Makale
İbrahim neden yüceydi?
Ä°nsan kendisini sürekli bu dünyaya düşürülmüş hisseder; ve etrafındaki her ÅŸeye tayin ettiÄŸi anlam denen arka plan, sırf gerçeklikten ibaret olan varlığıyla ve bütün bir tabiatın fonksiyonlarıyla inatla zıtlaşır. Bu yüzden bizim için hayat hiçbir zaman sırf göründüğü gibi deÄŸildir. Bizi çevreleyen her ÅŸeyin yegane bir gerçekliÄŸi olduÄŸuna inanırız; fakat bu gerçeklik hiçbir zaman bizatihi o ÅŸeyin kendisinden ve sadece tabiat için iÅŸlevsel denen kabiliyetinden kaynaklanmaz. Ä°nsan için bir ÅŸey gerçektir çünkü onun, tıpkı insanın kendi varlığında olduÄŸu gibi, buraya ait olmayan bir kökeni ve fonksiyonu vardır. Bütün bu arka plan ise ancak iman ile açığa çıkar. Bir ÅŸeyin hakiki iÅŸlevini ortaya çıkarmak için ona tayin ettiÄŸimiz anlamın sahiciliÄŸine inanırız, inandığımız ÅŸey var olmak için bu gerekliliÄŸe muhtaçtır zira insan da kendi varlığını aynı ÅŸeye, imanın hakikatine, borçludur. Basitçe varız’dır, çünkü kendi tercihimizle ölümün, yani hiçliÄŸin sızamadığı yaÅŸamın gayritabii denecek sonunun, “gerçek” hayatın baÅŸlangıcı olduÄŸuna inanırız. O halde bir ÅŸeyin sırf ne olduÄŸundan bağımsız olarak bizler için gerçek olmasının yegane gerekliliÄŸi ona iman etmemizdir.
Birçokları için iman basit bir taklide, doÄŸanın insan üzerindeki mutlak zannedilen kuvvetinin taklidine yönelik bir zihinsel tepkimeydi. Ä°nsan, yaÅŸam ve ölüm takdirini kendisine borçlu olduÄŸu göğü, yıldızları, güneÅŸi, daÄŸları, toprağı, hayvanları ve bitkileri taklit ederek kendi kaderi üzerinde iddia sahibi olan tanrılar gibi olmak istiyor; kuvvet ve kudreti olaÄŸanüstü olan ilahi varlıklara özeniyordu. Bu yüzden çoklarına göre ÅŸimdi bizlere tuhaf gelecek ÅŸekilde arkaik insanın kutsala yönelik saplantısı ancak ilahi olanın olaÄŸan her ÅŸeyin üzerindeki mutlak nüfuzu ve insanın bu nüfuzu elde etmeye yönelik arzusundan ibarettir. Fakat neden daha yüce olmak için yokluÄŸu tecrübe etmemiz gerektiÄŸine inanırız? Neden insan için yücelik kendi varlığını bir ÅŸekilde kısıtlamaktan, kontrol altına almaktan, ona zarar vermekten ve hatta onu sonlandırmaktan ibarettir? Niçin doymak için aç kalmamız, konuÅŸmak için susmamız ve nihayetinde “yaÅŸayabilmek” için ölmemiz gerektiÄŸine inanırız? Neden insan mahrumiyeti ilahi olmanın bir önkoÅŸulu olarak görür? Aliya’nın sorduÄŸu gibi niçin kaybedenlere yakınlık hissederiz? Ä°sa ve Sokrates kaybetmiÅŸtir, ucuz kovboy filmlerinde dahi bizi kurbanlara yaklaÅŸtıran ÅŸey nereden kaynaklanmaktadır? Bu sorunun cevabı belki yukarıdaki paragrafta geçen bir cümleyle, “ilahi olanın taklidiyle” izah edilebilir. Fakat eÄŸer bir fark varsa bu da insanın, ilahi olanın güç ve kudretini deÄŸil, failliÄŸini; tabiatın üzerindeki mutlak kuvvetini deÄŸil, kendi varlığını tabiat ve evrenin içerisindeki hiçbir ÅŸeye borçlu olmama durumunu arzuladığı olmalıdır. YokluÄŸu deneyimleyerek daha yüce olduÄŸumuza inanırız çünkü, örneÄŸin hayatımıza herhangi bir gerekçeyle son verdiÄŸimizde, kendimizden baÅŸka hiçbir ÅŸeyin kaderimiz üzerinde bir failliÄŸinin olmadığını ispat etmeye yelteniriz; yahut Camus’un dediÄŸi gibi “hayatı anlamadığımızı, hayatın bizi aÅŸtığını” yahut “hayata tayin ettiÄŸimiz mananın karşılık bulmadığını” itiraf ederiz. “Arzularımızı terk etmek her zaman yüceliktir” çünkü buraya ait olmayan davranış ve düşüncelerimizin karşılık bulacağı baÅŸka bir dünyanın var olduÄŸuna ve ancak ilahi olanın failliÄŸinin taklidiyle var olabileceÄŸimize inanırız. Bu yüzden bir an olsun yaÅŸamdan mahrum kalmamak, soluk alıp vermek için dahi ilahi failliÄŸimizin kökenini her daim hatırlar ve her ÅŸeyin ardında baÅŸka bir gerçeklik olduÄŸunu kanıksarız. Ä°ÅŸte bu gerçeklik imanın kendisidir.
