Sosyal Medya

Makale

Bana Kalan Susmak

Bir hüzne dokunuyorum sokaklarında şehrin.

Beklediğim mevsim gelmemişti. Uzun süren yağmuru seyrettim bir saçak altında. Yağmur dinince insanlar bir şarkının derinliklerinde kayboldular.

Kimse kitap taşımıyor, onun yerine bol miktarda maskeler ve boyalar var çantalarda, ellerinde ise telefonlar çağdaş oyuncaklar.

Rüyalar mı?

Anlatılanlara bakılırsa soğuk mu soğuk tıpkı suratlar gibi ürperti verici… Sanki efsunlu bir kölelik ruhlara sinmişti…

Akşam oldu, güneş battı, herkes paslı, sisli, tozlu kalbinin sokaklarında yürüyerek, girilmez yasak bölgelerine çekildiler…

Aynalarıyla baş başa… kalplerinin boşluklarından sıcak yataklarına günün hatıralarına boşaltırken, dillerindeki kan lekelerini de bir taraftan siliyorlar… Ölü kardeşinin etini yemekten bir türlü vaz geçemiyorlar.

Ruh atlası paramparça, darmadağınık, sevgisiz, aşksız, ahlar, maziler, ne aptalmışım denen günler akıp giden hayal bulutları ve sonunda insanın kendine reddiye yazma seansları… keşkelerin bol olduğu günler ve dudağını ısırmalar, ahlar… Hiç kimse kendi düşlerine pratikte şahitlik etme peşinde değil gibi…

Ben ise bu hurdahaş, bu kaba, bu ilkesiz, bu kaba, bu itici, bu sevgisiz hayat içinde ezilen yaralanan kuğuları tedavi ediyorum… kalbimin olanca yükü altında, hüzün bahçesinde, gülleri kurutmadan pür dikkat…

Gecenin de bazen yorulduğunu düşünüyorum. İçinde olanlardan ve bunları taşımaktan.

Gecenin damarlarından küf kokusu yayılıyor ve yoğunlaşıyor, kırık cam parçaları batıyor ayaklarıma, içime serin yağmurlar yağmıyor artık…

Yorulan geceden geriye insanlara, mişli geçmiş zamanlar kalıyor. Geceden insanlara bir tutam ot kalıyor, dünyanın altıda üstü de avucunda kalan bir avuç kül değil mi?

Geceden insanlara ürkütücü ağızlar kalıyor. Koyu saatlerinde gecenin kendi etini fırçalayan insanlar ruhunun ışıklarını söndürüp, tasarruflu lambaların, TV ekranları önünde kalbine saplanan okları çıkarmakla meşgul sıcak mesajlar eşliğinde…

-Hayatlarının her dakikasının kanadığının farkına varmadan.

-İrkiliyorum insanların kalpleriyle dudakları arasındaki mesafeden

-Neye dokunsam derin bir sükuta bürünüyorum ve diyorum ki

SUSMAKTIR BELKİDE SÖYLEMEK…

-İstediğim şeyin adı susmak

-Susarak hüzün köklerimi besliyorum

-Susmanın gücüne doğallığına, saflığına inanıyorum…

-Gökyüzüne açılan dualarım sır gölgesinde, kalbimi merhamet yağmurlarıyla yatıştırmaya çalışıyorum…

-Göz kamaştırıcı yalnızlıkları bunalımları yaşarken insanlar, ölüm yavaşça çekiliyor aralarından ‘refah gribine’ yakalanmış çağdaş insan iğreti sevdaların inatçı baskısı altında, tüketici yanlarıyla paramparça durumda…

Restoranlarda, cam kenarlarında, alışveriş mabetlerinde kırılan ve kurulan hayaller eşliğinde coca-cola yudumlayıp hamburger yerken, saçlarını yalayıp geçen felaketlerin farkında değiller…

Öylesine ruh kuyularının derinliklerine düşmüşler ki, vecd ve huşu içerisinde bir yanlarını kaybetmeye devam ediyorlar…

Oturdukları tahta masalara kazıdıkları ele ayağa düşürdükleri aşklarına bakıp gülerlerken, masanın o kazılan yerin ağrısını acısını duymayacak kadar sağır kesilmişler…

Ey kalbim ağla, her köşede uğuldayan ağaçlar gibi mahcupluklara sığın…Kanımı köpürten isyanlar için yavaşça mağarama dönüyorum. Kayboluyorum…

-Doğmak için batmak mı lazım diye geçiyor içimden

-telaşsız bir sükutla susuyorum

-bana kalan susmak

… susmaktır…

-susmanın gücüne inanıyorum…

-kalbimde isyanla çığlık çığlık susmak

-Hüzünden kül rengi bulutlar altında

-Yağmur altı sokaklarda doya doya susmak

-Hüzün yoksa ruh uykudadır… kendini kendi içine hapsetmişindir… oysa bize, dalgalar, fırtınalar içinde kanat çırpmak yaraşır

-Hüznün gözlerinde demlediğim umutlardan bana kalan

-SÜKUT…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.