Makale
Sosyoloji İlminin Babası: İbn-i Haldun
Muhterem Okur!
Bu yazımızda, Dünya Ä°lim ve Düşünce Tarihinin, sönmeyen ve hala parlamaya devam eden tek yıldızı diyebileceÄŸimiz bir deÄŸerinden; Ä°bn Haldun’dan bahsetmek isterim.
Özelde İslam Coğrafyası, genelde Dünya Siyaset yapıcılarına ışık tutacağından eminim.
Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadramî veya tanınan kısa adıyla Ä°bn-i Haldun, 1332 yılında Tunus’ta dünyaya gelmiÅŸ ve 1406 Kahire’de vefat etmiÅŸtir.
Ä°bn Haldun’dan önceki tüm tarihçiler olayları tek tek ele alıp, hikâye gibi anlatmış, bir senteze gidememiÅŸlerdir. Ä°bn Haldun ise tek tek fenomenlerden yola çıkarak ünlü tarih tezini öne sürmüş, böylelikle de sosyoloji adını verdiÄŸimiz bilim dalı kendisiyle baÅŸlamıştır.
Yaklaşımları Özellikle köy-kent farklılaşması hakkında toplumsal çözümlemeler getirmiştir.
Köy halkı, kent halkından daha sağlam, mert, özgüveni daha fazla, özgür, köklü ve az bozulmuştur. Köy aile yaşamı, kent aile yaşamından daha dengeli, daha sağlam ve daha huzurludur. Toplumsal bilinç ve duyarlılık, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma köy toplumsal yaşamında daha fazladır. Ayrıca yaşlılara ve kadınlara verilen saygı ve değer de çok daha fazladır.
İbn haldun tüm krallıkların da tıpkı canlı organizmalar gibi doğum, gelişme, duraklama ve ölüm evreleri olduğunu; doğum ve gelişme gibi evrelerin göçebe yaşam kültür ve ahlakının sonucu olduğunu, zamanla kent yaşamına alışan uygarlıklarınsa gerilemeye ve ölmeye başladıklarını (yok olmuş medeniyetleri ve yaşadığı dönemin olaylarını örnek göstererek) ileri sürmüştür.
Tunus ve Fas’ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır’da çalıştı. Kuzey Afrika’nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaÅŸamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Fas Sultanı’nın hizmetinde çalışırken siyasi iftiraya uÄŸrayan düşünür hapse atılmış ve buradan ancak sultanın ölümü sonucu kurtulabilmiÅŸtir. Bundan sonra Endülüs’e giderek elçilik yapmış ve bu arada Ä°spanya Kralı Alfonso’nun hayranlığını kazanmıştır. Kralın, Ä°spanya’da yerleÅŸmesi isteÄŸini kabul etmeyen Ä°bni Haldun, Ä°spanya’dan ayrılarak tekrar Afrika’ya dönmüş, çeÅŸitli Berberî ve Arap devletlerinde siyasi, idari, vazifelerde bulunmuÅŸtur. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Daha sonra Mısır’a yerleÅŸerek Mısır’da 6 defa Maliki kadılığı yaptı.
Fakat adalete düşkünlüğü, tarafsızlığı, siyasi etkilere karşı koyma gücü yüzünden bazı kiÅŸilerin ÅŸikayet ve iftiralarına uÄŸrar. Sultanın huzurunda yapılan duruÅŸmada beraat etmiÅŸse de, gururu incinen düşünür kadılığı bırakarak, bir süre Kahire‘de Camii Esher’deki müdderisliÄŸi ile yetinmiÅŸtir.
Bir devletin/iktidarın nasıl zeval bulacağına, yani çökerek tarihten çekileceÄŸini dair ölümsüz tespitler yapmıştır. Ä°bn Haldun’dan bu yana altıyüz yıl geçmiÅŸ olmasına raÄŸmen tespitleri hala taptaze, hala dipdiri…
Ä°bn Haldun’u günümüze çevirerek söyleyecek olursak, “Devletin sorunu devlet, milletin sorunu millettir. Buna Ali Åžeriati’yi de eklersek; dinin sorunu da dindir. Yani devleti yerinden kımıldatmayan içte bir karşı devlet, milleti kokuÅŸturan içte bir karşı millet, dini uyuÅŸturup afyonlayan da içte bir karşı din vardır.
Kimse, öğretmen “Hey sen” deyince arkasındaki duvara bakan en arka sıradaki öğrenci gibi arkasına veya saÄŸa sola bakınıp durmasın. Kendi içinden kokuÅŸup çürümedikçe ne devleti, ne milleti ne de dini kimse yıkamaz. Bir yerde yokoluÅŸ varsa kokuÅŸmuÅŸluk vardır. Tefessüh (kokuÅŸmuÅŸluk) tezelzülün (onursuzluk, zillet), zillet de zevalin habercisidir.
