Makale
ALARGADAN YÜKSELEN ÇIĞLIK
İnsanların kaderini etkileme durumunda bulunan yöneticiler, hangi makam veya mevkide olursa olsunlar, bulundukları makamları kaybetmelerine neden olsa bile, insaflı ve adil olmak şartıyla; her zaman için -gerek yukarı gerekse aşağı yönde olsun fark etmez- doğruyu, gerçeği ve hakkı söylemeyi ahlak edinmek zorundadırlar.
Erdemli davranış, topluma ve Allah’a karşı samimiyet ve sorumluluk bilincine sahip olabilmek ve hatta toplum olarak hep birlikte yok olup gitmemek, bu tür davranışlarda bulunmayı gerektirir. Bana inanmayanlar, bunun böyle olduÄŸunu tarihten ve çaÄŸları aşıp gelen son Elçinin (s) hitabından (Buhari: Bâb-ı Åžerike, 6. BaÅŸlık) okuyabilirler.
Uzakları görebilmek yüksek yerlerde bulunmayı gerektirir. Kaptan köşkü, tepe ve benzeri yüksek yerlerden uzağa doğru bakınca ufku, aşağı bakınca uçurumu görürsün. Ufku kaybetmemek adına, aşağıya doğru bakamadığımız zamanlarda, en azından aşağıda olanların çığlıklarına kulak vermek gerekir ki aşağı düşmeyelim.
Yukarıda ifade edilen ilkeler ışığında, kuşanılan görev ve işgal edilen makamın yüklediği sorumlulukla; 25 yıl boyunca yaşadıklarımın çok küçük bir parçasını, manevi sorumluluğumu hafifletmek adına ve metaforlar eşliğinde paylaşmak isterim. Umulur ki sesimizi bir duyan olur.
Ãœlkeme ve insanıma nice acılar yaÅŸatmış, nice çileler çektirmiÅŸ, nice aileleri yok etmiÅŸ, yok edemediÄŸi ailelerin geride kalanlarına da; “KeÅŸke bende yok olsaydım.” diye feryat ettirmiÅŸ. Kimi zenginleri fakir, kimi fakirleri zengin, kimilerini meÅŸru, kimilerini meÅŸhur eylemiÅŸ. Kimine mahpushaneleri, kimine hastaneleri, kimine çadırları, kimine de sokakları mesken tutturmuÅŸ. BaÅŸka acılar yaÅŸamasına engel olduÄŸundan, mezara giden için belki de bir kısmet, geride kalanlar için mezara hasret oluvermiÅŸ. Ãœstelikte bunu“aynı delikten iki defa sokulmaz.”1 sözüne inat; Erzincan’da, Tokat’ta, Tosya’da, Çankırı’da, Bolu’da, Adapazarı’nda, tekrar Erzincan’da, Gölcük ve Düzce’de, Bingöl, son olarak Van’da aynı sonuçla karşılaşılmış olunmasına raÄŸmen.
Düşünen adam heykelini akıl hastanesinin önüne koyan, mezarlıklardan geçerken ölülere saygı adına müziğin sesini kısıp, yolda, araçta veya meskeninde sonuna kadar açıp, dirilerden bu saygıyı esirgeyen bizler, kendimizi veya kendimizde olanı değiştirmedikçe2 aynı delikten tekrar sokulmaya devam etmemiz kaçınılmaz gözüküyor.
Yıllar öncesiydi, ülkenin en büyük kenti için aynı tehlikenin mevcut olduğu hususu, zamanın şehreminine anlatma fırsatı bulunmuş, etraftaki danışmanlarına rağmen olumlu tepkiler ve talimatlar bizzat kendileri tarafından verilmişti.
