Makale
EÄŸitim Hangi Dili Talim Etmeli?
Üslup sorununa dikkat çekmek niyetiyle bağa giren bu yazının niyeti üzüm yemek, umarım kantarın topuzunu kaçırıp bağcıya yüklenmez. Temenni gerçekleşse bile zülfüyâre dokunmak asıl niyetin gölgede kalmasına yol açabilir zira insan alınmaya pek düşkün. Gerçi insan, alınsa da alınmasa da hatadan masun olmadığını bilir ve bu yüzden beşer şaşar, hatasız kul olmaz vb. mazeretleri yedeğinde tutar. O; sevimli sevimsiz, gülünç korkunç, üzücü eğlendirici sayısız yanlış yapar ve sukuttan azara, aftan cezaya, anlayıştan anlayışsızlığa pek çok karşılık görür. İşi doğduğuna pişman etmeye kadar götürenler de çıkabilir. Öyle ya da böyle, her şeyin bir bedeli vardır ve tecrübe, bedeli ödenen hataların sicil defteridir.
ÂdemoÄŸlu kendi hatasına gösterdiÄŸi anlayışı baÅŸkasınınkine göstermekte zorlanır. Elbette hiç kimse “la yüsel” deÄŸildir ve hata, kim yaparsa yapsın hatadır. Her hatanın görülmesi gerekmez fakat bazılarına da göz yumulamaz. Görmeyi ikaz izler ve bu, ÅŸahit olana düşen ve kolay olmayan bir görevdir. Zorluk; hata edenin saygınlığına halel getirmeme, muhtemel tepkinin niteliÄŸini kestirememe, ne diyeceÄŸini nereden baÅŸlayacağını bilememe gibi kaygılardan kaynaklanır. Yine de uyarı yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur zira fail hatasının farkında olmayabilir, onu hata olarak görmeyebilir veya onun hata olduÄŸunu bilmeyebilir. Bunlar ve doÄŸasındaki tutarlı olma ve kalma isteÄŸi insanın uyarıya muhtaç olduÄŸuna yorulabilir. Kimse kendisiyle çeliÅŸmek istemez zira tutarsız görünmek veya bilinmek baÅŸkasından çok kendisini rahatsız eder. Tutarlı kalmak çoÄŸunlukla mümkündür fakat son derece girift bir bünyeye sahip bir varlığın her an tutarlı davranması imkân dâhilinde deÄŸildir.
Åžair, ‘Ayinesi iÅŸtir kiÅŸinin lafa bakılmaz.’ diye uyarsa da âdemoÄŸlunun ya eli ayağı birbirine dolaÅŸtığından veya iÅŸleri yüzüne gözüne bulaÅŸtırdığından veyahut kendisine söz geçiremediÄŸinden aynadaki kusurlarla bezeli görüntüsü yamalı bohçaya benzer ve bu yüzden de daha çok müsamahayı hak eder. Aslında fikir beyanı da bir yönüyle iÅŸtir ve fiil kadar olmasa da sahibi hakkında dikkate deÄŸer bir veridir. Ãœslup kalpte olanı yansıtır ve onun yansıttığını isabetle yorumlayan diÄŸerlerine göre daha sahici bir kanaate sahip olur. Åžair haklı, yaÅŸantı üsluptan daha saÄŸlam bir referanstır fakat ona yakını olmayanların ÅŸahit olma ihtimali düşüktür. Elde kalan; dile getirilen, dile getiriliÅŸ tarzı ve hâl dilidir fakat bunların gerçeÄŸi ne kadar yansıttığına dair soru, görmezden gelinemeyecek güçte bir şüphedir. Şüpheli olması nedeniyle ihtiyatlı olmak gerekse de eldeki yegâne malzeme budur. Normal ÅŸartlarda durum bu ise otokontrolün ortadan kalktığı anlarda ÅŸahit olunanlara karşı daha temkinli olmak icap eder. Bunun bir nedeni böyle anlarda mahremiyete emanet edilenlerin faÅŸ olması ve duyanı hayretten hayrete sevk eden, kanaatleri altüst eden sözlerin sarf edilmesidir. Asabı bozulanın çoÄŸunlukla sansür mekanizması iÅŸlemez veya o, onu iÅŸletmeye gerek duymaz ve normalde söylemekten utandığı pek çok laf eder. Öfke anında olan budur ve bu yüzden öfkeli hakkındaki hüküm, sükûnete erdikten sonra öfkenin ÅŸehvetiyle aÄŸzından dökülenleri tasvip edip etmediÄŸi sorularak, onayı alındıktan sonra verilmelidir. Sükûn halindeki beyan, sahibini baÄŸlamakla kalmaz onun hakkındaki kanaati vuzuha kavuÅŸturur.
