Makale
İnsanı Nesne Yerine Koyan Eğitim
Özünde özne olan insan, kararlarını kendisi verir zira o, karar verme istidadına da kararının gereğini yapabilecek kudrete de sahiptir. Kudret, karar verildiğinde devreye girer ve irade edileni fiile dönüştürme imkânı verir. Kaynağı ister kendisi olsun ister başkası olsun herhangi bir taleple karşılaşan kişi, bir değerlendirme yapar ve ikna olursa onu yerine getirmeye karar verir. Bu esnada pek çok faktör devreye girer ve her biri ağırlığı oranında ikna sürecinde yer alır. Faktörlerin bir kısmı taleple, bir kısmı talep edenle, bir kısmı talep edilenle ilgilidir. Talebin meşruluğu, talepte bulunanın güvenilirliği kadar fiilin itibara etkisi, vakit ayırmaya değip değmemesi gibi pek çok etken değerlendirmeye dâhil olur. Canın tenle buluşmasıyla başlayan ve ayrılmasıyla biten ve her gün sanılandan daha fazla vuku bulan karar verme işlemi, özne olmanın sadece gereği değil aynı zamanda göstergesidir.
İnsan, hemcinslerinin de kendisi gibi özne olduğunu tecrübe ederek öğrenir fakat bu durumu kabul etmekte de dikkate almakta da zorlanır. Bu yüzden her öznenin kendi kararını kendisi vermesi ve onu uygulama iradesi göstermesi, başlı başına bir çatışma nedenidir. Anlamı ve çağrışımlarıyla çatışma, arzulanmayan fakat kaçınılamayan ve üstelik öğretici bir tecrübedir. Bu değerli tecrübenin rahmet olması, tarafların birbirlerinin özne olma gerçekliğini ve egemenlik alanlarını kabullenmeleriyle ihtimal dâhiline girer. İlgilinin üslup, tarz, tutum ve yaklaşımından hareketle özne olarak mı yoksa nesne olarak mı görüldüğünü herkes sezer ve sezgisine göre tavrını belirler. Seçilen ve sürdürülen tavırlara göre çatışma, tarafları az ya da çok öğüten veya olgunlaştıran bir deneyime dönüşür.
Aile, okul, işyeri gibi konumları belli ve belirleyici kurumlar, muhataplarının özne olduğunu genellikle göz ardı ederler. Bu, bir tarafı çocuk, öğrenci ve çalışan diğer tarafı ebeveyn, öğretmen ve amir olan, görev ve rolleri belli özneler arasındaki güç, yetki ve sorumluluk farkından kaynaklanır. Birinciler oturmuş ilişki ağı içinde kendilerine yer açmayı, diğerleri konumlarını güçlendirmeyi arzular. Beklentilerin farklı olması anlaşılabilir bir durum olmasına rağmen her seferinde çatışmaya dönüşmesi, dönüştüğünde ise bir tarafın kaybetmesi kaçınılmaz bir sonuç değildir. Güçlü taraf rolünü icra ederken insanca muamele eder ve doğal sınırları içinde kalırsa çatışma miktarı azalır. Sertlik, katılık, bencillik, küçümseme gibi itici tutumlara pirim verilmez ve hilm, merhamet, adalet, anlayış ve vicdan gibi insani niteliklere göre davranılır ve her halükarda makul olmaya çalışılırsa, belki çatışma her zaman engellenemez fakat taraflar daha az yıpranır, daha çok öğrenir.
Yaşı kaç olursa olsun bir özneye değer veren, sağlıklı ilişki kurmanın ilk şartını yerine getirmiş olur. Niyeti farklı olsa da edası, üslubu, tutumu veya özensiz davranışlarıyla muhatabına değersiz olduğunu hissettiren kişi onu kendinden soğutur. Beğenilmeyen ve hatta onaylanmayan kararlarına dahi saygı sınırları içinde kalan tepkiler alan kişi, ilişkiye zarar verecek tepki vermez. Aksi tutumu, kendisine nesne muamelesi yapıldığına yorar ve buna rıza göstermez ve tepkisi sert olur. Eğer rıza gösterirse bunu özne olma vasfına yakıştıramaz ve böyle davrandığında itibarını yitireceğini düşünür. Buna rağmen her hangi bir kişi her hangi bir nedenle bu özelliğini askıya alabilir. Kendi isteğiyle özne olmaktan feragat edip nesne olmaya razı gelebilir fakat bu da bir seçimdir ve her seçim gibi bu da özne olmanın sonucudur. İnsan mekanik bir cihaz olmadığı gibi güdülmeye müsait bir bünyeye de sahip değildir. Bu yüzden insani niteliklerini yitirmediği sürece nesne olma kararından vaz geçip özüne dönme ihtimali bakidir.
