Sosyal Medya

Makale

Sünnetin ruhu (2)

Küçük büyük ayrımı yapmadan sünnete uyma gereğinin ikinci sebebi onun cemiyet ve ümmet yapısını oluşturmadaki rolü ile ilgilidir.

Ä°nsanlar, içinde var olup yaÅŸadıkları maddi ve manevi çevrenin tesiriyle farklı mizaçlar ve eÄŸilimler edinirler. Bu farklılık da birbirini anlayıp uyum içinde yaÅŸamaları önünde engeller oluÅŸturur. Ãœmmetin saÄŸlam bir yapı gibi olmasını isteyen Ä°slâm, bu farklılık ve engelleri aÅŸabilmek için ümmet fertleri arasında ortak olan düşünce ve davranışları getiriyor; iÅŸte bu ortak âdet,  davranış ve tutumlar bütünü sünnettir.

Ä°ÅŸte bu sebeple Ä°slâm dini, cemiyet âilesinin fertlerini, muntazam bir yöntemle -içtimaî ve iktisadî durumları birbirine zıt bile olsa- âdet ve mizaçlarının benzer olması yoluna sevketmeyi esaslı noktalardan biri telâkki etmiÅŸtir. Zira sünnet, cemiyeti saÄŸlam ve istikrarlı bir ÅŸekilde muhâfaza eder. AnlaÅŸmazlık ve düşmanlıkların geliÅŸmesini önler. Müslümanlara, yani kendilerini, Kur’ân-ı Kerîm ve dolayısıyla Resûlullah’ın (s.a.) emirlerine baÄŸlı dinle kayıtlı sayanlara göre cemiyetin sabit bir ÅŸekli olmalıdır, cemiyet mutlak bir temele dayanmaktadır. Bu temelin çevresine şüphe yaklaÅŸamadıkça, ondan doÄŸan cemiyet nizamını deÄŸiÅŸtirme konusuna da ihtiyaç yoktur. Ä°ÅŸte yalnız bu sebeple biz, Kur’ân-ı Kerîm, “Müslümanlar kurÅŸunlanmış bina gibi olmaları gerekir” derken bunun pratik imkânını anlayabiliyoruz.

Ä°nsan cemiyeti, kelâmî doktrin ıstırabından kurtulup Resûlullah’a uyma ve ilâhî ÅŸerîata tâbi olmanın saÄŸlam temelleri üzerine kurulunca bütün imkânlarını, beÅŸer için maddî ve manevî gerçek refah ve saâdeti temin çarelerine doÄŸru seferber edebilecektir. Bu durumda fert için de, rûhî ve manevî faaliyetlerinde baÅŸarı imkânları doÄŸacaktır.

Üçüncü Sebep

Sünnetle amel prensip ve nizamında, günlük hayatımızın her davranışı, Resûlullah’ın yaptıklarını yapma esasına dayanır. Böyle olunca, bir ÅŸeyi yapmak veya yapmamak istediÄŸimizde devamlı olarak, Resûlullah’ın (s.a.), bu iÅŸimize benzer bir iÅŸini aramaya ve düşünmeye mecbur oluruz. Bu sebeple de, en büyük insanın ÅŸahsiyeti, bizzat günlük hayatımızın programına -büyük bir ölçüde- girmiÅŸ bulunur. O’nun manevî tesir ve nüfûzu, hayatımız boyunca âdet ve davranışlarımızın gerçek âmili haline gelir. Bu bizi, ÅŸuurlu veya ÅŸuursuz bir ÅŸekilde, her iÅŸ karşısında O’nun durum ve tutumunu inceleme ve aramaya sevk eder. Böyle olunca da O’na, yalnız ebedî bir vahyin sahibi olarak deÄŸil, aynı zamanda en mükemmel bir hayatın da rehberi olarak bakmayı öğreniriz.

Biz O’nun yolunu veya bu yolun esaslarından bazılarını kabul etmezsek bunun mânası, Allah’ın rahmetini kabul etmemek veya onun kıymetini bilmemekten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Hattâ bu görüşe uymakla “Ä°slâm'ın getirdiÄŸi nizamın, bütün halinde beÅŸerî problemlerin son hal çâresi olmadığını, isâbet ve fayda bakımlarından onunkine eÅŸit baÅŸka bir hal çâresinin de bulunabileceÄŸini, bu iki çözümden birini, mukayese edip seçmenin bizim zekâmıza bırakıldığını” kast ve kabul etmiÅŸ oluruz.

Biz İslâm'ı, medeniyet ve düzen olarak da diğerlerinden üstün kabul ediyoruz. Çünkü İslâm, hayatı bütünüyle içine alıyor: Dünya ve âhirete, rûh ve cesede, ferd ve cemiyete aynı önemi veriyor. Yalnız insan tabîatındaki yükselme ve ilerleme imkânına değil, aynı zamanda yine onun tabîatında var olan kayıt ve sınırlara da önemle bakıyor. O bizi, imkânsızın peşine düşmeye değil, fakat bizde var olan kabiliyetlerden en güzel bir şekilde faydalanmaya; sözle iş, düşünce ile uygulama arasında fark ve zıtlığın bulunmadığı, gerçekleşmiş olandan daha yüksek bir seviyeye erme yollarına sevkediyor.

O, yollar arasında bir yol deÄŸil, tek yoldur. O’nun esaslarını getiren zat, rehberlerden bir rehber deÄŸil, gerçek ve tek rehberdir. Bütün yaptıklarına ve emrettiklerine uymak, Ä°slâm'a uymanın ta kendisidir. Onu terk etmek ise Ä°slâm'ın rûh ve hakikatini terk etmektir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.