Makale
Tasavvuf Ontolojisi Üzerine Birkaç Not-1
Her ilim, konudan, ilkeden ve meselelerden müteşekkil olan bir küllî açıklama tarzıdır. Tasavvuf düşüncesinin esas gayesi küllî ilkeden yola çıkarak var olanları anlamlandırma ve bu anlamlandırma sonucunda insanın var olanlarla ilişkisini belli çerçeveler dâhilinde izah etme çabasıdır. Bu açıdan meseleye yaklaşmış olursak mutasavvıflarımızın Varlığın ve insanın mahiyetine dair geliştirdikleri nazariyeleri idrâk etmede zorluk çekmeyiz.
Tasavvuf ilminin konusu Allah’ın (c.c) varlığıdır. DiÄŸer meseleler bu konu etrafında ÅŸekilleniyor. Kur’an’ın ruhuyla beslenen tasavvuf düşüncesi ayetlerin bâtını mânâlarından ilham alarak var olanların Varlıktan yâni Allah’tan (c.c) ayrı varlıklarından bahsetmenin imkânsız olduÄŸunu savunmaktadır. Var olanlar varlıkları itibariyle imkâna sahip olsalar da vücûttan yoksunlar. Mümkün varlıklar diye adlandırdığımız var olanların imkânlığı da aslında tasavvufî düşünceye göre Allah’ın (c.c) ezelî ilminde saklıdır. Dolayısıyla mümkün varlıkların “imkânlılığı” ontolojik deÄŸil epistemolojiktir. Allah’ın (c.c) ezelî ilminde tasavvufî dille söylemiÅŸ olursak a’yân-i sâbitede mevcût olan varlıklara vücût verilmesiyle var oluyorlar. “…âlem olan a’yân-i sâbite, asla varlık kokusu duymamıştır.”[1] Bunların varlık kokusunu koklamaları asla mümkün deÄŸildir.” Bu anlamda tasavvuf geleneÄŸimiz salt yokluktan, ‘ademden yaratmayı kabul etmiyor. “Mutasavvıfların çoÄŸuna göre ise ‘adem ne vardır, ne de var olmaya elveriÅŸlidir.”[2] Salt yokluÄŸun kabulü tevhit inancıyla çeliÅŸmekle birlikte var olanların imkânlılığının kendilerinden kaynaklandığı gibi bir görüşe yol açmaktadır. Mutasavvıflarımız sözünü ettiÄŸimiz çeliÅŸkinin farkında oldukları için var olanların varlıklarını Allah’ın (c.c) varlığının dışında ele almamış, vâhit ilahî çatı altında Varlığı ve bu baÄŸlamda Varlık-insan iliÅŸkisini açıklamaya çalışmışlardır. “Bir ÅŸey hiçten vücûda gelemeyeceÄŸi cihetle, bütün eÅŸyanın Hakk’ın vücûdundan ne’ÅŸet etmiÅŸ yâni onun tezâhür ve tecellîlerinden ibaret olması lazım gelir.”[3]
Çalışmamızda, tasavvuf düşüncesinin Varlığa dair geliÅŸtirdiÄŸi nazariyelerden yola çıkılarak dile getirilen Varlık ve Varlık mertebeleri görüşlerini ele alacağız. Var olanları Varlıktan[4] bağımsız ÅŸekilde ele almayarak, her var olanı Varlığın tecellîsi gibi kabul eden Vahdet-i Vücûd[5] nazariyesi var olanları fehmetmemize yardımcı olmaktadır. Vahdet-i Vücût nazariyesi Vücût’un vahdetini dikkate almaktadır ve panteizmin karşısında yer almaktadır. Zira panteizm Vahdet-i Vücût’u deÄŸil Vahdet-i Mevcût’u kabul etmektedir. “Biz, vahdet-i mevcûddan deÄŸil, vahdet-i vücûddan bahsetmekteyiz. Çünkü mevcûd, bir deÄŸildir, aksine mevcûtta çokluk vardır.”[6] Vahdet-i Vücûd düşüncesinin panteizmden farklı olduÄŸuna dair Ä°smail Fennî ErtuÄŸrul’un ÅŸu cümlesini zikretmekte fayda vardır: “Sûfîlerde ise ittihâd tâbiri kullanılmaz. Çünkü ittihâd iki ÅŸey arasında olur. Halbuki vücûd birdir, fâil ve münafil vardır, fakat bunların her ikisinde de tecellî eden Cenâb-ı Hak’tır.”[7]
Bu ayrımın bazı araştırmacılar tarafından fark edilmemesi tasavvufî düşüncenin Varlığa ve Varlık mertebelerine dair geliştirdiği nazariyeleri anlamamalarına yol açmıştır. Bu ve benzerî hataları gidermek adına hem klasik hem de modern eserlerden yola çıkarak tasavvufî düşüncemizin bizlere miras bıraktığı Varlık ve mertebeleri anlayışını fehmettiğimiz kadarıyla yazıya aktarmayı amaç edinmekteyiz.
