Makale
Suriye Esed ve Dikta
Suriye'de yaşananlar çok bakımdan uyarıcı ve öğreticidir.
1- Tarihin bize öğrettiği en önemli derslerden biri şudur: Adaleti temel almayan rejimler eninde sonunda yıkılmaktadır. Kendi halkının temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almayan iktidarlar, sürekli adaletsizlik üretir. Bu durum halkın iktidara karşı öfke birikimine neden olur. Baskı ve şiddetle ülkesini yöneten her diktatör, eninde sonunda hükmettiği ülkeden kaçmak zorunda kalır.
2- Halkını mutlu etmeyen rejimler salt dış destek ve uluslararası konjonktürün dengelerinden yararlanarak ayakta duramazlar. Salt dış desteğe dayanarak karşılaştığı sorunların üstesinden gelmek oldukça zordur.
3- Her sistem değişikliği sonrası karmaşa ve kaosa açıktır. Bir anlamda yıkmak yeniden inşa etmekten çok daha kolaydır. İslam dünyası yeniden inşa konusunda başarılı örnekler üretememiştir. Arap Baharı ertesinde yaşanan süreç bu gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır.
4- Önemli bir rejim değişikliği yaşanan durumlarda dikkatli hareket etmek gerekmektedir. Yeni sistem inşa ederken eskinin zaaflarına düşmemek yeni mağdurlar yaşatmamak gerekir. Siyasal değişimi bekleyen en önemli tehlike budur.
5- Ortadoğu İslam toplumları dini ve etnik yönden çoğulcu toplumlardır. Suriye'deki gibi bir azınlık diktatörlüğü veya çoğunluk diktatörlüğü kurmak doğru değildir. Ortadoğu'da kurulan halk desteğinden yoksun diktatörlüklerde doğası gereği tek belirleyici iktidar sahipleri olmaktadır. Bu yüzden değişim dönemlerinde siyasal iktidarlara önemli görevler düşmektedir.
6- Özellikle Suriye gibi Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde mutlaka onlar da yeni kurulacak sistemin müzakerelerinde yer almalıdır. Çünkü özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerde çoğu sorun doğrudan ya da dolaylı olarak Kürt sorunuyla ilgilidir.
7- Şimdiye kadar Arap Baharı denilen süreç diktatöryel yönetimlerin yıkılmasından sonra, kaos, karmaşa ve yeniden askeri diktatörlükler üretti. Ne yazık ki, İslam dünyası yıkmak konusunda sergilediği mahareti yeniden inşa etmek konusunda gösteremiyor.
8- Bölgede kurulan askeri, yarı askeri veya sivil diktatörlükler ve BAAS rejimleri sorun çözemediği gibi, doğası gereği bir etnisite üzerine kurulu, milliyetçilik ideolojisini temel alan modern ulus devletler de bölgenin çoğulcu yapısına uygun değildir. Bu anlamda özellikle devlet milliyetçiliğini öne çıkaran akımlardan uzak durmak gerekir. Çünkü milliyetçilik devleti arkasına alıp, siyasal bir desteğe sahip olduğunda zulüm üretmeye son derece yatkın bir ideolojidir.
9- İslam dünyası yaşayacağı kadar sorun yaşamıştır. Artık yeni acılar yaşamamalıdır. Bu nedenle Aziz Peygamberin en önemli siyasal mirası olan yeni bir siyasal model inşa etmek için "Medine Vesikası"nın siyasal ruhunu günümüze taşıyacak bir modelin izini sürmek gerekir. Bunu başarabilecek güç, tarihsel mirasımızda fazlasıyla mevcuttur. İslam dünyasının yeni bir sosyal sözleşmeye ihtiyacı var. Temsilin nasıl olacağı üzerinde tartışılabilir. Önemli olan dini ve etnik grupların katılacağı, taraflardan birinin diğerlerine tahakkümünü önleyen, müzakere ile çerçevesi belirlenmiş bir toplumsal sözleşme yapmaktır.
10- Merkeziyetçi, Tek adamlığa dayalı, askeri ve yarı askeri diktatörlük üretmeye müsait tarihsel mirasla hesaplaşmak gerekir. Bu miras insanı ve adaleti merkeze alan bir anlayışa sahip değildir.
11- Bu tür büyük dönüşümlerde, dönüşüme öncülük edecek kadronun entelektüel, siyasi ve ahlaki birikimi önemlidir. Dünya ve bölgenin gerçeklerini, tarihini, kültürünü, siyasal paradigmasını iyi bilen, tahlil yeteneği üst düzeyde liderlere ihtiyaç vardır.
12- Özellikle Ä°slam dünyasında köklü bir zihniyet deÄŸiÅŸimine ihtiyaç vardır. Yöneticilerin kendilerine dokunulmazlık ve kutsallık izafe eden Allah'ın yeryüzündeki gölgeleri olduÄŸu anlayışı terk edilmelidir. Halifeler " Zilullah fi'l arz" deÄŸildir. Bu anlamda Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa kralına yazdığı mektubunda ben Allah’ın yeryüzündeki gölgesiyim “Ben ki sultânü’s-selâtîn ve burhânü’l-havâkîn tâc-bahÅŸ-ı hüsrevân-ı rû-yi zemîn zıllullâhi fî’l-arzîn...” anlayışı üzerine inÅŸa edilecek bir model kabul edilemez.