Bir özne inandırılarak, korkutularak, ahireti garanti edilerek(!) nesne olmaya ikna edilebilir. Menfaat elde etme, zarardan ziyandan emin olma, kutsalın büyüsüne(!) kapılma gibi saikler bir özneyi, iradesini bir baÅŸkasına teslim etmeye götürebilir. Zaafların istismarcılar tarafından kullanılması sonucu kabullenilen nesne olma halinden, anılan gerekçelerin asılsız olduÄŸunu öğrenmekle kurtulmak mümkündür. Genellikle istismarcılar tarafından kullanılan söz konusu zaaflar, eÄŸitimciler tarafından kullanıldığında bu ihtimal zayıflar. EÄŸitim yoluyla robota dönüştürülen, dolayısıyla programlayan zatın güdümünde olan kiÅŸinin güdülmekten kurtulması zordur. Bunun günümüzdeki en çarpıcı örneÄŸi, iki bin on altı yılının on beÅŸ temmuz gecesi yaptıklarıyla hepimizi ÅŸaÅŸkına çeviren robotlardır. GeçmiÅŸten verilebilecek bir baÅŸka nesneleÅŸme örneÄŸi Firavunlar döneminde yaÅŸayan Yakup oÄŸullarının durumudur. Ä°srailliler, çocukları ellerinden alınıp boÄŸazlanmasına raÄŸmen herhangi bir öznenin verebileceÄŸi tepkiyi veremediler. Firavun ve avenesinin zulmünden, onun sarayında özne olarak yetiÅŸ(tiril)en, Allah’ın selamı ona olsun, Musa peygamberin irÅŸadıyla kurtuldular fakat ruhlarına sinmiÅŸ köleliÄŸin ki nesne olmanın zirvesidir, izlerini silemediler. Hz. Musa, kiÅŸilik halini almış köleliÄŸin izlerini silebilsinler, prangalarını kırabilsinler diye onları kırk yıl çölde iskân etti. Bu yolla, bir taraftan köleliÄŸi sindirmiÅŸ ebeveyn nesline özne olduklarını hatırlattı diÄŸer taraftan yeni kuÅŸakları, atalarını boyunduruÄŸa razı eden iklimin dışında ve uzağında, özgürlük vahasında yetiÅŸtirdi.
Aynı topraklarda yaşamalarına rağmen yerli halkın çocuklarının aksine İsrail oğulları nesne yerine konulmayı kabullenmekte zorlanmamışlardır zira ataları zillete dünden razı olmuşlardır. Yaşantılarıyla yeni nesillere model olan önceki kuşak, teslimiyetçi dünya görüşlerini telkin ede ede onları kendilerine benzetmişlerdir. Önde olanların anlayış, yaklaşım, tutum ve duruşları geride olanların izlediği yol olmuştur. Gençler içinden istisnalar çıksa da kitleyi ikna etmeye güçleri yetmez. Hâkim zihniyet, değirmen olmayı tercih etmişse taşın altından sağlam çıkan birkaç buğday tanesi, unun ekmek olmasını engelleyemez. Diğer bir ifadeyle yaralı ruhlar, özne olma iradelerini sürdürseler de nesne olmayı kabullenen ezikleri fiillerinin faili kılmaya ve dolayısıyla gidişatı değiştirmeye güçleri yetmez.
Hâkim zihniyetin değerleri, ilkeleri, kavramları arzulanan insan tipinin çerçevesini oluşturur. Çocuklar doğdukları andan itibaren ana akım anlayışı sadece öğrenmezler onu her dem solurlar. Örgün eğitim bu anlayış üzerine bina edilirse ailede, toplumda yaşanarak özümsenen zihniyet, eğitim kurumları eliyle pekiştirilir. Pekiştirme, müfredat marifetiyle, öğretim tarzından yöntemine, takınılan tutumdan verilen ödüle uzmanlar eliyle yapılır. Muhaliflerin sesi gürleşir, sayıları artarsa itirazları daha çok dikkate alınır ve gün gelir müfredat güncellenir fakat sahadaki öznenin anlayışına uymayan değişiklik uygulanamaz. Belirleyici olan teamül ve alışkanlıklar değişmezse teorinin değişmesiyle uygulama değişmez.