Mehmet Akif 1913 yılında Ä°bn Haldun’u bir kez doÄŸrulayarak gayet yerinde teÅŸhisi koymuÅŸtu;
“İçerdedir darbe… Dışarıda deÄŸil… Asla deÄŸil!
Sonra olmaz dünyada ezkazara bir şey böyle bil
‘Gökten gelen bela’ sözünün manası yoktur herzedir
En beyinsizler bile zira istikbali kestirir
Gökten inmez bir de hiçbir ÅŸey… Bütün yerden taÅŸar”
Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaÅŸar” (Safahat)
Ä°bn Haldun’a göre devlet asabiyetle kurulur, fakat sadece asabiyetle devam edemez. Devletin bir felsefesi, ideali, doktrini, akılcı bir programı olmalıdır. Sadece asabiyete dayanarak geniÅŸ ve uzun ömürlü devletler kurulamaz. Bu tür asabiyetler bir anda parlar, iktidarı ele geçirir ancak sorunlara akılcı ve kalıcı çözümler bulamayacağı için söner gider.
Öte yandan ideal bir devlet fikrinin de millette kuvvet bulmaya, bir asabiyete dayanmaya ihtiyacı vardır. Peygamberler bile toplumda güç bulduktan, bir asabiyete dayandıktan sonra başarılı olabilmişlerdir. Ancak her asabiyete sahip olanın samimi ve iyi niyetli görüntü vermesine de kanmamalıdır.
Bazıları kendi çıkarları için dini asabiyeti istismar (telbis) eder, sahtekarlık (mülebbis) yaparlar.(Mukaddime, I-488 )
Ä°bn Haldun’a göre bir devletin tabii sınırları vardır. Devlet o sınırlara ulaşınca durur. Devletin sınırlarını arazi ÅŸartları ve coÄŸrafi engeller tayin eder. Fakat daha çok, devletin sahibi olan topluluÄŸun sayısı, hamle kabiliyeti, hücum yeteneÄŸi, teÅŸebbüs ve istila kuvveti daha etkili olur. Bu noktada zayıf olan devletler daha fazla geniÅŸleyemezler. Keza devletin ömrünün uzun olması ve geniÅŸ topraklara uzun asırlar hükmetmesi, asabiyetin güçlü, sayılarının da çok olmasına baÄŸlıdır.
Ä°bn Haldun’a göre “çok sayıda kabilelerin”, “çeÅŸit çeÅŸit cemaatların” bulunduÄŸu topraklarda, kuvvetli, saÄŸlam bir devletin kurulması zordur (Mukaddime, I, 492, 495, 496 ). Acaba Ä°bn Haldun burada saÄŸlam bir devlet için “iç muhalefetin” tümüyle susturulması gerektiÄŸine mi iÅŸaret ediyor? Öyle görünüyor ki onun ÅŸikayet ettiÄŸi ÅŸey çok renkli bir iç muhalefetin “devletin iÅŸleyiÅŸini engellemesi”, “muhalif gurupların birbirini çelmelemesi” diye ifade ettiÄŸi olaylardır.
Yani rejim çalkantıları içinde yaÅŸayan bir devlet haliyle güçlü olamayacaktır. Muhalefetin barışçı yollardan sisteme katıldığı, iç çatışmaların düzene sokulduÄŸu, muhalif gurupların enerjisinin devletin yükselmesine yönlendirildiÄŸi ülkelerde, iç muhalefet devletin gücünü zayıflatan deÄŸil tam tersi artıran bir iÅŸleve sahip olacaktır. Bu durumda çok seslilik, Ä°bn Haldun’un tabiriyle “çok sayıda kabileler, çeÅŸit çeÅŸit cemaatlar” devletin güç kaynakları haline gelecektir. Bu da ancak katılımcı bir sistem içinde mümkündür.
Ä°bn Haldun’un çağında mülkü ilahi bir hak olarak gören hanedanlar ve bu ilahi hakkın kendinde olduÄŸunu iddia eden karşı-hanedanlar kıyasıya bir çatışma içindeydi. Kim güçlüyse o diÄŸerini bastırarak “ilahi hakkı” elde ediyordu. Bir devlette istikrar, muhalefetin barışçı yollardan sisteme katılması yoluyla deÄŸil, güç ve kuvvet kullanıp bastırılarak oluyordu. Baskı gevÅŸeyince muhalefet zembereÄŸinden boÅŸalmışçasına patlıyor, iç savaÅŸlar ve rejim çalkantıları kaçınılmaz hale geliyordu.