13- Dikta yönetimlerinde liderin yanında yer alanlar ile diktatör arasındaki ilişki de bir hayli dikkat çekicidir. Ölümüne kendisini destekleyenleri, onun adına operasyon yürütenleri arkada bırakarak ülkesinden kaçtı Esad. Bir anlamda her tür siyasi kararı veren kendisi olduğu halde, hesabı onun adına hareket edenler ödemektedir. Diktatörlerin ahlaksızlığıdır bu. Zalimliği onlar yapar, bedelin geride kalanlar öder.
14-İnsanın eylemlerini yönlendiren iki temel etken akıl ve egodur. Diktatörler siyasi egosu en yüksek insanlardır. Ego yüksekliği akıl ve ahlakı önemsizleştirir. Bundan dolayı diktatör kendi siyasal iktidarının devamı için her şeyi yapmaya hazırdır. İktidarını kaybetmemek için son ana kadar direnir.
15-Bütün diktatörler pragmatist bir ahlaka sahiptir. İktidarlarının devamı için yapmayacakları hareket, çiğnemeyecekleri ahlak ilkesi yoktur. Pragmatist ahlak, eylemi sonuçtaki yarara göre değerlendirdiği için sürekli mağdur kitleler üretir. Suriye'de yarım yüzyılı aşan BAAS rejiminin yarattığı travmalar tahmin edildiğinden çok daha büyüktür.
16-Diktatörlerin anlam dünyası, öteki saydığı insanları yok etmeye dönüktür. Bu yüzden muhalefet meşru değildir. Çünkü diktatör için doğru olan kendi siyasetidir. Bu siyasete karşı çıkan herkes haindir. Her diktatörlük rejimi insan onurunu hedef alır. En önemli hedef kitle ise farklı düşünen muhaliflerdir. Düşünce özgürlüğünü ortadan kaldıran her yönetim biçimi, zorunlu olarak farklı düşünenleri bastırmak için şiddete başvurur. Şiddete başvurmaya devam ettiği sürece de giderek meşruiyetini kaybeder.
17-Diktatörler, iktidarları için düşman olarak kodladıklarına karşı her tür kötülüğü yapmaya hazırdır. Çünkü düşünceleri kötü olan insanları susturmanın yolu fiziksel varlığını ortadan kaldırmaktır. Suriye zindanları bize bu gerçeği tekrar hatırlattı.
18-Diktatörlerin en büyük zaafları, iktidar, zenginlik ve kadındır. İbn Hişam ve Belazuri'nin naklettiğine göre, Mekke'nin önderleri, iddiasından vazgeçmesi için, Hz. Peygambere, makam, mal ve kadın teklif etmişlerdi. Teklif insanın arzu ve zaaflarına göre hazırlanmış ve reddedilmesi de kolay değildi. Mekke aristokrasisi Hz. Peygamber'den hiç beklemedikleri ret yanıtını aldılar. Bu olay her dönemde yapılacak tekliflerdi. Son dönemlerde çok sayıda insan bu teklifin altında ezildi. Mücadeleye devam etmek yerine, teklifin cazibesine kapıldı. Çünkü insanın değerini neyi reddettiği belirler.
19-Suriye ve Esed ile bağlantılı bir sorun alanı da mülteci sorunudur. Bu sorun bir yanıyla Türkiye modernleşmesi ile ilgilidir. Türk ulusalcıları ile muhafazakar dindarlar arasında, " Biz kimiz? " sorusunun cevabı konusunda derin bir farklılık var. Kemalist ulusalcılar için biz, Türklük temelinde tanımlanırken, Muhafazakar dindarlar kimliğin belirleyici olan ölçütü dini görüyor. Dolayısıyla ulusalcılara göre Suriyeliler başta olmak üzere Araplar öteki olarak tanımlanırken, muhafazakar dindarlara göre tüm müslümanlar biz tanımının içindedir. Suriyeli mültecilere bakış bu anlayış üzerinden tanımlanıyor. Sorun, modern Türkiye'nin unutmak istediği kimlikle yeniden karşılaşmasının verdiği gerilimin doğurduğu bir sonuçtan kaynaklanıyor. Her Suriye analizi birazda bizi anlatıyor.
20-Türkiye'de Kemalist ulusalcı milliyetçilerin( Müsavat DerviÅŸoÄŸlu'undan Ãœmit ÖzdaÄŸ'a, Erol Mütercimler'den Sina AkÅŸin'e) Suriye olayını okumaları gerçekten akıl dışıdır. Prof. Dr. Sina AkÅŸin’in katıldığı bir televizyon programında dile getirdiÄŸi ifadeler son derece önemlidir: "Åžam'ın (Baas/Esed Rejiminin) düşmesi Atatürkçülüğe büyük bir darbedir."
21- "Suriye üniter bir devlet olarak kalmalıdır." iddiasının içeriği bir hayli sorunludur. Çünkü İslam dünyasının en büyük sorunu modern üniter ulus devletlerdir.
22-Suriye'de mevcut durumda nasıl bir iktidar performansı sergileneceği hayati derecede önemlidir. İmkan ve riskleri sağlıklı değerlendirmek çıkış için belirleyici olacaktır.
https://hertaraf.com/koseyazisi-yusuf-yavuzyilmaz-suriye-esed-ve-dikta-4396
Henüz yorum yapılmamış.