Sosyal Medya

Makale

Gözlerim Ufukta Asılı Kaldı…

Gözlerim uzaklardaydı… kafamın içi ise kazan gibi kaynıyordu. Gördüğümü görme duyumu yitirmiş, boşlukta asılı kalmış gibidiydim.

Bakakalıyordum…

Hissiz, kıpırtısız, düşsüz öylece bakakalmak ve dalmak, ama bu dalma bir düş ve rüya olmadan acıyı dahi hissetmeden öylece kalakalmaktı…

Anımsama duygumu yitirmiştim, hatırlamıyorum herhangi bir şeyi, hayal meyal bazen şimşek çakar gibi acının vızıltısı kulağımı tırmalıyor, ruhumun derinden acı çektiğini anımsar gibi oluyordum. O kadar… Başım çatlıyor gibiydi. Ağrısı, herhangi bir ağrıya benzemiyor, sürekli bir iniltiyi sessizliğin sesliği içinde duyuruyordu. Derinden initiltilere eşlik edercesine… Salt ben mi bu acıyı, bu hali ve bu kötümserliği yaşıyorum, anlayamadım… Ama biliyorum ki benim gibi binlercesi vardır.

Acı yumak olmuş boğazıma çökmüştü. Karşı karşıya kaldığım kötülükler yüzünden değil, içerden yaşadığım ihanetler ağır geliyordu. Ve bu ihanetler dostluğun bir gereği olarak izaha kavuştuğunda acı katmerleşiyor, tüketiyor, hayat emaresi bırakmıyordu.

Ama insan işte, her zaman olduğu gibi bu durumda da bir polyannacılık oynamak istiyordu yüreği… İyimser olmak, iyi hissetmek ve her şeye inat iyi olmaya devam etmek gibi bir düşü vardı. Bu düşü anımsadı ve yüzünü bir tebessüm sardı. Yüreği kocaman bir sevgi ile doldu. O sevgi yüreğini kocaman kıldı. Kötümserliğine diyecek yoktu. Ama iyimser olmanın kaçınılmaz bir cazibesi vardı. Zaten gel-gitler onun yaşam tarzına dönüşmüştü. Sonra durdu, düşündü. Aslında bu gel-gitler beni diri tutuyor diye içinden geçirdi.

Acıların ruhunda estirdiği fırtınalar yüzünden kendinden kopuk bir hale bürünmüştü. Önce bu halin giderilmesi ve kendisine olan yabancılığına bir dur demesi gerekiyordu. Hiç gecikmeden, hemen anımsadığı anda bir hatırlama eylemine yöneldi. Hayat zaten acımasızdı. Çünkü kurgusu böyleydi hayatın… Ama insan, bu hayatın sahibi olabilecek donanımda yaratılmıştı. Ve hayatı kendi elleri arasında yoğurabilirdi. Kendi tercihlerinin sonuçları ile yüzleşme cesareti gösterdiği anda, hayatı da dilediği şekilde yaşamaya başlayabilirdi. Önünde engel olarak gördüğü herşeyin bir serap olduğunu bilincine yedirmek ve algılamak yeterli olacaktı. Acı çekmek ruhun fiyakası değil miydi? O zaman acıya dayanıklı biri olmak da insana ayrı bir haz ve üstünlük hissi kazandırabilirdi. Hem bu durum onu kibre de taşımazdı. Ne de olsa kimse acıya talip olup üstünlük kurma isteği duymazdı diye düşündü. Ama insan aynı zamanda yanılgıya da açık bir yapısı vardı. Ve oracıkta anladı ki, her olayda bir üstünlük yarışmasının sonu kibirle biterdi ve her kibir insanı kendine yabancılaştırırdı. Pişman oldu, yenik düştüğü için kendine kızdı. ..

Neyi kaybettiğini hatırlamaya çalıştı. Çünkü insan düştüğü yerden kalkardı, babam böyle buyururdu. O zaman bende düştüğüm yeri hatırlarsam yeniden kalkmanın imkanını da ele alırdım… Düşümü kaybettiğimi hatırladım, ve rüya görmüyordum, bu iki durum gerçekten çok acıtıcı bir durumdu. Rüya yoksa, hayal edemezsin, hayal edemiyorsan, kendini aşamazsın, kendini aşamazsan, başka hiçbir şeyi aşma imtiyazı kazanamazsın…

