Sosyal Medya

Makale

Batılı Bilgi ile İslami Bilginin Mukayesesi

Batılı bilginin modern paradigma içindeki seyrini dikkate alarak konuyu tartışacağım. Dekart ile başlayan Sujenin bilginin şartlarını oluşturduğu tezi bir mutabakata dönüştü.  Böylece bir bilgi elde edileceği zaman bu sujenin sahip olduğu bilme edimine dayalı olmayı beraberinde getirdi. Varlığın kesinliğini de buna dayandıran Dekart aslında epistemik bir olguyu ontolojik bir zemine taşımış oldu. O yüzden batılı bilgi sistemi, epistemik bir unsura dayalı ama sonucu itibarı ile ontolojik bir karakter taşır. Elde edilen bilgi itibarı ile değil ama elde edilen bilginin formu itibarı ile tartışılmaz bir gerçeklik olarak kabul edildi. Yani akıl ile elde ettiğiniz bilgi eleştiri alabilir, ama kaynağı asla sorgulanamaz. Batılı paradigma içinde pozitivizm de bu asli karakteri taşır. Yani liberal felsefenin kendi içinde çoğul karakter taşıması onun tartışılamaz olma özelliğini ortadan kaldırmıyor. Çünkü ön varsayımı üzerine bir tartışma düşünülemez bile…

Yani batılı bilgi teorisi epistemenin şartlarını ontolojik kabule dönüştürdü. Bu yüzden de öteki diye tanımladığı bütün kültürleri yanlışlayarak onu dışladı. Ve tek şart vardı: batılı değer yargılarını kabule yanaşmayan her kültür yanlış içinde ve insanlığa zarar verecek diye betimlendi ve bu betimleme yargıya dönüştü. Diğer kültürleri iman etmekle ve yanlı davranmakla suçlayan batı, aslında kendisi de iman umdesi haline getirdiği ön varsayıma dayalı bilgiyi tartışılmaz ve dogmatik kıldı.

Fiziğe dayalı bilginin kesinliği üzerinden sosyal bilime yöneldi. Ve sosyal bilimleri de tıpkı fiziki bilgi gibi kabul ederek sosyal mühendisliği inşa edecek bir süreci başlattı ve ciddi ilerlemeler kaydetti. Tabii ki bu çerçevede görelilik kuramı ve bunun sağladığı imkânları da kullanarak sosyal mühendisliği teknik mühendislik gibi kurguladı. Bu konuda başarılı olduğu da ayrıca tartışma götürmeyen bir gerçeklik oldu.

İslami bilginin temel kaynağının vahiy olduğu tartışmasız temel bir gerçekliktir. Dolayısı ile İslami bilginin kaynağı ontolojik bir zemine dayalıdır. Sünneti de bu ontolojik zemine dayalı bilginin yine o bilginin denetiminde uygulamaya dönük boyutunu işaret ettiği de kahır ekseriyet bakımından kabul edilmiştir. Yani Kuran ve Sünnet Müslüman için iki temel bilgi otoritesidir. Biri kaynağı ilahi bilgi olan diğeri ise bu ilahi bilginin uygulamada örnekliği temsil ettiği içindir ki otoritedir. Batılı bilgi ise epistemolojik bir özellik taşıyordu. Ama İslami bilgi bu iki temel kaynağa dayalı bilginin yorumunun ise epistemik bir karakter taşıdığını ve yorumun çoğulcu yapısını kabul ederek kendisinden sonraki süreci de bu çerçeve içinde tanımlamıştır. Yani ontolojik bir bilgi kaynağına sahip olan İslami bilgi yorumu ise çoğulcu bir karaktere sahip epistemik bir karaktere taşımıştır. Bu konuda da elimizde ihtilaf olduğuna dair bir bilgi yoktur.

İki bilgi türü bilgiyi nasıl etkilemektedir. Batılı bilgi, bilginin kaynağını epistemik ama formunu ontolojik kabul ediyor. O yüzden batılı paradigma içinde formu muhafaza ettiğiniz sürece bu bilgi kabule mazhar olur. Ama o formu kullanmadığınız zaman o bilgi dışlanır. İslam ise farklı bilme imkânlarını çoğul yapısı içinde maruf üzerinden betimler ve onu meşru görür. Ama inanca ve eyleme taalluk edecek bilginin kesinliğini ise ontolojik karaktere tevdi eder. Esası belirleyecek olan bilgi vahiy ve onun uygulaması olduğu gerçeği hatırlatılır. Ancak bu alanın dışında kalan sahalarda farklı bilme türlerini de maruf olma koşulu ile onaylar. Çünkü İslam, tarihi peygamber ile başlatır ve insanlık tarihindeki bilginin sürekliliği içinde bu İslami bilginin kırıntılarının varlığını kabul ederek bilgi ile ilişkiye girer. Bu yüzden farklı bilme türleri içinden esasa aykırı olmama koşulu ile bakış açıları geliştirilmiş ve bunun İslami karakteri öne çıkartılabilmiştir.  

