Sosyal Medya

Makale

İslami Doğruların Gerçeklik Zemini Var Mı?

Doğruyu hakikatin yaşamımızdaki anlamını taşıyan bir içerik ile düşünüyorum. Farklı doğrular olduğu açık. Ancak bizim için gerekli olan insanın yaşam serüvenindeki anlamını ve bu anlamı inşa edecek hakikatin tezahürüdür. İnsanlık tarihi boyunca bu temel çerçevesi içinde doğrular varlık kazanmışlar ve insanın etrafını sararak ona anlam katmışlardır. Fakat tarihin akışı içinde yeni durumların varlığı ve yeni bakışlar, yeni güçlerin sahneyi alması üzerine o doğruların uygulanma şansı kalmamıştır. İşte bu kaybolan şansın tekrar hayat bulması için tarihte büyük filozoflar ve özellikle de Peygamberler gönderilerek tarihe müdahale edilmiş ve doğruların tekrar insanın hayatındaki anlamlı yerini almaları sağlanmıştır.

Doğru hakikat ile bağını kopardığı andan itibaren veya kopartıldığı andan itibaren yeni doğrular inşa eder ve gerçeklik bu doğrulara göre biçimlenir. Gerçeklik ile doğru arasında kopmaz bir bağ vardır. Her gerçeklik kendi doğrusunu oluşturduğu gibi her doğru da kendi gerçekliğini oluşturma istidadına sahiptir. Bu noktada neyin belirleyici olacağını ise doğru veya gerçeklik hangi güç veya güçler tarafından desteklendiği ile ortaya çıkar. 

Tarihsel seyir, güçlerin sürekli el değiştirdiğini göstermektedir. Bu değişim esnasında yeni gerçeklik zeminleri inşa edilir ve bunlar yeni doğruların hedefi olarak ortaya konulur. Hangisi öncelikli sorusu, gücün kimin lehinde oluşuna göre değişim gösterir. Her peygamber gönderildikten sonra; peygamberin getirdiği doğru öne çıkartılır ve bir avuç inanan tarafından yeni bir gerçeklik zemini kurularak mevcut gerçeklikle çatışma başlar. Eski gerçekliğin doğruları yeni doğrular tarafından tahtından indirilir. Zaten o doğrular, eski doğruların içinin boşaltılmış veya yanlış yorumlanmış biçimleriydiler. Bu yüzden yeni doğrular karşısında bir varlık gösteremezler. Ancak gerçekliği belli bir süre daha sürer. O gerçeklik ile yeni doğruların varlık kazanmasına direnç kazandırılır. Gücü elinde bulunduran gerçeklik yeni doğru için hayatı dar kılar. Sürekli tehdit ve şantajlara başvurur. Hakaret ve her türlü hile, desise ve oyunlar devreye girer. Ancak o yeni doğrulara inanan elit bir topluluk, hem eski doğruları tarihin çöplüğüne ait kılar hem de onun gerçekliğinin bütün dirençlerine rağmen yeni bir gerçeklik inşa ederek doğruya hayatiyet kazandırır. Sonuçta doğru az bir insan tarafından da inanca dönüştürüldüğünde ve bu konuda yeterli bir çaba ortaya çıktığında değişim kaçınılmaz olur. Bu tek yönlü değil, bilakis çift yönlü işler…

İslam kendi doğrularını ortaya koyarak Peygamberinin ‘emin’ sıfatının da sağladığı güven ile birer ikişer kişiler bu doğrulara iman etmeye başlar. O dönemde Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müşrikler var… Her birinin kendisine has doğruları da vardı. Ancak yeni doğrular, hem eski doğruların içeriklerini düzeltti, hem atılması gerekenleri attı, hem ıslah edilmesi gerekli olanları da ıslah ederek mevcut bütün yapıların ortak doğrularını ortaya çıkartarak yeni bir doğruluk inşa etti. Aynı zamanda ilk andan itibaren bu doğruların bir gerçeklik zemininde var olması içinde inananların gerekli olan fedakârlığı yaptıkları bilinmektedir. Böylece yeni bir doğru ve yeni bir gerçeklik zemini kuruldu. 