Kierkegaard, “Ä°brahim’i anlayamıyorum, ondan öğrendiÄŸim yegane ÅŸey hayret etmek” diyor ve ekliyordu “Ä°brahim, imanın şövalyesi!”. Çokları için insanın en deÄŸerlisini, yıllardır beklediÄŸi bir çocuÄŸu, gördüğü bir rüya sebebiyle Allah’a kurban etmeye yeltenmek bir çılgınlıktır. Yahut kiÅŸinin imanına hayat ve ölüm ayrımında dahi sımsıkı sarılması, gözünü kırpmadan imanının telkin ettiÄŸi gerçekliÄŸe sahip çıkması, inançlı insanlar için dahi pek de yaklaşılmayacak bir huduttur. Ä°manımızın takdir ettiÄŸi mana, kıymet biçtiÄŸimiz bir ÅŸeyin kaybı ile örtüştüğünde çoÄŸu kez “makul” gerekçelere sarılarak daha “gerçekçi” bir anlamı tercih ederiz. Fakat içten içe de aslında imanın gerekliliÄŸini yerine getirmediÄŸimizi dillendirir, yücelik yerine dünyeviliÄŸi tercih ettiÄŸimizi, korku ve arzularımıza boyun eÄŸdiÄŸimizi tasdik ederiz. Halbuki bu dünyada kendilerine Allah tarafından nimet verilenlerin, imanının hududunu korumak pahasına en deÄŸerlilerinden vazgeçtiklerini sürekli anımsarız. Meryem (as) seçkindir zira annesi Hanne, yaÅŸlılığında Allah’ın bir nimeti olarak dünyaya gelen çocuÄŸunu verdiÄŸi söz gereÄŸi mabede, Allah’ın hizmetine adamıştır; aynı ÅŸekilde Ä°shak (as) ve Ä°smail (as)’ın soyunun kutluluÄŸu Ä°brahim (as)’ın hudutsuz imanından kaynaklanmamış mıdır? Allah, kitabında “Kimin dini; iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen, Ä°brahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, Ä°brahim’i dost edindi”(Nisa-125) buyurarak ÅŸereflerin en büyüğünün imanda hudutsuz olan kuluna tevdi edildiÄŸini aktarmıştır. Böylesi bir yüceliÄŸin Ä°brahim (as)’a tevdi edilmesi, onun Allah’a duyduÄŸu koÅŸulsuz güvenden dolayı olmalıdır.
ÇoÄŸu kez içinden geçtiÄŸimiz zorlu bir sürece veyahut bir ÅŸeyin gerçekleÅŸmesine yönelik duyduÄŸumuz ÅŸiddetli bir isteÄŸe karşı Allah’ın kayıtsız kaldığını düşünür; gerçekten bir mucize veya ilahi bir müdahaleyle Allah’ın bize dair ilgi ve desteÄŸini göstereceÄŸi olaÄŸanüstü bir duruma ÅŸahitlik edemeyeceÄŸimizi hissederiz. Bunun bir neticesi olarak yalnızlık, üzüntü, keder ve terk edilmiÅŸlik duygularımız, vakıanın tesiri kayboluncaya dek bizi sarar. Bu hissiyat, küçük, büyük; basit, kompleks hayatımıza dair her ÅŸeyi içerebilir. Fakat Allah’ın hayatımıza müdahale edip ilgi ve desteÄŸini gösterip göstermeyeceÄŸine dair içimizde oluÅŸan ikilem aslında imanın, hayatımızın yegane gerçekliÄŸini oluÅŸturup oluÅŸturmadığına yönelik hayat boyu sürekli arasında kaldığımız ikilemin kendisidir. Allah’a iman etmek, onun her koÅŸulda kulunun yanında ve arkasında olduÄŸuna, içinde bulunduÄŸu ve bulunacağı hiçbir duruma karşı kayıtsız kalmayacağına güven duymaktır. Bu yüzden denizin yarılacağına, göğün paramparça olacağına, ya da en zor ve sıkıntılı bir zamanda Allah’ın desteÄŸinin her koÅŸula karşı tez imdada yetiÅŸeceÄŸine dair koÅŸulsuz iman böylesi olaÄŸanüstülüklerin gerçekten vuku bulabileceÄŸine yönelik zihinsel bir temele deÄŸil sadece bir hissiyata, imanın sebep olduÄŸu güven hissine dayanır. Allah böylesi bir durumda kendisine duyulan güvenin zerresine şüphe düşürmeyecek yegane yar ve dosttur. KiÅŸinin sadece iman temeline dayanarak Allah ile yaptığı ahidin, Allah’a yönelik fedakarlığın, bir baÅŸkası için hiçbir kıymeti, makul zemini veya tutarlı bir yanı olmayabilir. Fakat koÅŸulsuz güven ve sadakat hissiyle insanın Allah’ı tercih etmesi karşısında asla yalnız ve terk edilmiÅŸ bırakılmayacağı, sevgisinin karşılıksız kalmayacağı, dahası inandığı ÅŸey baÅŸkaları için saçma ve boÅŸ bir hayal dahi olsa eninde sonunda iman eden insanın elde edeceÄŸi bir gerçeklik olacağı vaat edilir. Bu yüzden iman tüm imkanların üzerindedir çünkü Allah’ın kuluna verdiÄŸi güven hissi her koÅŸulun ve gerekliliÄŸin üzerindedir. Bir ÅŸey mümkündür çünkü onun gerçekliÄŸine iman ederiz.
“EÄŸer kullarım sana Benden soracak olurlarsa, iyi bilsinler ki Ben çok yakınım: Bana dua edenin çaÄŸrısına hemen karşılık veririm. Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana tam güvensinler ki, hak yoluna yöneltilsinler” (Bakara 186)
Henüz yorum yapılmamış.