Varlık ve var olanlar
Ä°bn Sînâ’ya göre metafiziÄŸin konusu, varlık olması bakımından varlıktır. Bu tanım tasavvuf düşüncesini derinden etkilemiÅŸtir. Daha sonra bu tanım deÄŸiÅŸtirilerek varlık olmak bakımından varlık, Haktır ÅŸekline dönüşmüştür. “…Hak ile kastedilen, Allah yâni, O’nun zâtıdır.”[8] Dolayısıyla tasavvuf düşüncesine göre mutlak anlamda varlık, Allah’tır (c.c).
Varlık mefhûmu hem bilme sürecimizin temelinde yer almakta hem de var olanların mâhiyetine dair nazariye oluÅŸturduÄŸumuz zaman aslî ve tayin edici unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Ä°ÅŸbu sebeple Varlığa ve Varlığın anlamına dair küllî bilinç elde etmeden ne bilme sürecimizi ne de var olanların mahiyetini açıklayamayız. Ä°slam’ın üç entelektüel boyutu olan tasavvuf, felsefe ve kelâm Varlığın mahiyetine dair nazariyeler oluÅŸturarak var olanları anlamlandırmaya çalışmışlardır. “O halde varlığı anlama çabası, varlığın huzurunda durmak ve mevcudun hazır bulunuÅŸundan hareketle düşünmeyi “iç duyular” eÅŸliÄŸinde ilerletmek ÅŸeklinde telakki edilmelidir.”[9] Tasavvufî düşüncenin yaptığı faaliyet de Varlıktan yola çıkarak var olanları anlamlandırma çabasıdır. “…vücûd varoluÅŸ açısından zorunluluÄŸun yalnızca Allah’a ait bulunduÄŸunu kanıtlamakta ve yaratılmışlara ait mümkün oluÅŸu Allah’tan nefyetmektedir; buna göre yegâne vâcip varlık Allah Teâlâ’dır ve O’nun yokluÄŸu asla düşünülemez.”[10] Bu düşünce Heidegger’in yaptığının tam karşısında yer almaktadır. Zira Heidegger, Varlığın anlamının ortaya çıkarmak için desein’a yâni insan’a yönelmektedir. Ancak Varlığı, var olanlardan yola çıkarak anlama çabası modern döneme özgü olduÄŸu kadar da yanlıştır. “Zira Ä°bnü’l- Arabî’nin de ifade ettiÄŸi gibi Varlığı, ancak var olandan yüz çeviren kimse idrâk edebilir.”[11]
Varlığı anlama çabası
Çalışmamızın giriÅŸ kısmında da belirttiÄŸimiz üzere tasavvufî düşünce Kur’an’dan ilham almaktadır. Mutasavvıfların da Varlığa dair oluÅŸturdukları nazariyelerin kaynağı ilahî metindir. “Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü içerisinde Vücûd ve varoluÅŸ hakkında yüzden fazla ayetin yer aldığı görülecektir.”[12] Vücût ve varoluÅŸla ilgili ayetlerin ışığı altında mutasavvıflarımız varoluÅŸun mahiyetini açıklamaya çalışmış ve Varlık mertebelerine dair nazariyeler geliÅŸtirmiÅŸlerdir. “Allah vardı, O’nunla beraber hiçbir ÅŸey yoktu ve Ben gizli hazineydim. BilinmekliÄŸimi arzuladım ve mahlûkatı yarattım.” hadis-i ÅŸerifleri Varlık mertebelerine dair geliÅŸtirilen nazariyelerin ilham kaynağı olmuÅŸtur.[13]
BaÅŸlangıçta yâni ezelde sadece Varlığın var olduÄŸunu Kur’an bize bildiriyor. Peki, bu durumda irtibatta olduÄŸumuz âlem / âlemler nasıl var olmuÅŸlar? Varlığı mertebelere ayıran ve varlık hiyerarÅŸisini bu çerçevede düşüncenin konusu yapan tasavvuf geleneÄŸimiz, Varlık-insan iliÅŸkisin açıklamak için bu paradigmayı temel almıştır. Tasavvuf geleneÄŸimizin, Varlığı mertebeleri ayırması tavrı birçok eleÅŸtiriye maruz kalsa da bütün bu eleÅŸtirilerin iÅŸin mahiyetini anlayamamaktan ileri geldiÄŸini söyleyebiliriz. “…Çünkü ayırma her zaman vahdet ilkesine dayalıdır. Mesela belirli bir varlığın mertebesine; aynı anda pozitif ve negatif tarafından gözetlediÄŸimiz biricik belirmedir söz konusu olan. ”[14]