İnsanın siyasal karakteri ve sosyal yaşamını belirleyen ortaklaşa doğrular iktidar el değiştirdiğinde belirli bir değişim geçirmekten kurtulamıyor. Daha ilk yüz yılda meydana gelen iktidar değişimi, yeni doğrular eklemeye ve yeni gerçeklikler kurmaya yöneldi. Bu iktidar mücadelesi, aynı zamanda kültürel iktidar denilen bir gerçeklik zemini ile yüzleşme mecburiyetinde kaldı.  Önce, felsefi miras ile yüzleşme, sonra mistik tecrübe ve onun düşünsel mirası ile hesaplaşma mecburiyeti ortaya çıktı. Ayrıca yeni iktidar, iktidarını süreklileştirirken, yeni mecburiyetler karşısında kaldı. Şehirleşme, ticaret ve yönetim tekniği açısından eski bakiyelerden destekler alındı. Bu da doğru üzerine yeni bir yaklaşımın varlığını kaçınılmaz kıldı. İşin en güzel tarafı, siyasal iktidar alanı toplumsal iktidar alanı ile eşleştirildiğinde az bir alana tekabül eder. Ve böylece İslam’ın öne çıkardığı doğrulardan uzaklaşma söz konusu olduğunda ulema eleştiri oklarını yöneltti. Aynı zamanda âlimler de dinin doğrularının yeni zeminde yeniden neşvünema bulması adına sürekli bir düşünsel hareketlilik üzerinde varlık kazandı. Geçmiş bilimsel tecrübenin devri de dâhil olmak üzere kendi doğruları üzerinden oluşan düşünsel ve epistemik yapısını sağlamlaştırarak varlığını orta çağın sonlarına ve yakın çağın ilk zamanlarına kadar taşıdı. Sürekli kan kaybetmenin doğal sonucu ve düşünsel serüvenin yeni kapısının değişmesi yeni doğruları ve yeni gerçeklikleri açığa çıkardı. 

Bu yeni doğrular ve kurulan yeni gerçeklik, yeni bir iddia ile yola çıktı: İnsan merkezli bir dünya kurma…  Tarihsel süreklilik bağlamında bu görüş ara sıra ortaya çıkmıştır. Ancak dünya ölçeğinde bir değişime kapı aralamamıştı. Ancak bu sefer adına ‘aydınlanma’ denilen olgu ‘hümanist çağ’ olarak tesmiye edilen şeyin doğru ve gerçekliğini inşa etti. Hem de öyle bir inşa ki kendi dışındaki bütün kültürlerin de bu bakışa mahkûm edici bir güç ortaya çıkardı. Bu güc; hem siyasal, hem teknolojik, hem bilimsel, hem felsefi ve hem de iktisadi olarak yeni bir sistem kurdu. Ve bu sistem her şeyi salt baştan kurdu. 

Her güç gibi bu yeni güç de tarihsel sürekliliği bağlamında yeni kırılmalara kapı araladı. Önce rasyonel, sonra pozitivist, ardından idealist, varoluşçu yorumlar, merkezde pragmatizm olarak öne çıktı. Aydınlanma salt tek boyutlu bir insan tipi üretse de düşünce sürecinde sürekli yenilik arayışları devam etti. Modernlik post modernliğe evrilirken, dinler tamamen etkisiz iken son çeyrekte din tekrar tarihe geri döndü. Tam bir kaos ve çatışma ortamı oluştu. Sürekli insanlar bölündü. Patron -işçi, yönetici- yönetilen, bürokrat- halk, sanatçı, sıradan vatandaş vesaire bölünerek çatışma derinleştirildi. Her seferinde yeni gerçeklikler inşa edildi.  Demokrasi, sürekli yeni sıfatlar alarak varlık sahasını işgal etmeye devam etti. Komünizm üzerinden işçi sınıfı diktatoryası hayalleri kuruldu ancak yirminci yüz yılın son yıllarında berhava oldu. Ama modern çağ; yeni bir doğru ve yeni bir gerçeklik inşa ettiği gibi kendisinden sonra meydana gelen fikri yapıları da belirleyici bir pozisyonu hiç kaybetmedi. Kültürel hegemonya üzerinden de dünya insanlarının büyük çoğunluğunun zihniyetini kendi isteğine uygun bir şekilde inşa edebildi. Hatta farklı kültürlerin yeni düşünce çabalarının içine sızarak onların modernliğin temel kabullerine uyumlu olmalarına özenle dikkat edildi. 

Ama insan varsa arayış devam edecektir. Ve bu arayış, ruhun ve kalbin itminanı sağlanana kadar da sürecektir. İslam dünyası, kendi ayakları üzerine kalkma çabalarına yöneldi. Ancak çoğu yerde kendi doğrularını yaşayacağı bir gerçeklik zemini bulamadı. Bu temel sorunu göz ardı ederek modernliğin ürettiği gerçeklik içinde kendi doğrularını yaşama çabaları ise sonuçsuz kaldığı gözlenmektedir. Bu gerçeği dikkatle düşünmek ve yeni çıkışlara zemin aranırken bu temel gerçekliği dikkate alarak hamle yapmak kaçınılmazdır. Çünkü bir doğru kendi gerçekliği içinde anlamlı olur. Yoksa bir başka gerçeklik zemininde var olmaya çabalarsa kendisinden ödün vermek ve yeni gerçekliğe uygu bir karakter alma zorunluluğunu aşamaz.

