Sosyal Medya

Makale

Ekmek gramajı ve ötesi

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeÅŸitleri TebliÄŸi’nde deÄŸiÅŸiklik yaparak ekmek gramajlarını yeniden belirledi. Daha önce en düşük ekmek ağırlığı 250 gram ve takip eden aralıklar 50’ÅŸer gram artırılarak uygulanıyordu. Yeni düzenlemeyle birlikte en düşük ağırlık 200 grama indirilirken, artırım aralıkları 10’ar gram olarak belirlendi. (Kaynak: Dünya Gazetesi)

Çöpe giden ekmek miktarı Türkiye çapında günde 5 milyon adedi buluyormuş. Yeni düzenlemenin amacı, bu korkunç israfın önüne geçmek. Fazlalık teşkil eden gramlar düşürülürse çöp boylayan ekmek miktarı azalır diye hesap ediliyor.

Bir de, çöpe deÄŸil mideye giden fazlalıklar var…

Yıllar evvel başka bir gazetedeki köşemde anlatmıştım, orada okuyanlar için tekrar olacak, kusura bakmasınlar:

Bir grup arkadaÅŸ, Etiyopya’nın baÅŸkenti Addis Ababa’daydık. Orada nefis bir Türk lokantası var. E bizde de nefis olunca, para da olunca, üç gün boyunca sabah-öğle-akÅŸam o lokantada mükellef sofralar kurdurup önümüze ne geldiyse silip süpürdük. Çorbalar, ön soÄŸuklar, arka sıcaklar, salatalar, tatlılar, gazozlar, çaylar, kahveler...

***

Yarım saat sırf sipariÅŸle uÄŸraşıyorduk. Sonra da bir müddet sipariÅŸlerimizi tashih ediyorduk. Bir müddet diyorum ama aslında sipariÅŸler hiç bitmiyordu. “Bu tas kebabı harika olmuÅŸ, bir tabak daha alayım”, “Künefe kesmedi, dondurma da yiyeceÄŸim” falan filan.

Bize hep aynı garson bakıyordu. İnce, zayıf bir Afrikalı. Bir keresinde adamın bize hayretle baktığını hissettim. Hatta acıyarak baktığını. Belki tiksinerek bakmıştır da itiraf edemiyorumdur.

Bir gün Nijer’de beÅŸ-altı tane çocuÄŸun mangal partisine ÅŸahit olmuÅŸtum. Bir balık tutmuÅŸlar, onu güle-oynaya piÅŸirip afiyetle yediler. Sonra da tozu dumana katarak oynamaya baÅŸladılar… Yine bir gün Mali’de bir otele yerleÅŸmiÅŸtik. YerleÅŸir yerleÅŸmez ilk iÅŸimiz “Yemek var mı?” diye sormak olmuÅŸtu. “Var” dedi Afrikalı bir eleman. Pirinç pilavı mıydı neydi, yaÄŸsız-maÄŸsız, tuzsuz-muzsuz, yanında da hiçbir ÅŸey yok, onu gösterdi. BeÄŸenmedik tabii. Gittik bakkaldan dünya kadar nevale aldık, iki saat onları piÅŸirmekle uÄŸrAaÅŸtık, otel çalışanları neye uÄŸradıklarını ÅŸaşırdılar…

***

Yine bir gün Gana’da Afrikalı devrimci aÄŸabeyim Dhoruba Bin Wahad’ın evine misafir olmuÅŸtum. “Sana geleneksel Afrika mutfağının en güzide yemeÄŸini ikram edeceÄŸiz” demiÅŸti gururla. Gele gele lapa bir pirinç pilavı gelmiÅŸti, o da yaÄŸsız-maÄŸsız, tuzsuz-muzsuz, yanında hiçbir ÅŸey olmadan…

Afrikalılar işte böyle az yiyor, öz yiyor, sade yiyor ve bununla yetiniyor. Yemeyi abartmıyor, başlı başına bir uğraş haline getirmiyor.

Neyse iÅŸte; o çocukların balık sefasını, o oteldeki basit menüyü, Dhoruba Bin Wahad’ın ikramını hatırlayınca, Addis Ababa’daki lokantada masamıza bakan garsondan ve genel olarak Afrikalılardan acayip utandım.

Şöyle dedim kendi kendime: “Afrikalılar mı aç, yoksa biz mi hayvan gibi yiyoruz?”

(Afrika’nın savaÅŸ veya tabii felaketlerden muzdarip olan bölgelerinde tabii ki açlık sorunu oluyor, o ayrı.)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.