Sosyal Medya

Makale

Anlamsızlığın anlamı?

Bu çağda insanın farklı haller yaşaması ve bu haller arasında bir fark bulmamasını sağlayan eşitliğin evrensel yankısı üzerinden uzun zamanlar geçti… Eşitliğin meşru zemini içinde insanın farklı benliklere sahip oluşunun eş değer oluşunun sağladığı meşruiyet zemini içinde yaşanan krizin derinliğinin bir girdap gibi içine aldığı her şeyi yok eden tabiatını saklama adına oluşturulan gürültünün neye tekabül ettiğini dikkatle izlemekte yarar var…

İnsan ortamdır…

Bu ortamın oluşturulduğu zemin üzerinden insanın varlık kazanması kaçınılmaz ise ki öyledir, ağırlıklı olarak en azından; ortamın sahici bir tahlilini yapmanın zeminini bulmak ve zamanını kurmak her aklı başında insana bir sorumluluk olarak düşmektedir. Ancak bu sorumluluğu yerine getirecek bir vasata sahip olabilmenin şartlarına haiz oluşu en temel belirleyen olarak buraya kaydedelim ve böyle bir şartı veya şartları bulmanın imkânsızlığına gönderme yaparak işin ciddiyetini gözler önüne serelim…

Kelimeleri, cümleleri, paragrafları, metinleri eğip bükerek anlamlandırdığımız bir çağın alâmetifarikası, ‘her şeyi yeniden biçimlendirme’ olarak betimlenmektedir. Olayı, olguyu, durumu, gelişmeyi, gerilemeyi, barışı veya savaşı, mücadele ve müdahaleyi sürekli yanlı bir bakış üzerinden okumanın dayanılmaz cazibesi serkeş kılıyor insanı…

İlişkiler ağının; herhangi bir şeyi, bir durumu, bir olguyu, siyasal bir olayı, iktisadi bir olguyu, toplumsal bir hareketi yorumlarken kendi çıkarını önceleyen bir yaklaşımı erdemin bizzat kendisi olarak lanse edilerek gülücükler eşliğinde kendi sahteliğinin farkındalığını göz ardı ettiren bakışın insan ilişkisine getirdiği yeni muhtevayı dile getirecek bir karakterin yokluğu ise ruhların azabı olarak kayıtlara geçmektedir…

Her doğru adımın, her doğru adamın, her doğru bakışın, her doğru ilişkinin, her doğru yaklaşımın sahtelikle ve çıkarla ilişkilendirilerek ispatı zorunlu haller olarak kayda geçirmenin dayanılmaz baskısının oluşturduğu kişilik kırılmalarının oluşturduğu senkronizasyonu açıklayacak bir bilim dalı icat edilemedi daha…

Psikolojik sendromların büyük bir olay ve olgu olarak pazarlandığı bir dünyanın varlığı, anlamın anlamsızlığa evrildiği ‘yalan bir dünyanın’ deşifresine rıza gösteriyor. Bu yalan dünyanın başarısı ise dünyanın en büyük kutlamasına vesile kılınabilmektedir. Olup bitenin insan zihnini aldatan özelliği yanında anlamını derin bir hastalığa duçar kıldığı da gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyor.

Bu durum, anlamsızlığın anlama yöneldiği bir zemini işaret ederken anlamsızlığın meşru bir zeminde kendi hayat hikâyesini kurmayı başardığını da ifadeye kavuşturur. Kelimelerin çift anlamından hareketle hep eksi tarafını öne çıkartan bu yaklaşım, her şeyi nötralize ederken tek yöne doğru bir sevkiyatı da başarıyla sürdürmektedir. Bu yön, eksinin egemenliğinin teminat altına alındığı bir hegemonya kurma arayışının mücessem biçime evrildiği zemindir.

Anlamın anlamsızlığı işaret ettiği bu zeminde psikolojinin trajik ironiler yaratacağını gözlerden ırak tutmamalıyız. Bu ironinin trajediye dönüşmüş halinin süreklileştirilmiş hali yeni trajik ironiler ortaya çıkartacağı aşikârdır. Benliklerin çoğalarak kişilik kırılmalarının oluşturduğu girdabı ise yüzülecek bir olimpik havuza dönüştüren bakışın evrenselliği ruhları sarmalamaktadır.