Herhangi bir sebeple özdenetimin gevÅŸediÄŸi veya kalktığı anlarda ortaya çıkan insanın ham tarafıdır. Bunu herkes kendi nefsinden, çevresinde ve basında ÅŸahit olduklarından bilir. Öfkelinin üslubu insanlık terazisinin genellikle hamlık kefesini çökertir. Öfke anında bile kemal kefesinin aÄŸmasını umarak kamu önünde vuku bulan bir örnek üzerinden asıl konuya girelim. Bir gün içimizden biri, bir âlim bir görüşünü yazıya döker ve bir soruna dikkat çeker. Yanlış bulduÄŸu bir tercihin kendinde bıraktığı intibaı dile getirir ve bu intiba öfke dozu yüksek tepkiler alır. Öfkelenenlerin haklı olduklarını ve hocanın suizan kapsamına girecek ifadeler kullandığını varsayalım. Diyelim ki hoca, “Zamanın ruhunu kavrayamayan din adamlarının sakıncalı dili.” eleÅŸtirisini hak ediyor. Dolayısıyla orantısız tepkiler görülmeyebilir ve dilleri de keskinlikleri de sahiplerini baÄŸlar ve hatta “Ãœslup insanın ta kendisidir (üslubu beyan aynıyla insan).” denerek geçilebilirdi, eÄŸer “Mümkünse cennette bile karşılaÅŸmayalım.” tepkisine ÅŸahit olunmasaydı. Bu talihsiz temenniyi de alıntı yapmaya gönlün el vermediÄŸi ve rahmet dili kapsamına girmeyen ifadeleri de üsluba baÄŸlayıp geçmek kalplerimizdeki marazı görmezden gelmek olurdu. Ahirete iman eden bir mümin hatalı gördüğü bir kardeÅŸini cennette bile görmeye tahammül edemez hâle gelmiÅŸse bu köklü bir soruna iÅŸarettir. Köprüleri attıracak kadar derin, baÄŸları kestirecek kadar keskin bir soruna… Hangi ara gönüller birbirine bu denli yabancılaÅŸtı? Ne oldu da gönüller müsamaha fakiri oldu? Yoksa Rahman’ın kulları merhamet kıtlığına mı maruz kaldı? Bu, insanı hayretlere salan ve peÅŸ peÅŸe sorular sorduran bir sorun…
Ä°nsan bu; yanılır, boÅŸ bulunur, kastı aÅŸan ifadeler kullanır ve bir kere daha tekrar edelim ki bunun istisnası da yoktur. Nitekim sözün sahibi okuyucuyu üzdüğü için özür diledi, iyi de etti; kendisine ve ilmine yakışanı yaptı. KeÅŸke üzülenler de üzüntülerini, eleÅŸtiri sınırları dâhilinde, merhamet ve ÅŸefkat dairesinde ifade etselerdi ki bu, temsil edilen dünya görüşüne yakışan bir tavır olurdu. Kerim kitabımız Kur’an kötülüğün bile iyilikle yok edilmesini önerirken, kastı aÅŸan bir ifadeye ÅŸiddetli tepkiler reva olmasa gerek.
Yer kürede -kime ait olursa olsun- her âdemi ikna eden bir fikre rastlanmaz. Her görüşün taraftarları da muhalifleri de olur ve birinciler onu savunurken ikinciler ona itiraz eder. Bir fikri dile getirmek kadar eleştirmek de doğaldır. Tenkit, ikna edemese bile düşüncenin gözden geçirilmesine, fikrin sorgulanmasına vesile olabilir ki bu da az şey değildir. Ayrıca eleştirilen ihtiyaç duyarsa fikrini savunur ve üçüncü taraflar delillerden hareketle ikisinden birini tercih eder veya bir başka görüşe ulaşır. Burada sorun, düşüncelerin farklı olması ve eleştiri yapılması değil dilin yanlış kullanılmasıdır. Özenli bir dil kullanan ve yanlışı hedef alan, adabına uygun bir eleştirinin uyarı ve ıslah vazifesini ifa etme ihtimali daha kuvvetlidir. Söz gelimi gününü göstermeyi amaçlayan bir söz, aradığı bahaneyi bulmuş da vuruyor intibaı bırakan kelam, vicdanı rahatsız eder. Üstelik akla geldiği gibi sarf edilen sözün nereye varacağını kimse kestiremez ve özensiz dil sahibini haklı iken haksız duruma düşürür. Şiddet dilini tercih eden, vurmanın şehvetine kapılan, kontrolü öfkenin eline kaptıran fâni, yakındığı duruma kendisi düşer. Muhatabın zannını çirkin bulduğu esnada kendisinin aynı şeyi yaptığını, hatta eleştiri sınırlarını aştığını, hızını alamayıp karalamaya başladığını göremez. Had bildirilmesinden şikâyet eder lakin kendisi âlâsını eylediğini fark etmez. Öfke baldan tatlıdır ve konuştukça artar, yazdıkça çoğalır ve onu kontrol altına almak zorlaşır. Bir yerde durdurulamazsa tehdit etmekten racon kesmeye arzulanmayan hallere evrilir.
