Makale
ÜMMET - Birlikte, Kardeşçe ve İnsanca Yaşam
İnsanoğlu birlikte yaşamak zorundamı?
Sosyal bir çevre olmaksızın insan’ca yaÅŸam imkanı varmı?
Vahyin muhatabı bir toplum mu?, birey mi?..
Muhterem okur!
Bu soruları çoÄŸaltabiliriz. Esas itibariyle, aradığımız ÅŸey, birlikte insanca yaÅŸamın temel ilkeleri ve kodları…
Öncelikle bir kaç tespitten sonra, meramımızı, vahiy eksenli bir perspektiften anlamaya gayret edeceğiz.
1. Ä°nsan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle insan sosyal bir çevre olmadan “insan” kalamaz; yaÅŸayabilir, bireysel varlığını sürdürebilir ancak “insan olamaz-kalamaz”.Yapılan sosyolojik araÅŸtırmalarla bunun böyle olduÄŸu görülmüştür. Ä°nsan beÅŸer doÄŸar, insan olur. Erasmus “Ä°nsan doÄŸulmaz, insan olunur” derken galiba bunu kastediyordu.
2. Toplumun kalitesi onu oluÅŸturan bireylerin kalitesidir. Bir parça, ait olduÄŸu bütünün bütün özelliklerini taşır, bir damlanın, ait olduÄŸu deryanın bütün özelliklerini taşıdığı gibi. Bunun için Kur-an “Siz kendi benliklerinizde olanı deÄŸiÅŸtirmedikçe Allah da sizi deÄŸiÅŸtirmez` derken, sosyolojik bir yasayı bize hatırlatmaktadır. Yani, “eÄŸer iyi bir toplum meydana getirmek istiyorsanız, o zaman o toplumu oluÅŸturan bireyler olarak önce siz kendiniz iyi olun” demiÅŸ olmaktadır.
3. Allah yaÅŸama her an müdahildir. Bunun tersini söyleyenlere, Kur’an müşrik diyor. Bir Müslüman Allah’ın müdahil olmadığı bir hayat alanı olduÄŸunu tasavvur dahi edemez.
4. Din, müntesibini inÅŸaa ile birlikte, kendi toplumunu oluÅŸturmak ister. Zira hiçbir din vicdana mahkûm olmak istemez. Hele insanlıkla yaşıt hak dinin adı olan Ä°slam’ın bir toplum talebinin olmaması asla düşünülemez. Ä°slam’ın tüm peygamberlerinin ilk ve tek iÅŸi tebliÄŸ-davettir. Davetin de sosyal amacı ortak iyinin hakim olduÄŸu bir toplumu oluÅŸturmaktır.
“Oku, kalk, uyar” gibi, Kur’an vahyinin ilk anlarda kullandığı ÅŸahsi hitap bile toplum oluÅŸturma amacına hizmet eder. Model-örneÄŸi inÅŸa etmeden, toplum nasıl inÅŸa edilir? Elbet önce model inÅŸa edilecektir.
Ä°lk indirilen surenin beÅŸ ayeti “doÄŸru anlamayı inÅŸa” içindir. Bilgiyi elde etme, üretme ve iletme problemini dile getirir. Bu durumda ilk inen ayetler, insanın epistemolojik sorununu çözen ayetler olmuÅŸ oluyor.
Duha suresi “Yalnız deÄŸilsin” mesajıdır. “Sırtını öyle bir güce dayadın ki, dünya âlem gelse seni alt edemez” mesajıdır.
Kur’an bu model ÅŸahsiyet inÅŸasının ardından, asli hitabına döner. O hitap ÅŸudur: Ya eyyühellezine âmenû!
Bu hitap Kur’an’da yaklaşık 100 yerde gelir.
Bunun açılımı manaya şöyle yansır: Siz ey iman edenler ailesi!..
Bizi toplum olarak, bir sosyal organizma olarak muhatap almaktadır. Efendimizin `Müminler bir bedenin azaları gibidirler` demesi bunu ifade eder. Bizler, topyekûn bir beden gibiyiz. Daha doğrusu olmalıyız.
Peki, Peygamber Efendimizin tarifine uygun bir toplumsal yapı oluşturabildik mi?..
Cevabımız evet ise, lafı uzatmaya gerek yok.
Hayır ise, ki ben de hayır diyenlerdenim; o zaman bunu neden yapamadık?.. Atalarımız, bizden öncekiler bunu neden başaramadı?.. gibi sorumluluğu ardımızda bırakan mazeretlere sığınmaksızın, hemen şimdi ne yapabiliriz? diye kendimize dönmeli, temel ilkelerimizi belirlemeli ve bu yeni durumun pratiği için bir birey olarak üzerimize düşeni yapmaya koyulmalıyız.