Aşkınlık, vazgeçilmezim, hayatımın üzerine kurulu olduğu zemin… Varlığın tuzağına düşmeden varlığı aşmanın, yaşamdan kopmadan yaşamı aşmanın imkanından bahsediyorum… Aşmak, insanın sonsuzluğa evrildiği zemini işaret ediyormuş, anladım… Ama aşmanın en önemli işi, rüya görmek ve bir düşe sahip olabilmektir, bunu acı tecrübeler ışığında bir kez daha idrak ettim… Bir düşüm vardı ve insanların en zengini olmuştum. Çünkü düşüm beni bulunduğum halden bir başka hale taşırken başka hiçbir şey buna sebep teşkil edemiyordu. İşin belki de en garip tarafı, yalnızlığın bu acıtan tarafı insanı yoruyordu. Ama bu yalnızlık aynı zamanda hem rüya görmemi hem de bir düş kurmamı sağlıyordu. Bu anlamı ile yalnızlık benim için vazgeçilmeze dönüşüyordu. Kötümserliğin karamsarlığı beslediği bu zeminde umudu diri tutma düşünü ayakta tutmak başlı başına bir duyarlılık gösterisiydi.

Yine tuzağa düşmüştü. Gösteri, aynı zamanda bir riya taşırdı. Ve her riya ameli yok ederdi. Fakirleştiren bu gösteriden uzak durmak elzemdi. Hemen hatasını anladı. Vazgeçti… Bütün gösterilere paydos dedi, ve her gösteri davetine de peşinen hayır diye bir kartı alnının çatısına kurdu. Her tuzak uzaklaştırıcı ve bezdiriciydi. O yüzden tuzaklardan uzak durmalıydı. Bu tuzak ister aşkınlıktan beslensin, ister dünyadan ve dünya içi oyunculardan gelsin, fark etmezdi. Tuzağa düşmemek elzem olandı.

O zaman diri olmalıydı. Bütün tuzakları tuzla buz etmenin tek şartı vardı: diri olmak… Diri olmak için de uyumamak gerekirdi. Uykudan uyanmak, ve uykusuz gecelere talip olmak demekti. Yani anlayacağınız her şeyin bir bedeli vardı ve bu bedel yalnız, uykusuz, rahatsız edici bir hayat iksiriydi. İşte buna talip olduğumda gerçekten insan olacağımı keşfetmiştim, yine kaçacaktım, ki ne zaman öleceğimi bilemediğim halde… Ama her kaçış bir buluşmayı kaçınılmaz kılıyor…

İnsanlar bir düşte yaşar gibi mutlu müreffeh bir hayatı paylaşıyorlar, şen şakrak görüntüler eşliğinde hayatlarından memnun bıraktıkları yerden hayata devam ediyorlardı. Onlar için günlük gülistanlık bir hayat vardı… Yastığa başını koyana kadar onlar için dünya cennetti…

Şimdi bir ikilemim başladı…

Ben cenneti mi cehennemi mi arzuluyorum? Birden anlamlandıramadım, neyi istiyordum, biraz düşünme payı verdim kendime, daldım, rüyadan uyanır gibi daldığım şeyden vazgeçtim, geri geldim, yüzüm sevinçle parladı. Bana sunulan bir yaşam süreci vardı. Bu süreci, nasıl geçireceğime dair bir ahde imza atmıştım, bu ahdimin gereği olarak yaşadıklarımı dikkate alarak onlardan azami gayretle etkilenim alanımın dışında tutmaya karar verdim, meselem cennet veya cehennem değil verdiğim söze sadakatti…

İşte bu sadakattir ki, yüzümü sevinçle parlatıyor ve hayatın bütün karmaşasına ve kargaşasına rağmen bulunduğum noktayı doğru tespit ederek yolculuğuma devam ettiriyor. Rızasına talip olduğum sonsuzluğun sahibi olan Allah, bana yeterli geliyor. O’na teslimiyetim, sadakatimi belirliyor, sadakatim ise O’na yakınlığımı onaylıyor. O’na ne kadar yakınsam kendimi bütün varlığa yakın hissederim, şikayetim yok…

Ama insanım, etkileniyorum, düşlerim bozuluyor, rüyalarım kabasana dönüşüyor. Ama hep bir umudu diri tutuyorum, O’nun rızasını her şeyin rızasının üstündü tuttuğum sürece ben mutlu biri olacağım, ve bu mutluluğumu dış bir şart ortadan kaldıramaz buna da yürekten inanıyorum, aslında ben cenneti kendi içimde yaşıyorum, gerisi ise boş bir hayal olmaktan öteye geçmiyor, cehennemi içinde yaşamanın ne olduğunun küçük izlerine tanıklığım vardır, onlara yardım dilemekten başka seçenek bırakmıyorlar bana…

Herkes kendi yoluna… Önemli olan o yolun ucunun çıktığı yer Razı olduğum ve rızama uygun hale getirilen yer olsun… Allah bütün benliğimi sardı, hayatımı sardı, ruhumu sardı, gövdemi sardı, işlerimi de sarması için gayret ve çaba göstermek benden yakınlık ise O’ndandır…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.