Kenti, dolayısıyla tüm ülkeyi tehdit eden o büyük tehlikenin gerçekleşmesiyle oluşabilecek büyük tahribatı önlemek adına yapılacak mücadele kapsamında; ülke donanmasına destek olmak için ülkenin en önemli limanına yanaştırılan gemi, yetenekli tayfalarla donatılmış ve açık denizlere doğru limandan demir alacağı esnada, kaptan, okuduğu bir şiir yüzünden hapse gönderilmişti.
Deniz üzerinde kaptansız kalan gemi ve tayfasına, yeni gelenler tarafından bazen kaçak göçmen muamelesi yapılmış bazen de tayfalar tahliye edilmek suretiyle, gemi batırılmak istenmişti. Olası tepkilerden çekinilmiş olsa gerek, gemi son kertede batmaktan kurtulmuş ve alargada bekletilmeye başlamıştı.
Tayfa, fırsat buldukça gemiyi limana yanaÅŸtırmak için tüm coÄŸrafi yönlere doÄŸru sesleniyor, yeri geldiÄŸinde avazı çıktığı kadar bağırıyor ama kimse umursamıyordu. Çünkü kendi sesinden baÅŸka ses duymak istemeyen veya en doÄŸru sesin kendi sesi olduÄŸuna inananların varlığı her yanı kaplamıştı. “Bu makama getirildiÄŸime göre, doÄŸru olan benim.” diyenlerin olduÄŸu yerde elden de baÅŸka bir ÅŸey gelmiyordu.
Peki ya tüm bunlara sebep olan “ÅŸey” nasıl bir ÅŸeydi, bu gücü ve bu kudreti nereden alıyordu? O “ÅŸey” her ne ise acaba onu alt etmek mümkün olabilir miydi? Peki ya, alargada tutulan gemideki tayfanın kıyıya çıkma umudu kalmış mıydı?
“Savunan adam” olarak hatırladığımız rahmetli büyüğümüz, “Ä°nanç tekeden süt çıkarır, iman var ise imkân da vardır” derdi.
İşte bu iman ve bu inançla yola çıkmış olan deniz yorgunu tayfanın; ilk seferine çıkarken taşıdığı heyecanı, kıyıya çıkma umudu diri tutarken, bu diriliği besleyen temel unsuru ise kaptanın, konudan haberdar olur beklentisi oluşturmaktaydı.
Daha sonrasında ise kaptan, daha büyük bir mücadelenin içine girmiÅŸ, çeÅŸitli küçük büyük cenklerle Kaptan-ı Derya olduktan sonra; bu sefer Cumhur’a Reis olmaya yelken açmış, karşısına çıkan birçok küçük ve büyük fırtınaları da aÅŸarak karaya ulaÅŸmayı baÅŸarmıştı.
Geminin eski süvarisi ülkesi ve milleti için büyük hedeflere doğru koşarken, eski tayfanın sesini duyması pek de mümkün gözükmüyordu. Nasıl mümkün olsun ki, sesimizi o makamlara taşıması gerekenler zaten bizi duymak istemeyenlerdi ve biz hoşa gitmeyecek şeylerden bahsediyorduk.
Bu aslında güzel bir ÅŸeydi, çünkü hoÅŸa gitmeyecek ÅŸeyleri söyleyenlere bizim medeniyetimizde “dost” deniliyordu ve bizler bu “dost”luÄŸu sürdürmeye kararlıydık.
Tüm iyi niyetimizle sesimizi kendimiz duyurmaya çalıştığımızda ise gördük ki, bu tutum da bazı sıkıntıları beraberinde getiriyor ve herhangi bir sonuç da vermiyordu.
Bu arada Van’da yaÅŸanan yeni acılar bizim söylemek istediklerimize tercüman olmuÅŸ ve “Acınacak konuma düşen bir ülkenin yöneticileri olmak istemiyorsak yapılması gerekeni yapın ve bu konuda talebiniz ne ise getirin.” talimatıyla karşılaÅŸmıştık.
Fakat ne yazık ki hazirundaki yöneticiler, liderlerinin sözünü yerde bırakmış ve yine gerekenler yapılmamıştı. Bu talimata rağmen orada bulunan yetkililer, bu sözü nasıl olur da yerde bırakabilmişlerdi?