Çünkü, vahiy ilk muhataplarına seslendiği gibi bize de seslenmektedir. Ter u taze, pir u pak bir halde, O na kulak kabartmamızı beklemektedir.
BeÅŸer topluluÄŸunun “insan toplumu”na dönüşmesinin temel ilkelerini, bir toplumu oluÅŸturacak olan bireyin nasıl olması gerektiÄŸini yani örnek ÅŸahsiyeti, bize vahiy, sünnet ve yüzlerce yıllık medeniyet tecrübesi çok açık ve yalın bir ÅŸekilde ortaya koymaktadır. Bizi bekleyen deÄŸim yerinde ise, “”Amerika’yı yeniden keÅŸfetmek” deÄŸil, “KaÅŸif”in nimetlerinden, O nun istediÄŸi gibi istifade etmektir.
Açıklamalarımızın “olan” deÄŸil “olması gerekenler” sadedince anlaşılması gerekmektedir.
Vahyin ve onun evrensel gerçekliği olan akıl zaviyesinden bir kaç misal ile bir kaç kavramın altını doldurmaya çalışalım. Hakkını vermeye gayret ederek inşaallah.
-Ferdin İrade Özgürlüğü
Fert(birey) vahiy ile birlikte direk muhatap alınmış ve eÅŸrefi mahlukat olarak nitelendirilmiÅŸtir. Her bireyin fıtratı Ä°slam üzeredir. Kimini ailesi yada yaÅŸadığı toplumsal çevre bu fıtrattan uzaklaÅŸmasına sebebiyet verir. Lakin, bu böyle olsa bile ona tanınan irade yok edilemez, doÄŸruyu ve hakikatı arayışı sonlandırılamaz. Bu nedenle, hiç bir insandan son ana kadar umut kesilmemeli, o nun yaptığı hatalar, günahlar nedeniyle onun zatı deÄŸil efa’li hedef alınmalıdır. Bu hedef alma vaaz, nasihat, iyiliÄŸi tebliÄŸ, kötülüğü men ÅŸeklinde olmalıdır. Zor ve ÅŸiddetle deÄŸil. Tıpkı vahyin emrettiÄŸi gibi: “Sen onlar üzerinde musaytır(zor kullanan, satır sallayıcı) deÄŸilsin”,“Dileyen bir delille inansın, dileyen bir delille red etsin.”“Mü’minler sözün tamamını dinler, en iyisine uyarlar.”
Dine girerken zorlama,
Dine girdikten sonra da zorlama ve
Dinden çıkmak isteyen için de zorlama yoktur.
-Ailenin Korunması
Bizi dünyaya getiren, binbir türlü zahmetlerle, yemiyen, yediren, giymeyen giydiren ebeveynlerimizle iliÅŸkilerimizde, onların bize bakışlarını hatırda tutmak, yanımızda yaÅŸlandıklarında, onların bizim çocukluÄŸumuzda bize davrandıkları gibi davranmak, “of bile dememek”, “Allah’a şükr etme” emri gibi onlara teÅŸekkürü farz bilmek. Bunu bir minnet olarak deÄŸil bir emri ilahi olarak telakki edip uygulamak. EÅŸimizle armızdaki farkın, bir çift ayakkabının farklılığı ötesinde, üstünlük, efdaliyet gibi yanlış yorumlara sapmadan, Güzel bir örnek ve model olarak tanıtılan Peygamber Efendimiz-Hatice evlilik anlayışını, fedekarlığını ve sadakatini hayatımıza hakim kılmak, kız çocuklarımızla erkek çocuklarımız arasında eÅŸit fırsatlar yaratmakta, cinsiyetinden ötürü birini ötekine tercih etmemek, mal-mülk paylaşımını, bahse konu edinimin kazanılmasında, emekte eÅŸitlik durumu varsa, onlar arsında eÅŸit paylaÅŸmak. KardeÅŸler arasında muhtemel nizaların üstesinden gelebilmek için, adaletten daha üst bir deÄŸer olan merhamete müracaat etmek.