Mutasavvıflarımız, dinî metinleri yorumlarken “Allah’ın (c.c) ilk yarattığı ÅŸey” ibaresini kendi düşüncelerine konu etmiÅŸ, hem ontolojik hem de epistemolojik açıdan bu yaratılan ilk ÅŸey’den önceki hâlin önemi üzerinde durmuÅŸlar. Dolayısıyla ilk yaratılan ÅŸey’den önceki hâlin incelenmesi ve açıklanması hem ilk yaratılan ÅŸeyi hem de daha sonra yaratılanları anlamamızı, bunlara binaen insanın var olanlarla irtibâtını fehmetmemizi saÄŸlamaktadır. Mutlak Varlık[15] ezelde vardı ama onun varlığı haricinde bir ÅŸey yoktu. “Sufi Beyazid-i Bistami’nin bu sözü iÅŸitince “Åžu anda da öyledir” diye bunu tefsir ettiÄŸi rivayet edilir.”[16] Çalışmamızın giriÅŸ kısmında zikrettiÄŸimiz bir hadis-i ÅŸerifte Mutlak Varlığın, kendisinden; gizli hazine olarak bahsettiÄŸine ve bilinmeyi arzu ettiÄŸine ÅŸahit oluyoruz. Burada iki ÅŸey çok tayin edici ve konumuz açısından aslî unsurdur. Bunlardan birincisi “gizli hazine” diÄŸeriyse “bilinmenin arzu edilmesidir.” Varlığın mertebelere taksim edilmesi ve bu görüşün vahdet-i vücûd nazariyesinin çekirdeÄŸi olması, kanaatimizce bu ve benzerî hadis-i ÅŸerifler ışığı altında gerçekleÅŸmiÅŸtir.
Devamı var…
[1]Abdülganî en-Nablusî, Ariflerin Tevhidi, ter: Ekrem Demirli, İz Yay., İstanbul 2003, s. 77.
[2]Yusuf Åževki Yavuz, “Adem”, DÄ°A, C: 1, Diyanet Vakfı Yay., Ä°stanbul 1988, s. 357.
[3]İsmail Fenni Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, haz: Mustafa Kara, İnsan Yay., İstanbul 2008, s. 96.
[4]Klasik düşünce geleneğimizde Varlık / Vücût denilirken Allah (c.c) kastedilmektedir. Geniş bilgi için bkz: Ekrem Demirli, İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, Kabalcı Yay., İstanbul 2009, ss. 169-176.
[5]Vahdet-i vücûd: Varlığın tek oluşu ; Safer el- Muhibbî el- Cerrâhî, Istılâhât-ı Sofiyye fî Varan-ı Asliyye, Tasavvuf Terimleri, haz: Derya Çakır Baş, Kırk Kandil Yay., İstanbul 2013, s. 413
[6]Abdülganî en-Nablusî, Gerçek Varlık; Vahdet-i Vücûd’un Müdafaası, ter: Ekrem Demirli, Ä°z Yay., Ä°stanbul 2003, s. 29
[7]İsmail Fenni Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, , s. 75.
[8]Abdülganî en-Nablusî, Ariflerin Tevhidi, s. 15.
[9]Ömer Mahir Alper, Varlık ve İnsan, Klasik Yay., İstanbul 2010, s. 14.
[10]Yusuf Åževki Yavuz, “Vücûd”, DÄ°A, C: 43, Diyanet Vakfı Yay., Ä°stanbul 2013, s. 137.
[11]Ömer Mahir Alper,Varlık ve İnsan, s. 15.
[12]Mahmut Erol Kılıç, Muhyiddin Ä°bnu’l- Arabî’de Varlık ve Mertebeleri, Marmara Ãœni. Sosyal Bilimler Ens. Temel Ä°slam Bilimleri Anabilim Dalı, Tasavvuf Bilim Dalı, Doktora Tezi, tez danışmanı: Prof. Dr. Mustafa Tahralı, Ä°stanbul 1995, s. 128.
[13]Geniş bilgi için bkz: Mahmut Erol Kılıç, A. g. e., ss. 143- 144.
[14]René Guénon, Varlığın Mertebeleri, ter: Vildan Yalsızuçanlar, Etkileşim Yay., İstanbul 2008, s. 56
[15]Fusûsu’l- Hikem ÅŸarihi Cendî, ilahî isimlerin sadece Tanrı tarafından belirlenebileceÄŸine dikkat çeker. Nablusî de böyle bir probleme dikkat çeker ve sufilerin Varlık lafzını Allah’a isim yapmadıklarını belirtir. Sufiler bu ifadeyi sadece ifadeyi mümkün kılan bir ibare olarak kullanır. Ekrem Demirli, Ä°slam MetafiziÄŸinde Tanrı ve Ä°nsan, s. 185’den naklen.
Henüz yorum yapılmamış.