Sosyal Medya

Makale

Çağdaş Calutlar Karşısında Davut Olabilmek…

Tefekkür, insan olmanın vazgeçilmez zeminidir. Tefekkür sayesinde ele alınan konular enine boyuna düşünülür ve onları zihinden geçirerek dile gelecek düzeyde kavramsal bir çerçeveye sahip olabiliyor. Düşüncenin, konunun, olgunun güçlü ve zayıf yanları tespit edilir ve böylece ondan istifade edilecek zeminin kurulmasına yardımcı olunur.

Tefekküre konu edilen ve bizim ahvalimize bir ışık düşürülebilir mi diye Kuran’da anlatılan Talut ve Calut; şöyle bir şimşek çaktırdı zihinde; ‘Calut'un Karşısında Davut gibi durduğumuzda batı ve şürekâsının ne kadar zayıf olduğunu öğreniriz...’‘Ama nerede o İman...’ diye zihninden geçirmeden edemedi…

Bu şimşeği çaktıran şey; konuşmalarda ve muhabbet aralarında hep şikâyet konusu edilen Müslümanların hal ve ahvallerine dair olumsuzluğun kendisini bizar etmesiydi. Meselenin bir ahlak meselesi olduğu hakikati gözlerden saklanıyor ve aslında herkesin kendi ahlaki zaafını başkalarının ahlaki zaafında gizlemek gibi bir huya sahip olduklarının farkındaydı.

Müslümanların ne kadar zayıf olduklarını, dinlerini bilmediklerini, geri kaldıklarına dair konuşmaların ayyuka çıktığı bir dönemde: “İmanını mücessem kılacak mümin kişiler yok. Ancak suçlamalar ve yetersizliklere sığınıyoruz. Bırakın kimin ne yaptığına bakmaya! Kendinize bakın ve siz bugün hangi güzelliği/iyiliği yapıyorsunuz, insana umut bahşedecek hangi güzelliği yaşıyorsunuz, paylaşıyorsunuz vesaire... Şeytan Âdem’i suçladı ve şeytan olup kovuldu. Biz ne yapıyoruz? Şeytanın izlerini takip ediyoruz ve dışımızdaki şartları eleştiriyoruz, kendimizi kurtarma adına... Hâlbuki âdem ne yaptı, ben hata yaptım dedi ve hatasını kabullendi, pişmanlığını dile getirmek için kelimeler aldı Rabbinden, tövbe etti ve yola devam etti... Bugün bizim yapmamız gereken de âdem babayı takip etmek, kendi günahımızı kabul etmek ve onunla yüzleşmek sonra da o kelimeleri alıp tövbe etmek ve yola revan olup o tövbeye uygun yaşamaktır.

Sonuç mu?

 “O Allah'a aittir…

Bu sözlerden sonra her zaman yapıldığı gibi suçlamalara devam edildi ve şahsıma yönelik;  ‘iyi de bütün bunları söyleyen sen, söylediklerini yaptın mı?’ diyerek konuşulanların önemini ve hakikatini azaltmaya çalıştılar. Olsun, üzüldüğümü gizlememe gerek yok. Ama hayat böyle ve biz hayatı yaşamaya devam ediyoruz.

Sonra o soruya verdiğim cevab:

“Ben hata yaptığımı kabul ettim, tövbe ettim ve kendi başıma yola revan oldum, kimseye bakmadan,  yol açık tecrübe ile sabit bu... Tıpkı Talut gibi… Güçlü bir ordu yok... Hareket esnasında bir sürü dökülmeler var. Kalan iman erleri ise şunu dediler: nice azınlıklar nice çoğunluklara galebe eder Allahın izni ile diyerek imanlarını mücessem kıldılar. Allah bu nida karşısında onlara zafer ihsan eyledi ve insanlığa bir örnek olarak kitabında bunu aktardı…

Bizim sorunumuz bu, imanı mücessem kılalım, başkası bunu görür, kabul eder veya etmez, bizim işimiz değil bu... Yola çıkarsak, yolda karşılaştıklarımızı bularak orduyu da kurabiliriz. Ama sorun yola çıkmaya niyetli olmamaktır. Ya da yol diye kendi hevamızın yoluna takılıp asli yolu boşlamaktır.

Dostun biri; ‘ya iyi hoş güzel söylüyorsun ama her şey küflenmiş ve bunun temizlenmesi gerçekten de zor’ dedi… Kızgınlığımı belli etmedim ama zihnimden de şunu geçirmeden duramadım: ‘Hala şikâyet, küflü olanı bırak, at gitsin, nereye kadar gidebiliyorsa, kurtul...

Bu konuları tartıştığımız bir başka dost ise; ‘insanın zaafları üzerinden çok kirlendiğini, kendini bulamadığını, benliğini yitirdiğini’ anlatıp durdu…  Ona yönelik değil de sanki kendime der gibi ama onun da duyacağı şekilde şunu dedim: “Tövbe ettiğin zaman benliğini geri alırsın.”

Maalesef bu tutum öyle sirayet etmiş ki genlerimize yapışıp kalmış gibi, her ortamda yine aynı hastalık… Bırakalım, tutalım, kaçalım, vesaire… Yumuşak bir sesle kardeş, sen başla! Neyi yapmak istiyorsan onu yap… Ama Müslümanların güvenini kazanacak salih amellerle beze ki yanlış anlaşılmayasın, adil ol, samimi ol, sadakat göster imanına, bunu nefsime de söylüyorum, böyle yaptığımızda sorunu çözeriz, öbür türlüsü, yaparlar, ederler, kötüler, vesaire hiçbir başlangıç noktası olmaz...

