Sosyal Medya

Makale

Kitapların Dilinden Zamanın Ruhunu Anlamak

Ãœlkemizi de içine alan coÄŸrafyayı "OrtadoÄŸu"  olarak kavramsallaÅŸtıran mantık bilindiÄŸi üzere Batının oryantalist bakış açısıdır. Kadim toprakların OrtadoÄŸu haline getirilmesi sürecini iÅŸleyen en önemli eserlerden biri ünlü Ä°ngiliz Tarihçi David Fromkin'in yine alt baÅŸlığı "Modern OrtadoÄŸu Nasıl Yaratıldı?" alt baÅŸlığı ile Türkçede yayımlanan “Barışa Son Veren Barış” isimli eseri. Prof. Zafer Toprak çevirisi olan Fromkin'in kitabı özellikle bölgemize musallat olan sömürgecilerin zihin yapısını net biçimde ve örneklerle ortaya koyuyor. Perde arkasında olayları yönetme becerisinden tutun da stratejik düşünmeye; verilen taahhütlerin konjonktür deÄŸiÅŸtiÄŸinde nasıl dönüşebileceÄŸine kadar bir çok meselenin iÅŸlenmesinin yanında benim en önemsediÄŸim durumu ortaya koyması açısından önemli. Bölge halklarının çıkarlarını emperyalist çıkarlarla örtüştürerek, toplumların yüce davalarının nasıl kullanışlı bir argümana dönüştürüldüğünü, özellikle Osmanlı tebaasının Arap idealizmi ve bağımsızlığı üzerinden  sömürgecilerle gönüllü iÅŸbirliÄŸine sürüklendiÄŸini anlatıyor. Emperyalistler Arapların kendi kendilerini yönetecek yapıda olduklarına asla inanmıyorlar lakin süreç, Onları Osmanlı'ya karşı "kutsal davaları" üzerinden kullanmak ve sonunda kendi tesis ettikleri/ kodladıkları barışa gönüllü kılmak üzerinden iÅŸletiliyor.  Bugün de aynı yöntemin bir baÅŸka versiyonu, OrtadoÄŸu halklarına  demokrasi getirmek davası ve bu baÄŸlamda "Arap Baharı" rüzgarı estirmek olarak uygulama bulabiliyor. 20. Yüzyıl kadim coÄŸrafyada büyük alt üst oluÅŸlara  ÅŸahitlik etti. Batı Emperyalizmi “Barışa Son Veren Barış” ile Osmanlı’nın bölgede kurduÄŸu ve dört asır  süren barış düzenine (Pax Ottmanica) son verdi. Yerine ise, bölgeyi kendi çıkarları doÄŸrultusunda ve istedikleri zaman müdahale etmelerine imkân saÄŸlayacak, birbirleriyle etnik, dini, kültürel veya siyasi çıkarları nedeniyle düşman olan zayıf ve yapay devletler kuruldu. Sorunlu coÄŸrafyanın tam kalbine ise, beka ve güvenlik stratejisini çatışma ve savaÅŸa endekslemiÅŸ Ä°srail devletini; Ä°slam ülkelerinin her birinin başına da ÅŸekli veya fiili otoriter monarÅŸilerin yerleÅŸmesini saÄŸladılar. Böylesi bir barışın hasılası, bu gün  içinde bulunduÄŸumuz trajediyi doÄŸurdu. Yine kullanıma elveriÅŸli bir baÅŸka "kutsal ideal" olan Åžia-Sünni davası üzerinden bölge yeniden düzenleniyor. Çatışmaların dominant bölgesi olan Irak'ın ve dolayısı ile BaÄŸdat ve civarının tarihin derinliklerine bakıldığında Ä°slam mezheplerinin özünü barındırdığı görülür. Dolayısı ile gerek Åžia gerekse Sünni idealizminin kapışma noktasının yeni düzen kurucular tarafından iyi tespit edildiÄŸi açıktır. Hasılı, David Fromkin'in bu özel çalışması, 1914-1922 yılları arasında OrtadoÄŸu'da vuku bulan geliÅŸmeleri, Batılıların gizemli DoÄŸusunun nasıl ÅŸekillendirildiÄŸini ve tarihin bu en yoÄŸun döneminin bugünün olaylarına neler söylediÄŸini göstermesi açısından gerçekten ufuk açıcı.