-Komşuluk (Yakın Çevre ile İlişkiler)
“KomÅŸu hakkı bana o kadar emredildi ki, komÅŸu komÅŸuya varis yapılacak sandım”, “KomÅŸusu aç iken tok yatan bizden deÄŸildir” nebevi emirlerini hatırdan çıkarmamak, bu manada “her koyun kendi bacağından asılır” sığ ve dar anlayışını terketmek. “Evinde aç iken kılıcını eline almayanın imanından şüphe ederim” diyen Ebu Zer Äžifari’nin dikkat çektiÄŸi tehlikeyi, özellikle mülk sahiplerinin hatırdan çıkarmaması lazım. Verirken, Allah’ın nimetlerini kullarına bahÅŸettiÄŸi kerem sıfatının birer tecelligahı olma ÅŸerefini hatırda tutarak vermek. DiÄŸer bir ifade ile Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak.
-Devlet-Güvenlik (Savunma-Saldırı-Savaş, Barış)
Mekke dönemi boyunca müslümanlara savaÅŸmaları için izin verilmiyor. Müşriklerin onca baskılarına, iÅŸkencelerine raÄŸmen, eline kılıç alıp savaÅŸmak isteyenlere izin verilmediÄŸini görüyoruz. Bütün Mekke dönemi olan onüç yıl boyunca, mücadele tamamen silahsız bir ÅŸekilde devam ediyor. Onüç yıllık dönemden sonra Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç ediyor. Medine’deki ilk yıllarında, mescit kuruluyor, kardeÅŸlik ilan ediliyor, insanlar bir arada yaÅŸamaya baÅŸlıyorlar. Medine’ye gelirken, mallarını, evlerini, eÅŸyalarını Mekke’de bırakıyorlar ve müşrikler, Müslümanların bu eÅŸyalarına el koyuyor. Hiç birinde para yok, eÅŸya yok, hiçbir ÅŸey yok. Mekke’den yola çıkıp baÅŸka yerlere giden müşriklerin kervanlarını basalım, bize ait olan eÅŸyalarımızı geri alalım, bizim mallarımızı götürüp satıyor, zimmetlerine geçiriyorlar; bunlarla savaÅŸmak gerektiÄŸini, savaşılmadığı takdirde bunların bu iÅŸten vazgeçmeyeceÄŸini söylemeye baÅŸlıyorlar. Israrlı savaÅŸ taleplerine, bir müddet izin verilmiyor.
Savaşa izin yok, salâta ve zekâta devam edin, yani, destekleşmeyi, dayanışmayı, ihtiyaçtan fazlasını vererek, arınmaya devam edin deniliyor. Onlar (Müslümanlar) savaşalım diyor ama savaşa izin yok denen ayet geliyor.
Bir savaş kim için, kimin uğruna ve kime karşı yapılacak?
“Size ne oluyor da Allah yolunda, yani, o ezilen erkekler, kadınlar, yavrular uÄŸrunda savaÅŸmıyorsunuz! Baksanıza! Ey bizim Rabbimiz, halkı zalim olan bu memleketten kurtar, bize bir yiÄŸit gönder diye yalvarıp duruyorlar.”
Gördüğümüz gibi bu ayette, ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda niçin savaşmıyorsunuz diyor. Demek ki savaş kimin uğrunda, kimin için olacakmış: ezilenler, kadınlar ve çocuklar ve Rabbimiz bizi bu zalimlerden kurtar diyerek bir kurtarıcı arayanlar için. Onlar için savaşılması gerektiği söyleniyor. Burada kast edilenler Mekkelilerdir.
İslamilik iddiasındaki bir yönetim, durduk yere bir yere fetih ve işgal hareketi düzenleyemez. Ezilen erkekler, kadınlar, yavrular, çocukların, bizi bu zalimden kurtar diye yalvarması, imdat çağrısında bulunması ve sizi çağırması lazım. Böyle bir çağrı olmadıkça, dünyanın hiçbir yerine, fetih hareketi düzenleyemezsiniz. Savaşa izin yoktur.
Nihayet savaşa izin verilir. Savaşa teşvik ayetlerinin, izin verildi diye başlaması dikkat çekicidir. Önce zorbalık kötü görülüyor, sonra, savaşmaya izin yok, yardımlaşmaya, dayanışmaya, vererek arınmaya devam deniliyor, sonra, niye onlar için savaşmıyorsunuz deniyor, savaşmaya teşvik ediliyor.
“Kendilerine savaÅŸ açılan kimselere savaÅŸ izni verildi. Çünkü onlar zulme uÄŸratıldılar. Hiç şüpheniz olmasın, Allah onlara yardım ulaÅŸtıracak güçtedir. Onlar, Rabbimiz Allah’tır demelerinden baÅŸka hiçbir haklı gerekçeleri olmaksızın, yurtlarında çıkarıldılar.
Gerekçeye bakar mısınız?… “Çünkü onlar zulme uÄŸratıldı. Rabbimiz Allah, demekten baÅŸka hiçbir haklı gerekçeleri olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar.”
