Makale
Aklın Cinnetine Hoşgeldiniz!
Akıl, Aydınlanmadan bu yana kendini gerçeÄŸin kendisi sandığı için kendi kendini tanrılaÅŸtırdı ve kendi kendini tanrılaÅŸtırdığı için delirdi, der postmodern Fransız düşünür Edgar Morin. Batı’da 17. Yüzyıldan itibaren baÅŸlayan aydınlanma döneminin baÅŸat kahramanı olarak akıl, modern uygarlığın en üst deÄŸeri olarak toplumdaki ilerlemenin kaynağı olarak görüldü. Yüzyıllardır süren feodal yapılanmayı ortadan kaldırarak adaletli ve eÅŸitlikçi bir dünya kurmak üzerine kendini konumlandıran Batı, bütün deÄŸerlerden soyutlanmış saf aklı rehber edindi. İçine doÄŸduÄŸu coÄŸrafyadaki baÅŸta inanma biçimleri olmak üzere her türlü toplumsal ve siyasal zemini dönüştürmeyi amaçlayan aklın ideoloji olarak modernite, her ÅŸeyin kendinde baÅŸladığını ve kendinde sona erdiÄŸini keskin bir ideoloji olarak dünyaya dayattı. Evrensellik adı altında kendi bakış açısını ve öngördüğü yaÅŸam tarzını tektipleÅŸtirerek insanlığa dikte etmeye çalıştı. Paul Feyerabend bu durumu; aklın toplumsal baskıların meÅŸrulaÅŸtırılmasının temel aracı olarak görür ve bu anlayışın özgürlüğün önündeki en büyük engel olduÄŸunu vurgular.
Dünya, binlerce yıllık insanlık tarihinde olabildiÄŸince doÄŸal bir yaÅŸam alanı olarak kendini göstermiÅŸtir. Aklın öncülüğünde tasarlanan ve yeniden inÅŸa edilmeye çalışılan uygarlık bütününe baktığımızda her deÄŸerin araçsallaÅŸtırıldığı, kalbe gelen ya da kalple gelen ne varsa arkaik görülerek devre dışı bırakıldığı sonucuna ulaşırız. Bu ise matematiksel, düzeneksel ve sürekli ötekini dışlayıcı bir durumu ifade eder. Modern zamanlar, insanlığın büyük bir çözülme içerisinde olduÄŸu, insanın ise bireyleÅŸtirilerek kullanıma hazır hale getirilip yalnızlaÅŸtırıldığı, merhamet, yardımlaÅŸma, aile baÄŸları gibi deÄŸerlerin anlamsızlaÅŸtığı bir süreci içermesi bakımından vahim sonuçlar meydana getirmekte. Yüzyıllar boyunca insanlığın edindiÄŸi tecrübeleri (sürüp gelen geleneÄŸi- davranış ve yeryüzünü algılama biçimlerini ) yok kabul ederek, yeni bir gelecek ifa etmek üzere kibrinin doruklarında iÅŸe koyulan aklın bilgiyi üretme ve iÅŸleme biçimine bakıldığında hiçbir ahlaki deÄŸerle ilgilenmediÄŸi görülür. Bu durumu aklın kurguladığı bir yaÅŸam konseptine tüm insanlığı hizmetkar olmaya çağırmak gibi pervasızlık olarak görmek mümkündür. Ki oluÅŸturulmaya çalışılan yapay cennet için moderniteye iman etmiÅŸ türün ötesinde ne ve kim varsa cehenneme müstehaktır. ÖrneÄŸin soykırım olarak adlandırılan toplu insan kıyımı modern zamanların bir uygulaması olarak tarihe geçti. Oysa binlerce yıllık insanlık tarihinde hiçbir dönemde sistemli ve planlı bir biçimde bir soya kastetme ve bunu da her türlü aÅŸağılık yöntemle yapma diye bir durum hiçbir zaman oluÅŸmamıştır. Daha yakın bir örnek olarak Batı, kendisinin yaÅŸam standartlarını daha da yükseltme adına bir büyük kıtayı (Afrika) her türlü sömürü, baskı ve ayrımcılıkla periÅŸan hale getirdi ve bu Aydınlanma aklının doÄŸal uygulamaları olarak görüldü. Son dönemde açlık tehlikesi altındaki Somali’nin denizlerine Avrupalı ÅŸirketlerce milyonlarca ton kimyasal atığın gizlice boÅŸaltılması karşısında, Somalililerin çığlığı ve baÅŸkaldırısı, gemi korsanlığı adı altında manipüle edilerek bastırılmaya çalışıldı. Aynı zamanda uluslararası siyasal düzeni her türlü arızaya - ki arızadan kasıt kurgulanan ve iÅŸleyen düzene karşı oluÅŸabilecek tepkilerdir- karşı denetleme ve bunun içinde insan hakları da dahil bir çok deÄŸeri kullanabilme gibi ÅŸeytansı bir kontrol mekanizmasının iÅŸletiliyor olması vahametin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir.
