Sosyal Medya

Makale

Huzursuz Bacak Hikâyeleri? Fragmanlar...

Siz de oluyor mu?

Yerli yersiz zihninize hücum eden film fragmanlarının iÅŸgali altında kalmak ya da bir roman, bir hikâye veya ÅŸiir anlatılarının zihninizde canlandırdığı betimsel imgelerinin lirik etkisinden saatlerce sıyrılamamak. Veya yeni bir zafer kazandığımızı zannetmek; iki yüz yıllık yenilmiÅŸliÄŸimiz, örselemiÅŸliÄŸimiz, itilip kakılmışlığımız üzerinden deruhte edilen bir duruÅŸun ürettiÄŸi siyasetin meÅŸruluÄŸu ile…

Bana çok sık oluyor.

Bu yüzden yaşam kalitemin düştüğünü bile düşünüyorum.

HiroÅŸima’da, atom bombasının bir an sonra buharlaÅŸtıracağı bir bebeÄŸin yakın plan görüntüsündeki masumiyet. En ufak bir dahlim olmamasına raÄŸmen tuhaf bir vicdan azabı ile kıvranır dururum bütün bir gece.

Cennet gibi bir Japon bahçesinin ay ışığı altındaki gümüşi belirsizliÄŸinde sert ve maÄŸrur bir samurayın yüz hatlarının yumuÅŸadığını görür, kadınının iffet dolu aÅŸk çaÄŸrısına uyuÅŸundaki munisliÄŸe ÅŸaşırırım. Zamanın ve olayların göz ardı edildiÄŸi bu büyülü mekânda birden ortaya çıkan bir çelik ışıltısı samurayı ikiye bölüverirken dahi bu büyü bozulmaz. Ölmekte olan samurayın yüzüne yerleÅŸtirdiÄŸi garip memnuniyeti anlamaya çalışırken sergilenen ÅŸiddetin estetiÄŸine alkış tutmaktan utanırım.

Askerlerin çikolata veya çiklet verdiÄŸi çocukların taÅŸkın sevincinde, savaÅŸ çocuklarının mahrumiyeti üzerinden inÅŸa edilen düşman algısındaki derin taraftarlığı yakalamak sarsıcıdır.  Çocukları en baÅŸta yaÅŸama hakkından mahrum eden düşman da bir insandır ve onun da çocukları vardır muhtemelen. MaÄŸlubiyeti ve ölümü hak etmiÅŸ düşmanı sadece bir düşman olarak algılamamızı isteyen mizansen, düşmanı ailesi ve toplumu içinde bir baba, bir koca, bir işçi olarak algılamamıza izin vermez. Düşman, düşman olarak doÄŸmuÅŸtur, o hep bir düşmandır, bir düşman olarak hep oradadır. Dolaysıyla maÄŸlubiyeti ve ölümü hak etmiÅŸtir. Düşman askeri ile dost askerin arkasındaki iradelerin fütursuz bir bölüşüm savaşında hem fikir oldukları hep gözlerden kaçırılır. Siyaset, bu yıkıcı bölüşüm savaşında inÅŸa etmiÅŸ olduÄŸu metafizik alanlarla ölmeyi ve öldürmeyi meÅŸru hale getirirken ölme ve öldürmenin politiÄŸini ‘aÅŸkınsal bir görev’ ile açıklamaya çalışır. Bu aÅŸkınsal görev; propagandası yapılan ‘yeni hayatlar’ üzerinden yapılandırılan doyum umutlarıdır.     

…                    

Kamera 1970’ler Ä°stanbul’u üzerinde geziniyor. Bir vapur düdüğü, arkasından bir fabrika sireni Haliç’teki doklardan gelen çekiç seslerine karışırken köylü bir Ä°stanbul güne baÅŸlıyor. Göç olgusunu coÄŸrafi bir yer deÄŸiÅŸtirme olayına indirgeyen anlayışın köylülük fetiÅŸizmi irrasyonel tiplemeleri ÅŸehrin orasına burasına serpiÅŸtiriyor. Kaba, anlayışsız her türlü deÄŸerlerden soyunmuÅŸ patron tipi elinde viski kadehi ve purosu ile köyünden yeni gelmiÅŸ güzeller güzeli kızı süzerken duyulan toplumsal nefret doruktadır. Çocuklarını ÅŸehre kaptırmamaya yemin etmiÅŸ çilekeÅŸ Anadolu insanının umutsuz uÄŸraşısında elini kana bulayan bir annenin feryadı ile gözyaÅŸları sel olmuÅŸ akıyor.