Orada bulunan bazı yetkililerin kendi aralarında yaptığı konuşmalardan bu soruya cevap bulmak mümkün; ancak, daha doğru bir cevap için bu kişilerin aralarında yapmış oldukları konuşmalardan ziyade, sahip oldukları mantaliteden bahsetmek daha doğru olur.
Aslında bu duruma ÅŸaşılacak bir ÅŸey yoktu çünkü ÅŸimdi olduÄŸu gibi orada bulunan bazı yöneticilere “deniz feneri” hizmetini o “ÅŸey” saÄŸlıyordu.
Artık anlaşılmıştı ki, o “ÅŸey” tüm iyi niyetlere raÄŸmen deÄŸiÅŸmedikçe veya deÄŸiÅŸtirilmedikçe hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmeyecek, o “ÅŸey” in deÄŸiÅŸmesiyle de onunla ilgili olan her ÅŸey deÄŸiÅŸecekti.
DeÄŸiÅŸmesi veya deÄŸiÅŸtirilmesi gereken o ”ÅŸey” bazen “alışılagelmiÅŸ”, bazen “ezber”, bazen de “statüko” adıyla karşımıza çıkmasına raÄŸmen, aslında gerçek adı “zihniyet” olarak bilinçaltımıza kazınan “ÅŸey” di.
Ve o iÅŸle görevli olanların bunu en iyi bilenler olması gerekiyordu. Zira tarih bunu söylüyor ve hatta inanmış oldukları kutsal kitap; “Bir toplum kendinde olanı deÄŸiÅŸtirmedikçe, Allah onların durumunu deÄŸiÅŸtirmez.”3 diye haykırıyor ama tarihte olanlar ve Kitap’ta yazanlar, hayatımızda bir deÄŸer olarak deÄŸil, slogan olarak yer alıyordu anlaşılan.
BaÅŸka bir ifade ile Akif’in ÅŸiirinden mülhem, duvarda asılı duran halini sevdiÄŸimiz kitap, gerçek amaç ve iÅŸlevinden uzak, sadece bazı geceler ve ölüler için okunan bir ayinden öteye geçmiyordu demek ki.
Aksakallı bir büyüğümüz; ağır yük yüklenenleri yalnız bırakmayın, yükünü hafifletmek için çalışın ve “dost” ları olarak hiç bir ÅŸey yapamıyorsanız, en azından sesinizi duyurmaya çalışındiye uyarılarda bulunuyordu ama haddimizi aÅŸmaktan da endiÅŸe ediyorduk.
Haddimizi aÅŸmaya cesaret ettiÄŸimiz bir toplantıda yaÅŸanan bir diyaloÄŸu burada aktarmak isterim. Büyük bir ÅŸehrimizin eski bir üst düzey yöneticisi bir toplantıda; sonradan baÅŸka bir görev için seçilen eski bir yöneticiyi örnek aldığını söyleyerek; “Deprem ile ilgili hiçbir ÅŸey yapmayacağım, deprem olduktan sonra geride kalanlar yapsın.” demiÅŸti:
Bu veciz(!) ifadenin ardından; “1999 depreminden sonra geride kalanlar biziz.” itirazına; birkaç dakika geçtikten sonra, “O deprem bu ÅŸehrin depremi deÄŸildi.” ÅŸeklinde karşılık vererek, sözünün eri olduÄŸunu ve ifadesinin arkasında bir kale gibi durduÄŸunu adeta haykırarak haddimizi bildirmiÅŸti.
Aslında kendisini bu istikrarından dolayı tebrik(!) etmek lazımdı. Zira sözünde durmuÅŸ ve kentin deprem direncini artıracak diÅŸe dokunur herhangi bir ÅŸey yapmamıştı. Hatta sözünün arkasında öyle saÄŸlam durmuÅŸtu ki; “Deprem Allah’ın iÅŸi, Allah’ın iÅŸine ne karışıyorsunuz.” diyen bir arkadaşı depremle ilgili önemli bir birimin başına getirmiÅŸti.