Şunu kabul etmeliyiz artık; modern doğru ve onun kurguladığı bir gerçeklik zemini dünya çapında yürürlüktedir. İslam’ın kendi doğrularını yaşayabileceği kendisine ait bir gerçeklik zemini kalmamıştır. Kendilerine İslam devleti denilen devletlere rağmen bu gerçeklik değişmemektedir. İslami hareketlerin bütün çabaları iktidara sahip olmak ve iktidar üzerinden doğrularını yaşamaya çalışmaktı. Ancak, iktidara geldikleri her yerde kendi gerçeklik zeminleri olmadıkları için başka doğrulara yaslanmak ve kendi doğrularının yaşamda bir karşılığının olmadığı tezine katkı sundular. Bu durum dikkate değerdir. Yani iktidar tecrübeleri büyük bir fiyasko ile neticelenmiştir. İran devrimi, Sudan devrimi, Pakistan Devletinin kuruluşu ve sonucu, Cezayir FİS hareketinin iktidara gelmesi ve sonuçları, Lübnan Hizbullah’ının iktidara gelmesi ve bugün geldiği nokta ile İhvan hareketinin tarihsel süreçte iktidar ile imtihanı ve sonuçları, ayrıca Türkiye tecrübesi ve Ak Parti iktidarı ve bugün gelinen noktayı doğru üzerinden değerlendirdiğimizde bambaşka doğruların varlığına ve gerçekliğin hiç değişmediğini söylemek bir vicdan muhasebesinin gereğidir.

İslamcılığın bütünsel olarak ele alındığında yaşadığı tarihsel seyri ve yaşadığı dönüşümleri de dikkatle düşünmeliyiz. Bugün yeni bir harekete olan ihtiyaç açık iken, yeni bir düşünce ve o düşünceye dayalı doğrular ile birlikte bu doğruların hangi gerçeklik zemininde var olacakları sorusu her şeyden daha önemli hale gelmektedir. Yani açık bir şekilde şu tespiti yapalım: İslam dini kendi doğrularını bugün yaşayacağı bir vasat bulamamaktadır. Camilerin içi bile dinin temel doğrularının uygulama bulacağı bir zemini vermemektedir. Bu temel doğruların sosyal yaşantıda ise zaten bir karşılıkları olmamaktadır. Hangi doğruyu veya ahlaki edimi dillendirirseniz, şimdi vakti değil veya şu an şartlar müsait değil, aman ha kurbağaları ürkütmeyelim gibi onlarca şey zikredilerek daha doğmadan ölüme terk edilmektedir. Bu yüzden doğru ile gerçeklik zeminini dikkate alan bir hareketin varlığı doğrunun yaşama dönük varlığı için kaçınılmaz olmalıdır. Bir avuç insan dinin doğrularını yaşamak için kendi gerçeklik zeminlerini kurarak yaşamaya başlasa sorun çözülecektir. 

Bu durumu geciktiren en önemli amil ise; kişilerin doğruları savunması ve ahlaki olana yaptıkları vurgunun dünyevi bir karşılığı ve meşruiyet zeminini kurarken kendisini o değerlerden müstağni saymasıdır. Bu yepyeni bir durumdur. Ve dini doğruların gerçeklik zemini ile buluşmasını engellemektedir. 

Artık korkuları bir tarafa bırakarak insanlığın içinde bulunduğu bu anlamsızlık ve hiçlik dünyasında bir anlam verebilmek için bu dünyayı yok saymak ve hem onun doğrularını hem de onun gerçeklik zeminini de yok sayarak yeni bir gerçeklik zeminini kuracak bir iradeye ve inanca sahip olmaktan geçmektedir. Bu irade ise ancak gerçek bir yüzleşme ile sağlanabilecek bir şeydir. Her şey ile yüzleşme; tarihsel seyri içinde bugüne kadar gelen ve bugünün oluşumunda etkisi bulunan her şey ile bir hesaplaşma olmadan inanç ve irade işe yaramayacaktır. 

Tarihte her zaman istisnai insanlar değişimi başlatmışlardır. Bugünde bu değişimi yine istisnai olan ve olmaya çabalayanlar gerçekleştirebilir. Soru; istisnai olan kimdir? Kim, bu istisnai olmaya güç ve takat getirecektir?

 Sorular cevaplarını beklemektedir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.