Orta sınıf mensuplarının meskûn olduÄŸu bir apartmanın kapıcısı üzerinden bu sınıfa atfedilen olumsuzluklar ve yakıştırılan ahlaksızlıklar hâkim güce hizmet eden bu sınıfın statükoculuÄŸunun kaba bir eleÅŸtirisi olmaktan öteye gidemiyor. Åžehirde siyasi anlatılar bu sınıf üzerinden meÅŸruluk kazanmasına raÄŸmen köylülük üzerinden yapılmaya çalışılan sınıfsızlık çaÄŸrışımları, eÅŸitsizlerin oluÅŸturduÄŸu ÅŸehrin uÄŸultusuna, ‘marjinal’ damgası ile karışıp gidiyor. Yeni göç etmiÅŸ ve sermaye biriktirme peÅŸinde olan büyük bir aile reisinin bu uÄŸraşısı ‘açgözlülük’ olarak sergilenirken, bu uÄŸurda tedavisi yapılamayan çocuÄŸunun ölümünü seyreden bir gelinin evin küçük oÄŸlu olan eÅŸi ile birlikte bir fabrikaya işçi olarak yazılmalarındaki çeliÅŸkiyi hiçbir sosyolojik teori ile açıklamak mümkün deÄŸil. Åžehrin olumsuz yöndeki ‘deÄŸiÅŸtiriciliÄŸi’ tematik olarak sergilenirken ‘birey’ olarak mevcuda karşı çıkma noktasındaki en büyük engel olan ekonomik özgürlüğü de ÅŸehir verebilmektedir.

Kamera uzak çekimde; var ile yok arasındaki çamurlu yollar, daha yapılırken yıkılmışlığı içselleştiren gecekondu mahallelerine bıkkın, yorgun ve umutsuz kıvrılıp giderken şehirden ayrı durmayı bir erdemmiş gibi gösteren soyut bir mutluluk, mahalle kahvehanesinin taşkın neşesinde sizi birden sarıveriyor. Benzer yaşam koşullarını paylaşan gecekondu mahalleleri, böğrüne yerleştiği şehre bir alternatifmiş gibi gösteriliyor. Herkes burada iyi olmak zorundadır. Bu mahallelerdeki grup normuna bağlı iyilik, toplumsal bir baskıyı sinesinde barındırmak zorundadır. Buralarda şehre taşınanlar, ekonomik düzey olarak farklılaşanlar aşağılanır. Bu farklılaşmanın arka planında yatan dinamiklere ahlaksızlık olarak bakılır. Benzer yaşam koşullarının bir arada olma durumu emredici bir durumdur. Bireysellik en ağır suçtur. Komşu kızını, komşu oğlunu sevmek zorundasındır. Makul olan budur. Şehirden birilerini sevmek hep bela getirir. Şehrin varsıllığına özen delikanlılar suç dünyasının maşası ve tetikçisidir. Kızlar ise potansiyel sermaye.

Bu anlatı içinde bir siyaset üretilemiyor. Ãœretilen sığ bir ideoloji. Çevre olmaÄŸa mahkûm edilmiÅŸ ve bu durumun yüceltildiÄŸi bir yalınkatlığın hangi toplumsal talebi olabilir ki.

Åžehre karşı, ÅŸehre raÄŸmen bir yalınkatlık içinde kalınarak örüntülenen sığ ideolojiler, dışsal etkilerle bölgesel veya küresel çaptaki dizayn edilmiÅŸ kırılmalarda ÅŸaÅŸkınlığa uÄŸrarken bu ÅŸaÅŸkınlık, bilinçli veya bilinçsiz hâkim güce eklemlenmelere yardımcı olmaktadır. Bu kırılmaları okumaktan aciz yalınkat siyaset hırçınlıkları veya teslimiyetçilikleri ile bu eklemlenmelerin önünü açılmaktadır.   

Cırcır böceklerinin biteviye korosuna karışan kurbaÄŸa vokali, bulutların arkasına saklanıp duran ayın kararsız, yumuÅŸak, hüzünlü ışığı ile klasik bir kır gecesinin asudeliÄŸi, meÅŸum bir eylemle bozuluyor. Sulama hakkına rıza göstermeyen hain bir köylü, kendi tarlasına doÄŸru suyu yönlendiriyor. Sulama sırası kendisinde olan diÄŸer bir köylü derhal tepki veriyor. Silahlar konuÅŸuyor. Tek amacı kış ortasında aç kalmamak için sudan biraz daha fazla faydalanmak isteyen köylünün bu eylemi adaletsizliktir. Buradaki çatışma benzer yaÅŸam koÅŸullarını paylaÅŸanlar arasında toplumsal bir çatışma olarak lanse edilince yalınkat adalet duygusu üzerinden deruhte edilen çeliÅŸki çıkarsaması havada kalıyor. Sudan biraz daha faydalanmak isteyen köylü bu eylemiyle ne sermaye birikimi peÅŸindedir ne de bir ‘hâkim güç’ olma irade vurgusunu amaçlamaktadır.