Dünya var olduÄŸu günden bu güne kadar tekrar eden, baÅŸka bir yıkımla son bulacağı güne kadar da tekrar edecek olanı, yıkıcı bir ÅŸekilde son olarak Van’da tekrar yaÅŸamıştık. Bugünden sonra da yine ve yeniden ülkemizinbaÅŸka yerlerinde yaÅŸamaya devam edeceÄŸiz.
İster en son gerçekleşecek olan olsun, ister en sondan önce gerçekleşecekler olsun, tüm bunların üstesinden gelebilmenin tek ve en etkili yolu, o gelmeden önce ona karşı hazırlıklı olmaktır. Bu hazırlığa, ilk başlarda yaptığımız gibi duygu, slogan ve propagandadan uzak biçimde, aklın ve tecrübenin hayatla yeniden buluşturulmasıyla başlayabiliriz.
Vahiyle birlikte; Allah’ın en büyük ayetlerinden biri olan akıl da aslında, yaklaÅŸmakta olanın yaklaÅŸtığını4 ve yaklaÅŸanın gerçekleÅŸmesi durumunda ise artık, kendi yaptıklarımızın karşılığını göreceÄŸimizi5 ve hep birlikte uyduÄŸumuz ilkeler, zihniyet ve liderlerimizle beraber hesaba çekileceÄŸimizi6 söylemiyor mu?
Hiçbir kimseyi doÄŸrulara inanmaya zorlayamazsınız.7 Ama aklınızı kullanmamaktan dolayı üzerinize kötülüklerin yaÄŸdığını8 ve insanların en bayağısının aklını kullanmayan sağırlar ve körler olduÄŸunu9 anladığınızda ise iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸ olur. Çünkü bazıları için; “gerçek” olan ÅŸeyin “gerçek” olduÄŸu ancak, o ÅŸey gerçekleÅŸtiÄŸinde anlaşılır ve o gün artık gelmiÅŸ olur10. O gün geldiÄŸinde ise artık, her ÅŸey için çok geç olur.
Olacak olanın yol almaya devam ediyor olmasında bizim herhangi bir müdahalemizin olması mümkün değilse de sonuçlarının kötü olmamasını ve şehirlerimizin direncini artırmayı sağlamamız mümkün.
Çünkü bu konuda yapılmadık analiz, üretilmedik rapor, söylenmedik söz kalmadığı gibi yapılması gerekenin ne olduÄŸu herkes tarafından da bilinmiÅŸ olmasına raÄŸmen, yapılacak olan ÅŸeyin aslında, konuda hakkında yetkisi olanların göstereceÄŸi “liderlik” olduÄŸu anlaşılıyor. Bir de tabii mevcut ezberlerimizi daha doÄŸrusu zihniyetimizi deÄŸiÅŸtirmek.
Her iki dünya için de iyilik ve güzellik talep etmekle11 emrolunmuş olanlar; bu dünya için diğerini, diğer dünya için de bu dünyayı mahvetmekten vazgeçmek durumundadır. İşte bunu başarabiliriz, başarmak zorundayız.
Peki ya bu mücadele nasıl ve nereye kadar devam edecek. Güzel sözle ve hikmetle çağrımızı iletmeye, mücadelemizi de en güzel tarzda sürdürmeye12 devam edeceğiz.
Hz. Nuh’un davetinden mülhemle; alargada bekleyen gemi tayfası olarak bizden sonra yeni gemi inÅŸa etmek için geride kalanlara veya aynı gemide yol alacak olan etkili, yetkili ve ilgililere, Hz.Nuh’un hakkında yazılanları hayatla buluÅŸturmaya davet ediyor ve diyoruz ki:
Hiç kimsenin gemiden ayrı kalmaması için mücadele edip geleceğe yönelik plan yapmaya devam edin, çünkü Hz. Nuh gemiyi inşa ederken yağmur bile yağmıyordu.