Her şeyin anlamını yitirdiği bir zaman ve zeminde yaşamanın dayanılmaz hafifliği ile her şeyi yeniden anlamsızlığa irca etmenin hazzının verdiği acıyı yaşarken, etrafımızda olup biten şeylerin ruhumuzda oluşturduğu girdabı profesyonel bir yüzücü gibi karşılayarak yüzmenin verdiği yorgunluğu ve yoğunluğu eğlenerek gidermenin peşini bırakmıyoruz...

İnsan, kendi meşguliyetleri içinde boğulurken, aldığı nefesin kendisini yaşattığını idrak ettiren mekanizmanın derin istidadını ve hegemonyasını çözmenin onu özümsemekten geçtiğini bildiği halde, özümsemenin etkisine girişini sağlama konusundaki başarısı ortada iken, çözüme yönelecek yeni bir iradeye sahip olmanın sarsıcı boyutunu nasıl işaret edebilir ki? Yani uçurumda ip üzerinde yürüyen kişinin gösterdiği itina, titizlik ve dikkatin yoğunlaşmasına sahip kişilerin varlığı zorunlu olmalı ki özümsemenin etkisini yok ederek çözümüne dair bir bakışı ortaya koyalım. Çözüm ortaya çıkmasına rağmen bu çözümün kabulünü sağlayacak bir zeminin ve zamanın varlığını da açığa çıkarmanın sorumluluğu, kişinin akli yetisini dumura uğratmanın bizzat kendisi olabilir. Buradan da sağlam çıkacak kişi, şahitlik üzerinden bir örneklik inşa edebilir bir pozisyonu ortaya koyabilir.

Öncelikle anlam arayışı içinde olanların anlamsızlıklarını görmezlikten gelen bir zaman ve zeminin varlığı işleri daha da zorlaştırmaktadır. Yani ikiyüzlülüğün tavan yaptığı bir dünyanın sahici kalmasının imkânsızlığının verdiği idrak ile hayata karşı küskünlüğünü dahi yaşamaya cesaret edemeyenlerin dünyasında yaşamanın sağladığı konforu bir düşünelim...

Bu konfor kendisine yöneltilen her eleştiriyi boşa çıkartırken, her öneriyi ise elinin tersiyle itmesine neden olacaktır. Yani sihirli bir yaşamın oluşturduğu gamsızlığın ve farkındasızlığın girdabından çıkışını sağlamak ancak o sihri bozacak adımların atılmasına bağlıdır. Ancak bu adımların yeni bir sihir üretmeyeceğinin garantisini sağlayacak zemin ve zamanı bulmak neredeyse imkânsız denecek kadar zor görünüyor. İşte bu şartlarda erdemin uzayda yankı bulduğu, ahlakın ise tarih ötesinde kaldığı ve erdem ile ahlakın en kalın örtüler altında saklı tutulduğu gerçeğini görmek kaçınılmaz olmalıdır…

Anlamsızlığını ilan edenlerin de anlamlı hareketlerine verilecek bir anlamın bulunmayışının oluşturduğu ruh anaforunda boğulmaların kalabalık oluşunun sağladığı acı ve hüzün ile damıtılan gerçekliğin sarhoş ediciliği karşısında diller lal olmaktadır...

Hayatı oluşturan bütün kavramların içinin boşaltıldığı gibi kendi anlamını dışlayan bir içerikle doldurulduğunu da ifade etmekten kaçınmayalım… Yani iletişim dili yanlış bir kurgu ile betimlenerek hep yanlışa kapı açan bir bakışın hegemonik baskısı altındadır. Bu yüzden kavramlar elimizde patlayan el bombalarına dönüşmüş durumdadır.