AÄŸanın eli silahlı şımarık oÄŸlu avenesi ile birlikte ortalığı yakıp yıkmaktadır. Evli, bekâr, dul ayırt etmeksizin ırzlara tasallut eden bu mendeburu durduracak bir güç yok. Bütün köylü aÄŸaya borçludur ve boyunları aÄŸaya eÄŸiridir. Yağız bir delikanlı ortaya çıkıyor. Yavuklusu kirletilmiÅŸtir. Kirletilen kız, toplumsalı rahatlatacak bir yol seçerek yaÅŸamına son vermiÅŸtir. Ä°ntikam yemininin ardından delikanlı infazlara baÅŸlıyor. AÄŸa ve oÄŸlunun tüm avenesini tek tek öldürdükten sonra aÄŸa ve oÄŸlunu, hafızalardan kolay kolay silinmeyecek destansı bir ÅŸekilde öldürüyor. Delikanlıyı jandarmalar yakalıyor. Jandarmaların arasında elleri kelepçeli mahpushaneye doÄŸru vakur adımlarla ilerleyen delikanlı bir kahramandır artık. Bütün bu olaylar geliÅŸirken ortada olmayan jandarma ve eli kelepçeli delikanlı fotoÄŸrafı mevcut düzen adaletinin esasında kimden yana olduÄŸunu kaba bir anlatımla seyircinin üzerine boca ediyor.

Aristokrat değerlerden yoksun bir derebeyi anlatısı içinde betimlenen ağa tiplemesi, kadim ağa kültürü içinde yozlaşmış bir tip değil esasında. Hep öyle olan ve öyle de olacak bir tipleme seçilmiş. Ağa kim? Köylüsü ile aynı kaderi paylaşmak zorunda olan bir olgu. Üretim için doğal şartlara köylüsü kadar bağlı. Toprağını merkezi siyasetin ulufesi olarak bir hizmet karşılığı veya merkezi siyasete karşı olma duruşunda eylemsizliği seçerek kazanmış. Daha sonra bu kazanımını bir şekilde mülkleştirebilmiş ama bu mülkiyetin illiyetinin meşruluğunu bir türlü kazanamamış. Bununla beraber var olma sebebini işgücünü bir arada tutabilme anlatısı ile açıklayan yalınkat örgütlenmenin getirmiş olduğu benzerliklerin üst bir benzeri.

Toprağına bir sermaye olarak deÄŸil bir servet olarak bakan aÄŸa, köylüsü ile bir çeliÅŸki meydana getirebilecek farklılaÅŸma peÅŸinde deÄŸildir. Ne ürün arttırıcı bir uÄŸraşısı ne de artık deÄŸerin sermayeyi büyültücü sınıfsal bir arka planı var. Yönetsel olarak iÅŸgücünü bir arada tutabilme örüntülerine yerleÅŸtirdiÄŸi minimal iktidarının refleksleri ile yeni olana karşı, eski iliÅŸkilerden yana. Ama bu yanlılık merkezi siyasetin ‘emrediciliÄŸi’ karşısında hiçbir anlam ifade etmiyor. Merkez siyasetin yanında olmak ona çoÄŸu zaman zarar verse de yerel dinamikleri berhava etmiÅŸ merkezi bürokrasisi her türlü örgütlenme üzerinde hâkim ve bu hâkimiyet siyasi bir miras. Bu eÅŸitsiz ve sorunlu iliÅŸkiden aÄŸa-devlet iÅŸ birliÄŸi çıkarsamak ve bu çıkarsama üzerinden aÄŸaya karşı olmayı devrimci bir duruÅŸ olarak göstermek ancak ÅŸekilsel bir modernleÅŸtirme ile geleneksel olanın arasındaki çatışmaya taraf olmaktır. Bu tarafgirliÄŸin adresi ise servetin sermayeye bir türlü dönüşemediÄŸi ve artık deÄŸerlerle sermayenin büyüme ve birikme istidadını ortaya koyamadığı lümpen bir kolektivizmdir. Burada tarihselliÄŸin yazgısal aÅŸamalarını gerçekleÅŸtirme uÄŸraşısı var ise; proletaryayı meydana getirecek olan burjuva devrimi, yalınkat bir adalet duygusunun iÅŸaret ettiÄŸi kırsalda deÄŸil ÅŸehirlerde oluÅŸmaktadır.                                                                      