Her zaman ve her ÅŸeye hazırlıklı olun, çünkü Hz. Nuh’a karşı çıkanların başında karısı ve oÄŸlunun geldiÄŸini, yaptıklarınıza karşı çıkacak olanların da hayatını kurtarmak istediklerinizin olacağını unutmayın.
Kaplumbağalar ile çitaların aynı gemide yol aldığını hatırlayıp hızlı olmanın her zaman avantaj olmayacağını ve sakin hareket edilmesi gerektiğini bilin.
Faydasız konuşmaları dinlememeye, yapılması gerekenleri yapmaya çalışın. Nitekim Hz. Nuh gemiyi inşa ederken, halkının bazı ileri gelenleri onunla alay etmekten geri durmuyordu. Daha da önemlisi; fırtınalar ve zorluklar ne kadar güçlü olsa da, Rabbine güvenip aklını kullanırsan ufukta bekleyen bir gökkuşağı daima var olacaktır.
Bu makaledeki metaforlar ile bazı ayetlerden ilhamla kurulan tüm cümleler; ülkesine olan borcunu geri ödeme gayreti içinde olan bir kişinin samimi uyarıları olarak değerlendirildiğinde bir anlam kazanacaktır.
Ve bu uyarılar; ülkesi olup da ülküsü olmayanın içi boÅŸ hurma kütüklerinden13 farkı olmayacağını, ülkesi için ülküsünün gerçekleÅŸtirebilmenin yolunun da, Hz. Yusuf’un kardeÅŸlerinin hesabıyla deÄŸil, Hz. Musa’nın kardeÅŸinin hasbiliÄŸi ile hareket etmekten geçtiÄŸine iman etmiÅŸ birinin uyarıları olarak deÄŸerlendirildiÄŸinde etkili olabilecektir.
Kamunun imkânları ile üretilen bilimsel bilgilerin hayatla buluşturulamaması ve aklımızı kullanmamanın sonucunda, karada ve denizde kendi yapıp eylediklerimizden veya yapmayıp eylemediklerimizden dolayı düzenin bozulacağını14 haykırıyoruz. Bu haykırışı veya bu çığlığı da atmazsak kitap yüklü merkepten15 bir farkımızın kalmayacağına inanıyoruz.
Ama ne yapalım, bu topraklarda maalesef, ne söylendiğinden daha çok kimin söylediğine bakılır ve ifade edilen hususların kimin dudaklarından döküldüğü daha önemli olur.
Ama olsun, biliriz ve inanırız ki; güzel ve doğru bir söz, kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan diri bir ağaç gibidir ve Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur.16 Ayetinden mülhem; bilimsel bilginin ve aklın sağlamış olduğu imkânla, doğru ve güzel olduğuna inandığımız sözleri söylemeye devam edeceğiz ve söylenen bu sözlerin bir gün mutlaka meyvesini vereceğinden zerre şüphe duymamaktayız.
Ve elbette ki; sadece söyleyen deÄŸil, sözü dinleyen de olacağız çünkü “Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar17 buyruÄŸunun da farkındayız.
Dipnotlar:
1.Buhârî, “Edeb”, 83.
2. 3. Kur’an: 13/11.
4. Kur’an: 53/57.
5. Kur’an: 39/70.
6. Kur’an: 17/71.
7. Kur’an: 11/99.
8. Kur’an: 10/100.
9. Kur’an: 8/22.
10. Kur’an: 99/1, 2, 3.
11. Kur’an: 2/201.
12. Kur’an: 3/104, 16/125.
13. Kur’an: 69/7.
14. Kur’an 30/41.
15. Kur’an: 62/5.
16. Kur’an: 14/24, 25.
17. Kur’an: 39/18.
Henüz yorum yapılmamış.