İnsan, varlığının bilincinde, etrafıyla ilgili, merakını gidermeye istekli, fikir üretmeye hevesli, imar etmeye arzulu, akıllı bir öznedir. O, öğrendiğini saklar, aktarır, onun üzerinde düşünür, ondan çıkarımda bulunur. Hayal kurar, proje yapar, imkân bulduğunda onları gerçekleştirmeye kalkar. O, irade ettiği ve takat getirebildiği her düşüncesini eyleyen bir faildir ve uyanık olduğu her an faaliyet halindedir. Etme, eyleme, yapma, işleme gibi fiillerin eskilerin deyimiyle faili muhtarıdır. Kimi zaman çalışkan, düzenli, dakik, ilkeli, makul kimi zaman dağınık, avare, taşkın, hoyrat, başına buyruk fakat daima öznedir. Faili muhtar olan insanı, etkisiz eleman gibi tasavvur eden bir anlayış ise diş geçirebildiği, avucunun içine alabildiğini yabancılaştırır, alamadığıyla çatışır. İster dirensin ister direnmesin değirmen taşının altından öğütülmeden çıkmak çok zordur. Çıkanlar hasbelkader sakatlanmasa bile kişilikleri ezilir. Böyle bir anlayışa göre tasarlanan eğitim, karar verici niteliklerin işlevlerini zayıflatır ve çıkarcılar eğitim eliyle nesne kılınmış kişiler üzerinde daha rahat tasarruf eder. Bu, öznenin ve insanlığın aleyhine, kendi borusunu öttürme peşinde olanların lehine ve onların ekmeğine yağ süren bir durumdur.
Her adımı sorgulanan, girişimleri engellenen, fikri sorulmayan, her daim itaat beklenen, senin aklın ermez diye konuşturulmayan, sen küçüksün anlamazsın diye susturulan, danışılmayan, sürekli emirler verilen bir çocuk olsa olsa emir eri olur. Yap denilince yapar, sus denilince susar ve gün gelir evlenir. Çocuk sahibi olduğunda ona kendisine davranıldığı gibi davranır. Her armut dibine düşmese de çok da uzağa yuvarlanma imkânı bulamaz. İstediği dersi okuyamayan, öğretmenini seçemeyen, yıllarca katı bir sistemin gereklerini yapan bir gence özne muamelesi yapıldığı söylenemez. Aksine, anne baba terbiyesiyle, örgün eğitim öğretimiyle, elbirliği ederek onu nesne kılar.
Hâkim zihniyet, savunulan değerler, kültürel kod aktarımı, nesiller arası etkileşim kısaca terbiye, içine doğulan ve/ya yaşanan çevrede gerçekleşir. Hak etmediğine tenezzül etmeyen bir toplumda yetişen bir kişi, hakkı olmayanı talep etmez. Muhtemel istisnalar da aynı mahallede oluşan gediklerde, kendine model alacağı kişiler bulur zira çocuk hak bilirliği de bilmezliği de kendi yaşam alanında öğrenir. Bebeklikten itibaren insan tarzdan, tavırdan, duruştan, bakıştan değer verileni sezer ve kendisi de ona değer verir. Bir çocuk hakkı da hakikati de dürüstlüğü de hak etmediğine el uzatıp uzatmamayı da büyüklerinden öğrenir. Müeyyideden çekindiği için değil kendine yakıştıramadığı için kendi aleyhine bile olsa doğru söyleme iradesi göstermeyi de aksini de yetiştiği çevrede meleke haline getirir. Çevre kişiliğin oluşmasında tek etken olmasa da onun yeri ayrıdır zira o, ortak davranış kalıpları kazandıran bir mekteptir. Ailesiyle okuluyla söz konusu mektep, insana özne muamelesi yaparsa insanlık ve özgürlük vahası olur; onu nesne yerine koyarsa istismarcıları cezbeden köle tarlasına döner.
Henüz yorum yapılmamış.