...

 

 

Muhammed Ali Alioğlu
18.12.2024

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.