Çelişiğin bu kadar açık, bu kadar acımasız ve bu kadar gerçek olduğu başka bir zaman ve zemin dilimi var mı? Emin değilim! Ama hakikat uzanılan daldaki meyvenin uzandıkça uzaklaştığı bir durumu, olguyu gösterdiği gün gibi aşikâr...

Bütün bu karmaşa ve kaosun dışına çıkma ihtimali var mı?

Evet, var...

Ancak bir şartla: sıçrama becerisine sahip olanlar... Yani tırtılın kelebeğe dönüştüğü gibi insan içinde bulunduğu atmosferin dışına sıçradığı zaman bu kaosu yenebilme gücünü ve istidadını kazanacaktır...

Binlerce tırtıl kendi halleri üzere varlıklarını idame ederek yok oluşunu beklerler. Ama içlerinden bazıları, çabalar, gayret gösterir, arzu eder ve çıtayı yükselterek kendini; tırtıl olma halini aşarak kelebeğe dönüşür.

Süreç şöyle oluşur:

1. Yumurta Dönemi (Egg): Yaşam döngüsün ilk aşaması yumurtadır. Dişi kelebek yumurtalarını bir yaprağa bırakır. Yumurtaların büyüklüğü bir iğne başı kadardır. Dişi kelebeğin yumurtalarını bir yaprağa bırakma sebebi tırtılların sürekli yemeğe ihtiyaçları olmasındandır. Yumurtalar birkaç gün içinde kırılmaya başlar.

2. Tırtıl Dönemi (Larva): İkinci aşama tırtıl dönemidir. Yumurtalardan çıkan tırtıllar yaşamlarını yaprak yiyerek geçirirler. 12-14 gün içinde büyürler. Büyümeleri sırasında birkaç kez deri değiştirirler.

3.KOZA Dönemi (Pupa): Üçüncü aşama krizalit dönemidir. Bu dönemde tırtılların derisi kalınlaşır. Tırtıl kendisini bir yaprağın sapına baş aşağı asarak koza denen bir kabuk oluşturur. Kelebek olmadan önceki bu üçüncü aşamayı bu kabuğun içinde geçirir. Bu aşama 1 hafta kadar sürer.

4. Kelebek Dönemi: Kelebeğin yaşam döngüsünün son aşamasında artık yetişkin bir kelebek olmuştur. Kelebek kozadan çıktığında nemli ve buruşuktur. Kozasından aşağı sarkık vaziyette durarak kanatlarına kan pompalar. Kuruyup uçabilmesi için iki saate ihtiyacı vardır.

Kozasından çıkamayan tırtıl, yokluğa tevdi olunur, kozasından çıkmaya cesaret gösteren tırtıl ise kelebek olur ve yeni bir yaşam başlangıcına sahip olur. Bu insan içinde geçerlidir: içinde yaşadığı kültür evreni onun kozasıdır. Bu kozanın dışına çıkmak konforu terk etmek anlamına geliyor. Ama eğer bu konfor onu ölüme götürüyorsa buna cesaret edecek bir örneğe ihtiyaç vardır. İşte o ‘kozadan çıkmak aslında bir hayat kazanmaktır’ bakışını diğer tırtıllara göstermek şarttır. Yani kozasından dışarıya çıkmaktan korkan insanlara; hayatın ve anlamın bu kozanın dışında olduğu bakışı idrak ettirilmelidir. Ama önce buna cesaret edecek öncülere ihtiyaç vardır.

Özgürleşmenin ve kendi olmanın yolu; kişinin kendisine dayatılan hegemonik yapılara karşı kendi özgürlüğünü ve istencini ortaya koyarak kendi anlam tarihini oluşturma çabasıdır. Bu yüzden eleştirel tutum ve sürekli arayışı sürdürme ve araştırma arzusunu besleme esasa taalluk eder. Bu kaotik durumdan kurtulmanın yolu kavramları kendi doğru anlamlarına irca edecek bir vasatın oluşumunu sağlamaktan geçtiğini izaha gerek yoktur…

İşimiz zor, ama bir o kadar da kolay...

Vesselam...

Abdulaziz Tantik

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.