Sosyal Medya

Makale

Gönüllerin Mimarı; Akif Babalı

İçimi ürperten soğuk bir Şubat günü, Cerrahpaşa’ya doğru yola çıkmıştım. Candan yakın kardeşimin can evine, akciğerine işlemiş olan o habis parçayı almak için girişilen ameliyat daha başlamadan sona ermişti. Onkoloji servisleri bir hastanenin en soğuk ve umut kırıcı bölümleridir. Zira uygulanan tedaviler, iyileştirmekten çok çekilen bitmez tükenmez ağrıları gidermeye yöneliktir. O servislerin koridorlarında rastlayacağınız hemen her hasta umutsuzca son günlerini geçiren solgun yüzlü çilekeş insanlardır. Bu kasvetli hava Akif’in odasını görmemle değişti. Odada başka hasta ve refakatçi yoktu. Denize bakan pencerenin kenarındaki yatağın yanında kıbleye doğrultulmuş ve ucu kıvrılmış bir seccade seriliydi. Yatağın öteki ucunda uzun boylu hüzünlü bakışlı ve bitkin bir anne refakatçiydi. Akif’in doğduğu ilk günden beri refakatini biran bile aksatmamış bu anne “Boşuna geldin artık çocuğumun derdine kimse derman olamaz” der gibi manalı manalı baktı yüzüme. Akif ise ağlamaktan şişmiş gözlerini mahcubiyetle gizlemeye çalışarak bana sarıldı. Anlaşılan biraz önce annesiyle, dünyanın bir ayrılık yeri olduğundan bahsedip doya doya ağlamışlardı. Arkasından mümin kardeşlerine birçok güzel örneklik bırakan Akif’ten belki de annesine kalan o inci tanesi gözyaşları olmuştu…

O odada gördüklerim benim için unutulmaz bir ders olarak hafızama kazındı. Kendimi bir şey sandığım her anın sonunda yaşadığım acziyet ve pişmanlıkta bunları hatırlamak, fıtratıma iltica etmeme giden yolu kolaylaştırır. Yani biz Allah’ın kulu, annemizin oğlu ve Müminlerin kardeşleriyiz…

Bu sarı saçlı, mavi gözlü, güler yüzlü, Erenköylü mimarlık öğrencisi ile okulda da aynı dönemde bulunmamız hasebiyle birçok konuda beraber olduk. Ama bu beraberliklerde her zaman önde olan oydu. İslam onun heyecanını diri tutuyordu. Herhalde hidayet üzere olmak bu demek olsa gerekti. Güler yüzü ve ihlaslı oluşu herkese yeter ve hemen her konuda kim koşacak diye beklemeden o koşar adeta bizi arkasından sürüklerdi.

Okulu bitirdikten sonra da okuldan tanıdığı mezun olmuş ya da öğrenci kardeşleri ile irtibatı koparmamış, hayatın içinde şaşırmadan istikamet üzere kalmıştı. İster öğrencilik döneminde isterse mezuniyet sonrasında İstanbul’da yapılan her türlü hayırlı işlerde koşturan iki kişiden biriydi. Hangi taşı kaldırsam altından, biri Akif öteki Ormancı Cemal adlı iki serden geçti çıkıyordu. Bunlar herkesten evvel gidilecek yere gider, orada yapılması gerekenleri bizzat yapar ve gelenler her şeyi hazır bulurdu. Resulullah’ın öncü seriyelerinde görevlendirdiği sahabeler her halde bu Akif ve Cemal gibilerdi… Şimdi ise Akif yok, üstelik Bahattin Yıldız’da yok, her taşın altında ise sadece bitmeyen gayretiyle bir kitapçı Cemal…

Bizler için 1997 bir hüzün yılıydı. Hayati ağabeyin şahadetinden sonra, onu mutad “şehidi anma” toplantılarından birinde görmüştüm. Hepimizi yaşlara boğan Mehmet Bulayır/Ömer Gökalp imzalı o kısa metrajlı filmi seyredip bir şehidi anarken, onun o mavi gözlerinden boncuk boncuk yaşların süzüldüğünü gördüğümü fark edince nasılda mahcubiyet ile yaşlarını silmeye çalıştığını unutamam. Ahzap suresinin 23. ayeti okurken şehit olmak için bekleşenler kısmında hep bu gözyaşları gelir aklıma ve boğazımda bir şeyler düğümlenir okuyamaz olurum.

Müminlerden öyle erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde sadakat ettiler: Kimi (şehit oluncaya kadar dövüşeceğine dair) adağını ödedi (şehit oldu), kimi de (şehit olmayı) bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler. (Ahzap suresi 23)

Bu bir  “Hüsnü şahadet” bir “İyi bilirdik” yazısıdır. Zira doğru örneklikleri unutmak işlerin düzeleceğine dair ümitleri kaybetmektir. Biz Akif Babalı hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz. Ve onu 21 Ağustos 2006 yılında aramızdan ayrılmasının hüznüne, ancak bizden önce, arzuladığımız ve bekleştiğimiz “ Darus Selam’a” gitti bizi de orada bekliyor şeklinde sıyrılıyor vediyoruz ki;

Doğduğu gün, öleceği gün ve diriltileceği gün ona selâm olsun!”(Meryem 15)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.