Sonra, nihai amacın ne olduÄŸu söyleniyor: “EÄŸer yeryüzünde onlara imkân verirsek…”
Ne yaparlar: destekleşmeyi dayanışmayı ayağa kaldırırlar. Yani, salâtı ikame ederler. İhtiyaçtan fazlasını vererek arınırlar. Zekâtı verirler. Ortak iyiyi emreder, toplumu ifsat eden kötülükleri yasaklarlar. Onlara imkân verildiği takdirde, emri maruf nehyi münker yaparlar. İmkân demek, bir takım emretme, işleri düzenleme, halkın parasını, verdiği vergileri kullanma hakkını elinde bulundurma demektir. İşte bu ayet, bu üçünü açıklıyor: savaşa resmen izin verildiğini, savaşın gerekçesini, zulüm, zorbalık ve sürgün; ve bir imkân verildiğinde, ne yapılacağı.
“Allah insanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı, doÄŸrusu, içinde Allah’ın adı anılan yerler yıkılıp giderdi.”
İşte bu savunmayı yapabilmek için, saldıranlara karşı savaşmak gerekiyor; savaş bunun için caiz kılınıyor. İnsanların evlerine, barklarına, yurtlarına, toplu yaşam alanlara yapılan saldırı olarak da anlayabiliriz.
Daha ileri aşamada, savaş hükümleri; yani, savaş esnasında nelere dikkat edileceği, savaşı kimin başlatacağı, ne kadar savaşılacağına dair hükümler gelir.
“Size savaÅŸ açanlara karşı, siz de Allah yolunsa savaşın. Sakın haddi aÅŸmayın! Çünkü Allah, haddi aÅŸanları sevmez.
Sizi öldürmeye kalkanları, siz de yakaladığınız yerde öldürün. Sizi sürdükleri yerden, siz de onları sürün.
Baskı ve zorbalık, öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i haram da onlar size savaş açmadıkça, siz de onlarla savaşmayın.
Eğer onlar sizinle savaşırsa, siz de onlarla savaşın. İşte, zorbalara verilecek karşılık budur. Eğer vazgeçerlerse, artık bırakın; Allah bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır.
Baskı ve zorbalık kalmayıncaya ve din Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse, zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
Savaşın haram olduÄŸu aylarda, size saldıranlara karşılığını verin, dokunulmazlıklar karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, siz de ona misilleme yapın, Allah’ı kalkan edinin. Bilin ki Allah kendisini kalkan edinenle beraberdir.”
Birinci cümle:
“Size karşı savaÅŸ açanlara karşı siz de Allah yolunda savaşın.” Burada sınırlama getiriliyor. Ä°kinci cümle:
“Sakın haddi aÅŸmayın, çünkü Allah haddi aÅŸanları sevmez.”
Üçüncü cümle:
“Sizi öldürmeye kalkanları, siz de yakaladığınız yerde öldürün.” Bakın, doÄŸrudan doÄŸruya, saldırın, öldürün denmemektedir. Cümleler hep, şöyle yaparlarsa, böyle yaparlarsa diye baÅŸlıyor. Sizi öldürmeye kalkanları siz de yakaladığınız yerde öldürün diyor.
Bakın, dördüncü cümle:
“Sizi sürdükleri yerden siz de onları sürün.” Gidin sürgün yapın, insanları yerlerinden yurtlarından edin diye bir ÅŸey yok, hep ÅŸartlı, bunlar ÅŸartlı cümleler; karşı tarafın saldırmasına baÄŸlı, karşı taraf saldırmadıkça hiçbir ÅŸey yok.
Baskı, zorbalık, öldürmekten daha kötüdür. Bakın yine aynı, şartlı cümleler.
Beşinci cümle:
“Mescid-i haramda, onlar size savaÅŸ açmadıkça, siz de onlara savaÅŸ açmayın.”
Altıncı cümle:
“EÄŸer onlar size karşı savaşırlarsa, siz de onlarla savaşın iÅŸte zorbalara verilecek karşılık budur. Yine ÅŸartlı.
Yedinci cümle:
“EÄŸer vazgeçerlerse, artık bırakın.”
Sekizinci cümle:
”Baskı ve zorbalık kalkıncaya, din Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Åžayet vazgeçerlerse, zalimlerden baÅŸkasına düşmanlık yoktur.”