 Toplumsal gerçeklik adı altında serdedilen bu tematik yaklaşımlar siyasetimizin ne kadar dar ve irrasyonel bir mecrada aktığına iÅŸaret ediyor. Ä°ndirgemeci bir sosyolojinin aÄŸa, patron tiplemesi kadar, işçi, köylü ve orta sınıf tiplemeleri de sorunlu. İşçi olmayı bir türlü kendisine yediremeyen yağız Anadolu delikanlısından bir devrimci çıkaramayan anlayış, toplumsal muhalefeti köyde sığ bir gelenek-modern çatışması ile ÅŸehirde ise ÅŸehirli olmayı kabullenememe olayı üzerinden deruhte etmeÄŸe çalışıyor. Türk aydınının köylülüğe bu kadar sığınmış olmasının nedeni düşünsel yetersizliktir. Düşünsel yetersizlik; geçmiÅŸini daha doÄŸrusu kendisine sosyal genetikle tevarüs eden zihin dünyasını reddetmesi ile yakından alakalıdır. Ä°ÄŸreti kavramlarla toplumsalını anlamaÄŸa çalışan Türk aydını, belletilmiÅŸ teori ile pratiÄŸinin biri birine uymadığını görünce indirgemeci bir yol takip etmek zorunda kalmıştır.

Müezzinin gönülleri okşayan sedası, İstanbul semalarının alacakaranlığını sarıp sarmalıyor. Bohem hayatın tüm uçarılığı ile kendisini yatağına ancak atabilmiş genç bir adam bu efsuni sedayı ilk defa duyuyormuş gibi suçlu ve utangaç bir eda ile yatağında doğruluyor. Gözyaşları içinde ellerini duaya açmış genç adam, arınmışlığın ve günahsızlığın zirvesindedir.

Kendi iç dünyası ile bu ani kurgusal karşılaÅŸmanın toplumsallığının olmadığı aÅŸikâr. Bu aÅŸikârlığın gerilimi, siyasal olan ile nasıl bir iliÅŸki içine girileceÄŸinde düğümleniyor.

Toprakları iÅŸgal edilmiÅŸ, haremi ismetine el uzatılmış, zelil bir yenilgiyi tatmış bir ümmetin çocukları Batı karşısında uzun bir yüzyıl Ä°slam’ın ilerlemeye mani olmayan çaÄŸdaÅŸ bir din olduÄŸunu ispatlamaya çalışırken tarzı siyasetler onu tüm anlatıları ile birlikte siyasal olandan tart etmiÅŸ. Toplumsal karşısında girmiÅŸ olduÄŸu meÅŸruiyet krizi siyasal olanın meÅŸrulaÅŸtırıldığı kamusal alanlardan da el ayak çekmesine neden olmuÅŸ.

Bu gerilim içinde siyasal olan ile girilecek iliÅŸkinin gerekliliÄŸi eklemlenmeci bir anlayışı içselleÅŸtiriyor. Bu eklemlenmeci anlayışın siyasal olana ait tartışmaları, salt bugünün sığlığına sıkıştırılmak zorunda olduÄŸundan ortaya ‘polemik’ külliyatı çıkıyor. Polemik külliyatının tarafları derin çizgilerle biri birlerinden ayrılınca kamplaÅŸmanın getirmiÅŸ olduÄŸu üst anlatılar üzerinden deruhte edilen sığ bir siyaset, birey-toplum-devlet üçlemesindeki iliÅŸkilerde, var olmaya ait meÅŸruiyet krizlerini derinleÅŸtiriyor.

Ana kırılmalarla, konjonktürel değişimlerle, dışsal dinamiklerle elde edilen kazanımları muhafaza etmeye matuf siyaset, verimsiz amaç-araç tartışmaları içinde, oluşturulan minimal iktidar örüntülerini perdelemeye hizmet ediyor. Siyaset mevcudu muhafazaya matuf olunca köklü değişimleri sağlayacak sahih talep ve itirazlar güdük kalıyor. Eklemlenmeci zihniyet eylem planında bu siyasette derinleştikçe, muhalif damar kendisini köreltiyor.

Bu körelmenin vahameti; bu sahih damarı zinde tutan bir düşman algısının artık ortadan kalkmış olması yanılsamasıdır. Batıl, sureti haktan gözükerek hakkı ait olmadığı zeminde yaşamaya zorluyor.

 

Arif ARCAN

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.