"Felaket Kapitalizminin YükseliÅŸi" alt baÅŸlığı ile yayınlanan  Naomi Klein'in Åžok Doktrini isimli kitabında Dünyaya hükmetme arzusunda olan güçlerin yeni egemenlik-politik ve ekonomik hedeflere nasıl ulaşılacağı- felsefesinden söz eder: "Ve bu felsefe serbest pazarın radikal fikirlerini uygulamanın en iyi yol ve zamanının bir büyük ÅŸok sonrası olduÄŸunu öne sürüyor. Bu ÅŸok bir tür ekonomik çekirdek erimesinden, bir doÄŸa felaketinden, ya da terörist bir saldırıdan kaynaklanabilir. Ya da bir savaÅŸ da olabilir. Önemli olan bu krizlerin, felaketlerin, ÅŸokların bütün toplumu yumuÅŸatmış olmasıdır. ÅžaÅŸkınlık içendedirler. Ve tıpkı sorgu odalarında bir pencere açılması gibi o sırada bir pencere açılır. Ve bu pencereden ekonomistlerin ekonomik ÅŸok terapi dedikleri ÅŸey içeri girer. Bununla kastedilen aslında ülkelerin fethedilmesidir. O alan da bir reform, ÅŸu alanda bir reform gibi deÄŸil, bir kerede radikal deÄŸiÅŸiklikler olur. 90’lı yıllarda Rusya’da gördüğümüz gibi ya da Paul Bremer’in iÅŸgalden sonra Irak’ta yapmaya çalıştığı gibi.”
Kitapta ÅŸoka uÄŸratılan toplumların normal ÅŸartlarda asla kabul etmeyecekleri dayatmaları, derin sarsıntılar sonucunda hiç bir tepki vermeden onaylayabilecekleri bir sürecin iÅŸlemesinden söz edilmekte. Bu teorinin belki de en geniÅŸ laboratuarı, bizim de içinde yer aldığımız OrtadoÄŸu'da kurulmaktadır. Son yüzyılını büyük alt üst oluÅŸlarla geçiren bu coÄŸrafya üzerinde kurulan yapay ve katı hiyerarÅŸik düzen, bu düzenin organizatörleri tarafından bir baÅŸka açıdan biçimlendirilmek üzere yeniden kurgulanıyor. Ãœzerinde yaÅŸayan halkların mezhebi-etnik sinir uçlarını harekete geçiren küresel mekanizma, gittikçe derinleÅŸen krizlerin toplumları teslim alınacak noktaya varması için fazla aceleci deÄŸil. Kentlerin yaÅŸadığı ağır yıkımlar, belleklerin oluÅŸumunda önemli yeri olan tarihin yok edilmesi,  elbette milyonlarca insanın ölümüne yol açan ve nesillerine travmayı miras olarak bırakan trajik ÅŸartlar... Bütün bunların toplamı ile varılmak istenen sonuç: Felaketin, küresel efendiler tarafından bahÅŸedilecek "barış"la telafi edilmesi. Bu barış, içerisinde yeni bir hukuku ve siyasayı, iktisadiyatı ve yaÅŸam biçimini de içerecek bir paketi de yanında tutmakta. Ama henüz çok erken ve daha çok zaman var.

Uzun zaman önce, Afganistan baÅŸta olmak üzere Müslüman memleketlerine seyahatler yapmış, yalnızca siyasal olarak deÄŸil kültürel olarak da bu coÄŸrafyanın insanıyla yakın temaslar kurmuÅŸ olan Olivier Roy isimli bir yazarın "Siyasal Ä°slam'ın Ä°flası" adlı bir kitabını okumuÅŸtum. Fransız siyasal analist olan Roy, dinin ne zaman devletleÅŸme sürecine girse hızlı bir biçimde ana deÄŸerlerini yitirdiÄŸini ve devlet tarafından yutulduÄŸu savunuyordu. Siyasal Ä°slam'ı, kendini modern olana karşıt olarak konumlandıran ideolojik bir tavır olarak tanımlarken, bu durumun yok etmek istediÄŸi sistem tarafından yeniden biçimlendirilerek  sisteme entegre edilmek gibi bir sonucu olacağını vurguluyor. Modern bir kurum olan üniversite çıkışlı bireylerin teorisini geliÅŸtirdiÄŸi ve kendini karşıt olmak üzerine konumlandıran bir aklın, olgunlaÅŸtığında en çok ne ile meÅŸgul ise onun tarafından devÅŸirilebileceÄŸi tehlikesi her zaman var. İçindeki çölün farkına varmadan dışarıdaki ÅŸeytanlarla uÄŸraÅŸmanın görünürdeki kazanımları son tahlilde gerçeklik denen kurgunun bir boyutundan baÅŸka bir boyutuna savrulmaktan öte bir anlamı yok. Önümüze konulan ideolojik alanı doldurmak adına giriÅŸilen her çaba baÅŸkalarının dünyasında kobay olmak demek.