Bir noktaya dikkat etmeliyiz. Referans gösterdiÄŸimiz ayetlerin baÄŸlamına baktığımızda, şöyle bir manzara var karşımızda: Müslümanlar yutlarından sürüldükten sonra bile zorba Mekkeli müşriklerin, müslümanları Medine’de de rahat bırakmaya niyetleri yoktu. Mekke Medine arası mesafe 487 km. Müslümanların yapmak zorunda kaldıkları ilk savaÅŸ Bedir. Bedir Kuyuları Medineye 15 km uzaklıkta. Ä°kinci savaÅŸ Uhud. Uhud tepesi ile Medine arası yaklaşık 8 km. Üçüncü savaÅŸ Hendek. SavaÅŸa adını veren hendekler Medine’nin etrafına kazılıyor. Müslümanların kendilerini savunmaktan baÅŸka çaresi yok…
-Suç-Ceza
Kur’an’ın müeyyide öngören kırmızı çizgilerinin hukuku’l-ibad (kul hakları) sınıfına giren konularda olduÄŸunu görüyoruz. Bu noktada iÅŸ ahirete bırakılmayıp dünyevi cezalar öngörülüyor: Öldürmek, çalmak, yol kesmek, gasp, hırsızlık, vurgun, soygun, iftira, fuhuÅŸ, zina gibi can, mal, ırz ve namus güvenliÄŸini tehdit eden, ortak iyiyi (maruf) yani insan (kul) haklarını alenen çiÄŸneyen suçlarda hukuk (ÅŸeriat) vazedildiÄŸini görüyoruz. Dünyanın her yerinde hukuk, özü itibariyle bundan ibarettir.
Bu temel başlıkları çoğaltmak mümkün. Lakin, takdir edersiniz ki bütün meramımızı, kast ve niyetimizi bir yazıya sığdırabilme imkanı yok.
En nihayet; demem o ki: “ÇaÄŸdaÅŸ-Küresel Dünya”nın içinde, tamda göbeÄŸinde yaşıyoruz. Bu dünyanın egemen güçleri olan emperyal düşünce yapıcıları, bütün insanlara bir “din” dayatmakta. Bu “din” in adı: Kapitalizm. Asıl maksadı kazanmak olan bir “din”. Kazanmayı sadece kazanmak için isteyen bir “din”. Bu maksadı gerçekleÅŸtirmek için vazgeçemeyeceÄŸi hiç bir ÅŸeyi olmayan bir “din”. Hukuksal, siyasal, sosyal, ekonomik altyapısını bu temel maksada götürecek ÅŸekilde tanzim eden bir “din”. Mabedleri olan, ritüelleri, menasikleri, ibadetleri olan bir “din”. Müslüm-Gayri Müslim herkesin, “tüm yaÅŸam” alanlarını kuÅŸatan bir “din.”
Basit bir örnek verecek olursak; Beytullah ile “beytül ibad”ı içine alan bir fotoÄŸrafa lütfen bir gözatalım.
Kaçamak yapmadan, tumturaklı bahaneler ve avuntulara sığınmadan, baÅŸkasına deÄŸil kendimize dönerek, Yunus’un “bir ben var benden içeru” dediÄŸi benle, bir an baÅŸ baÅŸa kalmayı ve bir muhasebe yapmayı deneyelim. Hali pür melalimizi bir temaÅŸaa etme cesareti gösterelim. Bize vaaz edilen Ä°slam ile dayatılan dinin arasındaki sıkışmışlık halini bir hissedelim.
Ve bir karar verelim!
Evet evet yenilgimizi ilan edelim.
İşe yenilmeyi kabul ederek başlayalım.
MaÄŸlubiyeti iliklerimize kadar hisseden ve yeniden inÅŸaa edilmek için kendimizi “kendimize” bırakalım; Vahyin ÅŸefkatli, merhametli kucağına…
Yüreğimizde vahyin misafirliğine değil ev sahipliğine yer açalım. Bırakalım O bizi değiştirsin. Değiştirmesi için yalvaralım. Dua edelim.
Önce “kendimiz”, sonra yine “kendimiz” için. Böyle yapınca kalmaz ayrılık-gayrılık. Ben-sen ayrılığının esamesi okunmaz olur.
Böyle “ben”lerden meydana gelen toplumu “Allah yeryüzünün varisleri kılmak ister”
O nun isteÄŸi emirdir.
Mutlak olur.
Sonrası kolay.
Nasıl bir sistem kuralım?, Bizi kim yönetsin?, Yönetim ÅŸeklimiz ne olsun? sorularının tamamı anlamını bulmaya baÅŸlar. Ãœmmetin deÄŸmeyin yeniden diriliÅŸine…
Vesselam.
Henüz yorum yapılmamış.