BaÅŸta âlim olmak üzere istisnasız her insan muhteremdir. BaÅŸkasının hürmetini zedeleyen, bilse de bilmese de kendi itibarına zarar verir. Hürmeti korumaya özen göstererek, sözünüz yanlış veya yanlış anlaşılabilir ya da maksadınızı aşıyor, demek veyahut kendinde bıraktığı etkiyi dolandırmadan söylemek, kısa yoldan menzile erdirir. Yani üzülenin üzüldüm, incinenin incindim demesi, üzenin, incitenin kalbine daha çok tesir eder. Edep, ıslah ihtimali yüksek estetik bir yoldur ve sadece yanlışı düzeltmez, dost da kazandırır. Ãœstelik bu yol Allah’ın sevdiÄŸi muhsinlerin yoludur.
Yeri değilse de belirtelim ki bir sorunu gündeme getiren kişiyle dalga geçen bir âdemin hiçbir sorunu ağzına almaması gerekir. Bir de böyle anlarda hariçten gazel okuyanlara rastlanır. Kimi hariçte olduğunu ifade eder, kimisini de kullandığı dil ele verir; başka dünyanın insanı olduğu, terimleri kullanış tarzından ve satır aralarından anlaşılır. Herkesin görüşünü beyan etme hakkı vardır ve dileyen bu hakkını kullanır ancak ondan kalem oynattığı alanın terminolojisini doğru kullanması beklenir. Bilinmeyen bir alanda kalem oynatmanın cehaleti sergilemekten başka işe yaramadığını hatırlatıp parantezi kapatalım.
Velhasıl özenli kullanılan dilin rahmete vesile olma ihtimali diğer her dilden daha kuvvetlidir. İnsanlığın gereği olan rahmet dili insana en çok yakışan dildir. Onun sayesinde ihtilaflar, fikir ayrılıkları ne kalplerin toplu atmasına engel olur ne de tefrikaya sebep olur. Tefrikanın baş sebebi duygu ayrılığıdır. Duyguları, daha doğrusu kalpleri birbirinden uzaklaştıran baş amil satır gibi kullanılan dildir. Bunda ısrar edilecekse bari dil neşter gibi kullanılmalı ki o, muhatabı sakatlamasın aksine sağaltsın, öldürmesin bilakis diriltsin.
Gerçek sorunlarımızı tespit edip öncelik sırasına dizmek için sükûnete ve durup düşünmeye ihtiyacımız var. Dilimizi özenli kullanmaya, merhameti onun baskın tonu kılmaya ihtiyacımız var. Sesi kısmaya, tatlılaÅŸtırmaya, yani “sözü piÅŸirmeye” ihtiyacımız var. Muhatabı yormadan ve germeden söz söylemeye ihtiyacımız var. Dilimizi arındırmaya ihtiyacımız var. AÄŸzımızdan çıkan sözü, önce ve öncelikle kulağımızın duymasına ihtiyacımız var. Niyete dikkat kesilmeyi alışkanlık haline getirmeye ihtiyacımız var. Fıtratımızdaki merhameti, ÅŸefkati ve hilmi beslemeye ihtiyacımız var. Onları ne kadar beslersek o kadar halimize de dilimize de sirayet eder. Onlar dilimize ne kadar sirayet ederse aÄŸzımızdan Yunus’un tabiriyle “iÅŸi saÄŸ eden” sözler çıkar ve iÅŸi saÄŸ eden her söz “yüzü aÄŸ” eder.
Henüz yorum yapılmamış.