Ä°bn Haldun devlette “tek adam” (infirad) yönetiminin doÄŸuÅŸunu da tabii/fıtri kanunlarla açıklar. Şöyle ki: Farklı asabiyetlerden birisi diÄŸerlerini bertaraf ederek mülkü ele geçir. Ä°nsanın tabiatında varolan her ÅŸeye hakim olma dürtüsü giderek “tek adam” yönetimine dönüşür. Ä°ktidarını baÅŸkalarıyla paylaÅŸmaz. Artık her ÅŸeyi kendisi belirler. “Bir küllükte iki horoz olmaz” sözü, Ä°bn Haldun “Åžan ve ihtiÅŸama tek başına sahip olmak mülkün tabiatındandır” ÅŸeklinde ifade eder. ( Mukaddime, I, 499). Bugünün sosyoloji diliyle ifade edecek olursak Ä°bn Haldun’a göre bir sosyal devrim, bir toplulukta arzu, iÅŸtiyak ve hak talebinin (mutalebe) doÄŸması ile baÅŸlar. Güçlü bir asabiyet (ordu veya halk desteÄŸi) oluÅŸturarak iktidara yürür. Ä°ktidarı ele geçirince devrimi birlikte gerçekleÅŸtirdikleri diÄŸer ortaklar bertaraf edilir. Bir tek kiÅŸinin iradesi diÄŸer bütün kesimlere egemen kılınır. Muhalefetin bastırılmasıyla istikrar saÄŸlanır. Devrim, böylece devlete dönüşür.
Devlet olmak rahatlık, bolluk ve refah getirir. Devlet iyice oturur, statükolaşır. Artık devlet olmanın getirdiği ağırbaşlılıkla hareket edilir. Yeni kurulan devlet önceki devlete galip gelmiş olsa da eğer medeniyetçe geriyse onu taklit eder. Önceki devletin, gelenek ve göreneklerini içselleştirerek devam ettirir. Bu, bedevilikten hadariliğe doğru bir evrilmedir (tatavvur, inkişaf, tekamül). Nihayet giderek asabiyet çözülür, devrim yıllarından kalma heyecan ve coşku kaybolur. Devlet olmakla ağır ve hantal bir statüko oluşur. Tören ve merasim devleti haline gelinir. Devletin sahibi yeni ataklar yapmak yerine devletin ilk kuruluş yıllarındaki töreleri (kanun-u kadim) korumaya ve muhafaza etmeye yönelir. Bunlardan ayrılınca devletin yıkılacağını sanarak koyu bir devlet muhafazakarlığı geliştirir.
Giderek lüks ve konfora dalınır, israf artar.
Devlet asabiyet mensupları arasında pay edilir.
Devletin her bir köşesi asabiyet (burada hanedan) mensuplarının şahsi çiftliklerine dönüşür.
Milletin devleti temellükü ve temerküzü (kamusal ruh) kaybolur.
Devlet, bir gurubun kendi arasında dönüp dolaşan ayrıcılıklı bir kulübe dönüşür.
Makam, mansıp, şan, rütbe ve terfiden başka hiç bir şeyi gözü görmeyen bir asalaklar topluluğu ürer.
Devletin manevi temeli ganimetçiliğe kayar.
Hanedan, sülale, aile veya bir gurup azınlığın menfaatleri “Devletin ali menfaatleri” olur.
Devletin bütün enerjisi bu ayrıcalıklı sınıfların çıkarını koruma ve kollamaya yönelir.
Artık devlet milletten ontolojik olarak kopmuştur.
Millet, bu asalaklar topluluğunu doyurmak için elinde avucunda ne varsa verir. Vergi, mahsul, ürün vs. hepsini doymaz bir iştahla bu asalaklar yer yutar.
Devletin kasası açıldıkça açılır. Açıkları kapatmak için bir taraftan yeni vergiler konulur, diğer taraftan borçlanmaya gidilir.
Devlet, bir gurup azınlığın “har vurup harman savurduÄŸu” (israf ve terbiz) bir çiftliÄŸe dönüşmüştür.
Bu durumda devleti elinde tutan topluluk acze düşer, dışardan veya içerden yeni asabiyet dalgaları yükselir. Buna karşı koyamayınca artık o devlet için sonun başlangıcı (mahv, zeval) gelmiş demektir.(Mukaddime, I, 499-505).