Yazarının "“tarihte geri kalmış ve deÄŸiÅŸimler ÅŸenliÄŸine katılmamış uygarlıklardaki zihinsel çarpıklıklar üzerine bir deneme” olarak nitelendirdiÄŸi ve alt baÅŸlığını "Geleneksel Toplumlarda Kültürel Åžizofreni" olarak koyduÄŸu "Yaralı Bilinç" isimli kitabı ilk okuduÄŸumda üniversite öğrencisi idim. Ä°ran asıllı bir entelektüel olup Ä°slam Devriminden sonra Paris'te yaÅŸamını sürdüren  Daryush Shayegan'ın, BatılaÅŸma sürecinin DoÄŸu toplumlarında meydana getirdiÄŸi çatlama üzerine geliÅŸtirdiÄŸi çalışması düşünce dünyamdaki kliÅŸeleri yerinden oynattı diyebilirim. Yazar, geleneksel toplumlarda kurallara baÄŸlanmış bir hayatı yaÅŸayan insanların Batı ile karşılaÅŸtıklarında geçirmiÅŸ oldukları travma üzerinden yola çıkar. DoÄŸu toplumlarının yüzyıllardır adeta inÅŸa ettikleri mabedin son taÅŸlarını da koyup kemale ermenin huzuru ile zamanı dondurdukları uzun bir uyku  halinde olduklarını söyler. Artık kendi sonuna dayanmış bir medeniyet içinde yaÅŸamanın öz güveni ile dünyaya bakmaktadırlar. Bu bir bakıma iç bakıştır. Lakin karşı karşıya geldiÄŸi Batı medeniyeti, anlama, tanıma ve elbette ki kendi parametreleriyle karşısındakini tanımla üzerinden bir dünya algısına sahiptir. DoÄŸu-Batı karşılaÅŸmasının ilk süreci, vahÅŸi emperyalizm de denen ÅŸok ile zihinsel bir parçalanmayı  beraberinde getirdi. Kendini yenilmiÅŸ ve aÅŸağılanmış hisseden, Batının sorunlar yumağı içinde bıraktığı DoÄŸu insanı karakterini oluÅŸturan gelenek ile geleceÄŸini kotarmak için mecbur bırakıldığı modern arasında sıkışıp kaldı. Ä°smet Özel'in yerinde kavramsallaÅŸtırması ile: Teknik, Medeniyet, YabancılaÅŸma. Bakış açısının tamamen dönüşerek yukarıdan aÅŸağıya kayması olarak belirtilen bu duruma  Shayegan şöyle deÄŸinir: “Dindar insanın gönül gözüyle gören bakışı modern insanın görsel bakışına dönüşmüştür, diyeceÄŸi geliyor insanın.” Çatlama, Ontolojik Uyumsuzluk, Çarpıklıkların Alanı ve Çarpıklıkların Toplumsal Zemini olarak dört bölümden oluÅŸan kitapta yazarının tabiiyeti dolayı ile Ä°ran merkezli toplumsal deÄŸerlendirmelere de yer veriyor. Ãœzerine söylenecek söz olsa da konumuz bu deÄŸil. Özellikle Müslüman coÄŸrafyalardaki halkların ve önderlerinin Batı çarpılmışlığı ile gelenek ve modern arasındaki gel-gitleri ÅŸizofren kiÅŸilikler ortaya çıkarıyor. “TekniÄŸi ve ateÅŸli silahları seçip bunların temelinde yatan birleÅŸtirici ve yıkıcı fikirleri kahramanca reddetmeleri" ya da din adamlarının “Tanrı stratejisi uzmanları” olarak ruhsal ve zihinsel bölünmüşlüklerini topluma enjekte etmeye çalışmaları gibi. Aydınlardan baÅŸlamak üzere etki sahibi olan kesimlerin en önemli iÅŸlevlerinin BatılaÅŸma süreciyle oluÅŸan yeni yaÅŸam biçimine toplumu hazırlamak ve bunu yaparken de dinin farklı argümanlarını da basamak olarak kullanmak olarak adlandırılan durum ise "yamalama" olarak tanımlanıyor. Modernite ile birlikte DoÄŸu toplumlarına sirayet eden zihinsel bölünmüşlük ve karmaÅŸa içinde yaÅŸadığımız sorunların ana karakterini oluÅŸturuyor.

"Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaÅŸ devam etse bile onun için bitmiÅŸtir. Ä°ÅŸte bireyin yaÅŸadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her ÅŸey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.” Yukarıda alıntıladığım cümledeki Sudan kelimesi yerine Irak, Libya, Afganistan ya da Suriye de kullanılabilir. Geçenlerde trajik bir olay neticesinde onlarca insanın ölmesi üzerine oÄŸlum şöyle bir cümle kurdu; "Ne çok ölü var ama insanlar halen ölümü hatırlamıyorlar." Her ÅŸey birazdan unutacağımız rakamlara indirgendiÄŸinde insana insanlığını hatırlatacak hiç bir deÄŸer kalmamış demektir. XX. yüzyılın iddialı çıkışlarından biri olan “Simülasyon  Kuramı"nı bugünün dünyasına armaÄŸan eden Fransız Kültür kuramcısı Jean Baudrillard'ın  "Simülakrlar Ve Simülasyon" kitabının esin kaynağı olan son yılların kült sinema filmi Matrix'i bilirsiniz. Baudrillard'ın ilgili kitabını baz alınarak çekilen Matrix adlı filmde yapay dünyadan yani gerçekliÄŸin dünyasından kurtarılan Neo isimli baÅŸ karakter hakiki dünyaya uyumu için yapılan iÅŸlemlerde gözlerinin çok acıdığını söylemektedir. Cevap ise ÅŸudur; "gözlerini ilk kez kullanıyorsun." Ä°nsan doÄŸasının yok edilmeye çalışıldığı ve tüm deÄŸerlerin pazar koÅŸullarına göre yeniden düzenlendiÄŸi bir zamanı yaşıyor olmamız kimi rahatsız eder ki? Popülerizm, tüketim, enformasyon üzerinden oluÅŸturulan kültürel kodların, bencil, bireyci ve hedonist kiÅŸilikleri beslediÄŸi ve çoÄŸalttığı bir dünya ne kadar sahici olabilir ki? Bu durumun baÅŸat yönlendiricisi büyük ÅŸirketlerin ya da devletlerin eliyle yürütülen medyatik kumpastır. Noam Chomsky "Medya Denetimi" kitabında bunu şöyle açıklar; "Medya kamunun çıkarlarına deÄŸil, Devlet’in ve diÄŸer ÅŸirketlerin çıkarlarına hizmet eder. Medyanın saldırı ve ayartma ekranı, olası en büyük halk kesimini tutsak almak ve ipnotize etmek üzere düzenlenmiÅŸtir. Ä°ÅŸte o zaman bu kesimin dikkati reklamcılara hurda fiyatına satılabilir ve sloganlar iÅŸe yaramaz ÅŸeyler ve manyakça imgelerle altüst edilebilir. Geçilmez bir medya hendeÄŸiyle korunan Devlet birimleri savaÅŸtan kar eder ve ayrıntılı bilgiyle kitle direncinin açığa çıkmasına engel olan yavan açıklamalar ağının ardında rahatına bakar." Baudrillard'ın Batının moralini bozan adam olarak bilinmesi birazda ÅŸundandır. Kendisine bu minvalde sorular soruya şöyle cevap verir: “Batı tarihinin temel yapı taşı moral bozukluÄŸudur. Bunu ben uydurmadım. “Yeni duygusal düzen” yani kurbanlardan oluÅŸan duyarsızlık, piÅŸmanlık üzerine oturmuÅŸ olan toplum, sanayi devrimi ve kolonizasyon gibi sonuçlara yol açmış XIX. yüzyıla ait anlam bunalımının bir uzantısıdır ve bizim uzun XIX. yüzyılımız boyunca da sürüp gitmiÅŸtir." Ãœzerinde önemle durduÄŸu bir diÄŸer konu belirli duyarlılıklara sahip "toplum" adlı yapının, tepki göstermeyen, ÅŸahsiyetini kaybetmiÅŸ ve sessiz çoÄŸunluk halini almış "kitle" denen yığınlara dönüştürülmesidir. Kitle, kendisine sunulan gerçekliÄŸin ötesi ya da nedeni ile ilgilenmez. Hiç bir ideali öngöremeyen ve nesnel yaratıklar halinde dolaÅŸan zümre, pazarlanan mal üzerindeki etiketten baÅŸkası deÄŸildir. DoÄŸru-yanlış, iyi-kötü kavramlarının devre dışı bırakıldığı, tüketiyor olmanın prestij olarak görüldüğü ve kamçılanan hazzın aşırı israfı doÄŸurduÄŸu bir dünyada milyonlarca insan açılıktan ölüyormuÅŸ kime ne?

*Yolcu Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.