Amel, yapmak gündeme geldiğinde ama bak, sende anlatıyorsun, konuşuyorsun, bunu tartışmak lazım, konuşmak lazım, insanları eğitmek lazım vesaire… Kızmamak elde değil, ama kızgınlığımız bizi adaletten uzaklaştırmamalı, o zaman niye yaptığımı kayıtlara düşmeliyim dedim:

Bütün bu konuştuklarımı, yazdıklarımı şunun için yapıyorum: öncelikle ne yazıyorsam kendi nefsim için yazıyorum, sonra başkalarına söylüyorum... Baskı yok, dileyen kabul eder veya ret eder, herkes kendi tavrının sahibi ve sorumluluğunu taşır. Bu kadar yalın bir gerçek… Kendimi kurtarma derdindeyim, bu arada birileri de benimle beraber kurtulmak gibi bir derde sahip olurlarsa buyurun demek içindir.”

İtiraz ortadan kalktı mı? Hayır! Bu seferde kültürel kirlilikten, dinin yanlış anlaşılmasından, insanların dinden uzaklaştıklarından, fazlaca dünyevi kaygıların taşındığından vesaire konu açılır ve ısrarlı bir şekilde kendine dönük bir ıslah ve değişim gündemleştirilmez… İlla başkaları düzeltilmeli ki dünya düzelsin, hâlbuki insanın kendisi değişmeden dünya değişmez…

 Temiz su mu arıyorsun diye serzenişte bulunan birine: “Bana bak! Tekil şahsiyetleri cemaatlerle karıştırma... İstisnalar hep var olacaktır. Her kes kirli ise kıyamet koptu, kopacak demektir ki kıyamet kopmadığına göre hala temiz insanlar var... Bu da tezini çökertiyor, bu yüzden temiz bir insana bak, o temizlikten abdest al! Benim abdestimden şüphem yok ki namazımdan şüphem olsun... Kendin iyi ol, yola çıkmaya çalış, korkma, yalnız değilsin, Allah her an temiz olanlarla beraberdir. O seninle ise zaten sorun yok demektir. Bir tek şartı var temizliğin: adil olmak, samimi olmak ve sadakat göstermektir. Çok zor olmasa gerek bu da...

 İki yüzlülükten kurtulmak lazım, saf sade ve yalın olmaya çalışmalıyız. Parçalı değil bütün olmalıyız...

Makul bir önerisi olan varsa buyursun,  yapabileceğimiz bir şey olsun, afakî olmasın, yapay olmasın ve kalabalıkları (para, güç, çokluk vs) toparlayacak bir şey olmasın ki uygulanabilir olsun. Herkes kendi sorumluluğunu üstlenecek, kimse kimseye sorumluluk yüklemeyecek, vesaire...

Her öneri için benim tepkim şu: “Hiç bir mahzuru yok benim için buyurun yapın, benim desteğimi alırsınız... Benim yaptıklarımı da sen desteklersen sorunu çözmüş oluruz, böylece iki kişiyi harekete geçirmiş oluruz. Ama bu noktada ahlaki olanı muhafaza temel şartımız olmalı... Hiç kimse bizi ahlaki zaaflarımız ve adil olma vasfımız üzerinden eleştirememeli. Kendi elimizle böyle bir zemini oluşturmamalıyız. Başka şarta da gerek yok zaten…”

Ahlak vurgusu nedense hep genel ahlaki yapıya gönderme yapılarak dudak bükülüyor. Hâlbuki insanın güvenini sağlayacak olan şeyin bizzat kendisi bu ahlaki yapının sağlamlığı değil mi?

Bugün ahlak kokuşmuş, tefessüh etmiş vesaire… O konuda da sıkıntı yok. Ama her ahlak dendiğinde niye kirli olan algılanıyor ki, önce şu algıları bir düzeltmek lazım... Müslüman olmanın şiarlarını üzerinde taşımak anlamındadır ahlak denildiğinde; hatta ilke olarak gündeme getirdiğin şeye bizzat kendin olarak tanıklığını yapmanla ilişkili bir ahlaka gönderme yapılıyor...

Bak, ne kadar açık, şeffaf bir durum... İçimiz ve dışımız bir olmalı, bunun mücadelesini veriyorum, ama bugüne kadar ikinci bir kişiyi daha bulamadım. Kirlilik yola çıkmaya engeldir.

Konunun oluşturduğu yorgunluğa rağmen şunu da söyleyeyim: Ahlak başlangıçtır süreçle de olgunlaşır, başlangıcı olmayan ahlakın sonu da olmaz. Öyle silinen, bozulan şeyden iman ve ilke olmaz... İlke diye düşündüğün şeyi yap, söyleme, yap ki söyleme hakkı ve ahlakı doğursun…

Aramızdaki fark:  “Ben şüphe hakkımı kullandım ve bir kesinliğe vardım, sen ise hala şüphe ediyorsun.” Yoksa söylediklerimi her seferinde başka bir gönderme üzerinden anlamazdın. Açık seçik bir şey söylüyorum: “Kişi özü ile sözü ile eylemi ile bir olmalı ve bu apaçık olmalı ki başka tanıklıklar da bunu görerek güven zeminini oluştursun. İnsan, salt kendi ilkesini ahlak edinmeli.” Gayri ihtiyari şu sözler dilimden döküldü: “Her yola çıkan 'yol'da olmuyor. Her yolda olan da 'yol'a çıkan olmuyor. Yolda olmak için yola çıkmak esas ama samimiyet, sadakat ve hakikate ayarlı ve istikamet üzere olan bir iyi niyetle...”

İşte ahlak abidesi bir azınlık topluluk dahi olsa içinden Davut gibi adamlar çıkar ve düşmanını mağlup eder… Mesele adam olmakta ve ahlakımız ile düşmanımızı da kendimize hayran bırakmaktır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.