Yani İslami bilgi; beyan üzerinden fıkıh, Nass’a dayalı akıl ile kelam, akla dayalı olarak felsefe ve sezgiye dayalı olarak da tasavvuf’u inşa edebilmiştir. Gazali bütün bu bakışları Nass ile mukayyet kılarak kabulünü sağlayacak bir epistemik sistemi kurmuştur. Bu yüzden Müslüman âlimler, birbirleri ile tartışırken kendi yorumlarını asla kesin bilgi olarak tartışmamışlar, delile dayalı olarak kendi görüşlerini ortaya koymuşlar ve birbirlerine saygılı bir dili korumuşlardır. Bunun tipik örneklerini bir meşşai ile işraki arasındaki tartışmada veya başka müzakerelerde de bulabiliriz. Birçoğu dilimize de çevrilmiştir. Mesela bir fıkıh tartışmasında kişinin yorumunun dayandığı delili ele alınır ve bu delilden hareketle bu yorum mümkün mü değil mi? Sorusu üzerinden tartışma yapılır. Yorum, ancak delil üzerinden hareketle eleştiriye tabi tutulur. Zaten yorumun bir delili yoksa kabul edilmeyecektir. Hâlbuki batılı bilgide yorumun kendisi kutsaldır. Yorumun formu yani akli veya deney ve gözleme göre ise dikkate alınır, bu yorumun aklın kıstaslarına veya deney ve gözlemin kıstaslarına göre uyumlu olup olmadığı, olguyu açıklayıp açıklamadığı üzerine bir tartışma yürütülür.

Meseleleri temel ilkeler üzerinden konuşmaya başlamak zorundayız. İnsanlık tarihi ortak tecrübeye sahiptir ve sanıldığı gibi dünya o kadar çok da büyük değil! Ortaya konulan bir bilgi dünyanın diğer bölgesine de ulaşıyor. Ve etkileşim kaçınılmaz… Ama her bilmenin kendi özelliği ve öznelliğini bilmek ve ona göre tavır almak kaçınılmaz olmalıdır.

Şimdi daha temel bir gerçeğe gönderme yapalım: Suçlayıcı ve yargılayıcı bir dil batılı eleştirinin öteki üzerine kullandığı bir dildir. Bugün bu dil Müslümanların kullandığı bir dil haline gelmiştir. Hem bu dili kullanmak hem Müslüman kalmak nasıl mümkün olacak...

Batı kendisini öteki üzerinden kurduğu için bu onun şartları içinde olası ve doğru görünebilir. Kendi dini geleneği içinde aydınlatma misyonu hep vardı. Misyonerlik, aynı zamanda bir sömürü ve sömürge kültürü için vazgeçilmez bir olguydu. Bu batılı psikolojiye de geçti. Ama bugün Müslümanların bu dili kullanması ve sahip çıkması ve kendi aralarında dahi bu dili kullanıma sürmeleri, parçalanmalarını sağlayan ve dirilmelerine engel olan bir tutumun kalıcı hale gelmesine zemin oluşturuyor.

Bir şeyi konuşmaya başlayacaksak kendi epistemik unsurları üzerinden meseleyi tartışalım: ancak bu konuda da çok genelleştirilmiş veya yaygın kullanıma binaen ama ilmi usulde bulunmayan örnekler üzerinden tartışılmaz. Bizim bir ilim usul geleneğimiz var ve bilginin üretilme şartları bir mutabakat üzerinden nasıl gerçekleştirileceği üç aşağı beş yukarı belirlenmiştir. Hatta bu usul farklılıkları dahi bir zenginlik olarak betimlenebilir. Mesele eğer bağcıyı dövmek değil de üzümü yemekse kendi usulümüze uygun bir diyalogu kurmak zorunluluğu bir an önce duymalı ve bu çerçevede harekete geçmeliyiz…

Sonuç itibarı ile kendi yargılarımızı değil, belki kendi yargılarımızı da denetleyecek bir usul ile bilgilerimizi denetlemeli ve hakikatin ortaya konması gerektiği üzerinde mutabakat oluşturma çabalarına destek olmayı düstur edinmeliyiz. Bunun içinde önce usulümüz hakkında bir çalışma yapmayı öncelemeliyiz. Düne göre bu daha kolay hale gelmiştir.

Şöyle bir kolaycılığa düşmemeliyiz: vahiy dışındaki her şey insan yorumuna dayanır. Bu yüzden eleştirilebilir, dediğiniz andan itibaren aslında usul meselesinde sınıfta kaldığımızı ilan ettiğimiz durumdur. O zaman şunu bilmeliyiz ki nass ile ilgili her yorum bir yorum karakteri taşıyacağı için hiç kimsenin sözünün geçerli olamayacağı bir zemini işaret eder ve başka tuzaklara düşmenin zeminini de kendi ellerimizle kurmuş oluruz…

Temel ilke, Müslüman kalarak Avrupalı olamazsınız. Avrupa da yaşamak Avrupalı olmayı gerektirmiyor, o epistemenin koşullarını yerine getirdiğinizde Avrupalı oluyorsunuz. Yani mesele perspektif meselesi, bu yüzden Müslüman perspektif ile batılı perspektif asla uyuşmaz... Birbirine de indirgenemez... Yani batılı kalınarak Müslüman olunamayacağı gibi Müslüman kalınarak da Avrupalı olunamaz... Kavramsal düzeyde bu böyle… Hoşumuza gitse de gitmese de…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.