Rasyonalite yani nesnel aklın, araçsal akla dönüşmesi dahası her ÅŸeyin ölçülebilir, algılanabilir ve görülebilir olduÄŸu ölçüde bir anlamının olduÄŸu bilgisi üzerinden temellendirilen modernite, neden- sonuç iliÅŸkisi içerisinde boÄŸdurulan bir yaÅŸama biçimini dayatmaktadır. Bu tür temellendirmede Batı dışı toplumların modern parametrelere göre geri kalmış olmasının nedenleri üzerinde gereken tespitler yapıldıktan sonra ‘adam edilme’ süreçleri kaçınılmaz bir sonuç olarak dayatılır. Ä°ÅŸin daha da garibi asla ve kat’a adam yerine koyulmayanların, adamlaÅŸmak gayretiyle Modern mantaliteye akıllarını satmalarıdır. Ãœlkemizin aydınları, bürokratları ve siyasetçileri kanalıyla son üç yüzyıldır verdikleri mücadelenin özetidir bu.
Bu gün toplumumuzda yaÅŸanan kültürel ve düşünsel tutukluÄŸun en önemli göstergesi, seküler aklın iÄŸvası sonucunda zamana ve hayata yönelik derinliÄŸimizi yitirmemizdir. Ä°nsanın, yalnızca hayvani dürtülerle hareket eden bir makine olarak görülmesi karşısında, ilahi olandan, insan olmaklığından ve fıtratından kaynaklanan adalet, vicdan ve haksızlığa karşı olabilme erdemi gibi evrensel duruÅŸu ile dünyayı yeniden anlamlandırması gerekmektedir. Bu gereklilik ona Allah’ın yüklediÄŸi sorumlulukla kaimdir. Ä°lahi olandan bağımsızlaÅŸarak hırçınlaÅŸan, egoistleÅŸen, öteki gördüğünün yaÅŸamını cehenneme dönüştüren saplantılı bir akıl mekanizmasının kurguladığı gelecekte, insan yalnızca robot mesabesindedir. Ä°nsan duruÅŸunu sistematik biçimde, gerek enformatik illizyon ile gerekse tamahkarlığını azgınlaÅŸtırarak soysuzlaÅŸtırmaya çalışan bu iÅŸveli gaile, çıkarcı, acımasız ve anlamsız bireylerden oluÅŸan itaatkar bir toplum arzulamakta.
Menfaatlerine dokunmayan profan özgürlük, güçlü olmaklıkdan kaynaklanan mavikan hukuku, bu gün küresel boyut kazanan vahşi aklın halklara biçtiği bir dünya tasavvurudur. Böyle bir kaotik kurgunun farkına varabilecek bilinç evreni, ilahi-evrensel ilkelerin üç başat süreğini yeniden düşünmemizi gerektirmektedir: Tarihin, coğrafyanın ve zamanın ruhu.
“Beni, yarattığım kiÅŸiyle baÅŸ baÅŸa bırak. Ona bol mal ve gözü önünde duran oÄŸullar verdim. Kendisine alabildiÄŸine imkânlar saÄŸladım. Sonra da o hırsla daha da artırmamı umar. Hayır, umduÄŸu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır. Ben onu dimdik bir yokuÅŸa sardıracağım. Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü biçti! Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!” (Müddesir 11- 20)
Henüz yorum yapılmamış.