Ä°bn Haldun’un anlattıklarından devletlerin doÄŸuÅŸu ve çöküşü ile ilgili aÅŸamalı beÅŸ dönem çıkarılmıştır. Buna göre bir devlet kuruluÅŸ, geliÅŸme, yükseliÅŸ, duraklama ve gerileme dönemleri olmak üzere beÅŸ safhada ele alınır. Ä°bn Haldun, organizmacı ümran kuramına paralel olarak devletleri insanlara benzetir ve genellikle bir devletin ömrünün 120 yıl kadar olacağını söyler. Bunu biraz kısaltmak veya uzatmak mümkündür. Bütün bu dönemlerde yukarıda anlatılan haller vuku bulur (Mukaddime, I, 505).
Ä°bn Haldun, mülkün tabiatıyla ilgili oldukça önemli bir fasıl daha açarak “tam bağımsızlık” (mülk ale’l-hakika) hakkındaki görüşlerini açıklar. Buna göre bir devlet (mülk) dahili egemenlik, vergi toplayabilmesi, elçiler gönderme (dış dünyaca tanınma), sınırları koruma ve yabancı himayesine girmeme ile tam bağımsız olur. Bunlardan birisi eksik olursa o devlet tam bağımsız deÄŸildir (Mukaddime, I, 537).
Demek ki Ä°bn Haldun’a göre bir devleti zevale götüren sebepler daha anlaşılır ifadelerle ÅŸunlar oluyor;
- Devletin hazinesine üşüşme olur; devlet çiftlik gibi yönetilir, paralar har vurup harman savrulur.
- Boşalan hazineyi doldurabilmek için borç alınır.
- Borçları ödemek için de vergiler artırılır.
Sonuçta ağır borçlanma ve yüklü vergiler sebebiyle devlet çarkı dönmez olur. Devleti elinde tutan “asabiyet” sahipleri acze düşer. Ä°bn Haldun’a göre bunlar hangi devlette oluyorsa bilin ki o devlet için “mahv ve zeval” vakti gelmiÅŸ demektir…
Ä°bn Haldun’un altıyüz yıl önce yaptığı bu tesbitler bir gerçeÄŸi bizlere yeniden hatırlatıyor; insanlığın “klasik” sorunları yine “klasik” yöntemlerle çözülmektedir. Zevale doÄŸru giden devletler, bu durumdan kurtulmak istiyorlarsa, Ä°bn Haldun’un söylediklerinin tersini yapmalıdırlar. Yani;
- Devletin hazinesine yönelik “üşüşmeyi” dağıtarak, hazineye sahip çıkmak.
- Hazineyi toparlayıp borçları ödemek
- Borcu ödeyip halkı ezen vergi ve aşırı masraflara azaltmak, hatta kaldırmak…
Bu iÅŸ bu kadar basit mi? diyeceksiniz.
Evet, bu kadar basit.
Çünkü klasik sorunlar için üretilen ve hala geçerliliÄŸini koruyan klasik çözümler, bilinmeyi deÄŸil uygulanmayı bekleyen evrensel ilkelerdir. Bilineni “uygulamak” için ortaya çıkan siyasi lider ve kadrolarda üç özelliÄŸin bulunması yeterlidir; içeriye yönelmek, dürüstlük ve cesaret…
Fakat sorunların kaynağını “Gökten gele belalarda” veya “ Sadece dış mihraklardan gelen kışkırtmalarda” arayıp duranlarda bu özelikleri aramak beyhudedir. Ne zaman ki bu özelliklerle donanmış, yani “içeriye yönelen, dürüst ve cesur” lider ve kadrolar, milletin ve de devletin içinden saf iyilik ve adalet duygularıyla bir “huruç” hareketi baÅŸlatırlar, o zaman devlet de adam olur. Millet kendi özünde olanı deÄŸiÅŸtirip kendine gelince devletini de adam eder. Devlet adam olunca milletini ayaÄŸa kaldırır. Millet ayaÄŸa kalkınca da o ülkeyi kimse tutamaz. VESSELAM.
İbn HaldunUn Kitapları :
– Kitâbu’l-Ä°ber
– Mukaddime
– Lubâb’ul-Muhassal
– Åžifâu’s-Sâil li-Tehzîbi’l-Mesâil
– Et-Târif bi ibn Haldun
– Kaside-i Bürde ÅŸerhi
– Ä°bn Rüşd felsefesi hakkında bir risale
– Mantığa dair bir risale (Kitab el-Mantık)
– Hesap hakkında bir risale (Kitab el-Hisab)
– MarakeÅŸ sultanına yazılan bir risale
Henüz yorum yapılmamış.