Sosyal Medya

Makale

İstanbul Aşktır

İstanbul gibi birçok farklı kültüre, inanca, felsefi birikime ve ırklara sahip başka bir toprak parçası var mı bilmiyorum! İnsanlığın vicdanının temellük edildiği bir tarihsel birikime sahiptir. Hepsinin tecrübesini içine sindirmiş, bütün çatışma alanlarını absorbe etmiş, kendi tecrübesi ışığında yeniden betimlemiş ve ortaya yeni bir kültürü inşa ederek koyan başka bir tarihsel birikim ve tecrübenin varlığına tanık olamadım. İnsanlığın bütün enstrümanlarının büyük bir harmoni içinde senkronize olmuş biçimde çalışına da bu topraklarda şahidiz. Anadolu nasıl bir uygarlıklar diyarı ise İstanbul bu uygarlıkların vücut bulduğu yeri imler.

İstanbul ile herhangi sıradan bir ilişki kurmak kişinin kendini yabancılaştırdığı bir zemini işaret eder. Çünkü İstanbul herhangi bir yer değildir. Bu gerçekliği dikkate alarak İstanbul ile bir ilişki kurulabilir. O zaman o ilişki kişiye karakterini oluşturma imkânı bahşeder. Yoksa İstanbul’a geldim, çalıştım, ev, iş ve araba sahibi oldum, yaşayıp gidiyorum dediğinde aslında İstanbul ile bir ilişkiye girmiş olmuyor, herhangi bir yerde yaşama ile aynı seviyede ilişkiyi tuttuğu içinde İstanbul ile yabancılaşarak yaşayışını sürdürür, o kadar…

İstanbul’un kendisinin yüklediği bir görev var. Yaşamaya başladığınız andan itibaren her karışında buram buram tüten tarihe tanık kılar sizi. Attığınız her adımda insanlığın tecrübesi fışkırır. Gözünüzü çevirdiğinizde insanlığın tanığı olan bir vicdanla karşılaşabilirsiniz. Selamınızı tarih cevaplandırır. Bunca hoyrat yıkıma karşı, modernliğin baskın karakteri olan kıyıma karşı, onca yeni yapılara rağmen, ruhu neredeyse her satırında, her adımında, her karışında karşınıza çıkar. Ve sizi başka bir şekilde hissetmeyeceğiniz kadar farklı heyecanlandırır. İşte bu aşkın ayak sesleridir.

Felsefenin kulağa hoş gelen tınısını duyduğunuzda kulak kesilin. Size bir tecrübe aktarımında bulunacaktır. İnsanlığın farklı halleri üzerine insanca düşülmüş dipnotları duyarsınız ve bugününüzü aydınlatır. Kahramanlık hikâyeleri mi işitmek istiyorsunuz, İstanbul’da bolca başka ne bulabilirsiniz ki… Taktik ve strateji, siyasal dehalar mı arıyorsunuz, İstanbul size bunu sunar. Yeter ki İstanbul’u herhangi bir mekân olarak düşlemeyin.

Başınızı kaldırın ve Haliç’e bakın! Fatih’in at koşturmasına tanık olursunuz. Fatih’te surlara dokunun hala Ulubatlı’nın kanı ve teri tazedir. Ak Şemseddin’in dualarına Eba Eyüp el Ensari’nin duaları karışmaktadır. İnsanlığın en büyük mabedi olan Ayasofya insanlığın yüreğini titretiyor. Hüznün, trajedinin ve acının sembolü gibi duruyor. Karşısında Sultan Ahmet, tevazu abidesi gibi duruyor. İhtişamın muhteşemliğine eşlik ediyor. Estetik bir yapının izini her tarihsel kesitinde bulduğunuz İstanbul, sadece modern dönemde eksiklik taşıyor ve yaşıyor. Eğer İstanbul ağlıyorsa bu mirasa sahip çıkılmadığı içindir.

Tarihte yaşanmış en büyük kahramanlıklara da ev sahipliği yapmış, en büyük kıyımlara da… Bugün aynı tarihi farklı anlarda yaşayan binleri başka türlü nasıl misafir edebilirdi ki İstanbul, eğer bu tarihsel derinliğe sahip olmasaydı. Her türlü entrikanın geçtiği Bizans dönemi de burada yaşandı. Roma burada varlığını sürdürdü. Birçok dilberi, şairi, düşünürü, filozofu ve din adamını bağrında yaşattı. Bugün İstanbul bu özellikleri yine yaşamaya devam ediyor. Lisanıhâli ile ben dünyanın kalbiyim diyor. Bunu yalanlayacak başka bir delil de yok…

İstanbul aşktır. Ve onunla kurulacak bağda aşk ile sağlanabilir. Yoksa İstanbul herhangi bir yer durumuna geriler ve orada yaşamanın zorlukları karşısında en küçük bir imkânda kaçmayı zorunlu kılar. Aşk, görülemeyeni gördürür. Aşk, basireti bağlar derler, külliyen yalandır. Aşk, görmeyi derinleştirir ve o derinliği tarihselleştirerek onunla kutsal bir ilişki kurulmasını sağlar. İstanbul eğer keşfedilmek isteniyorsa ve onun derinliklerine vakıf olunmak isteniyorsa ancak onu derin bir sevgi severseniz size kollarını açar, kollarını açtığında eğer onu sevdiğinize ikna ederseniz size hem kalbini açar ve hem de sevgisini sunar. İşte o zaman İstanbul sizin olur ve her karışında tarih kokan mekânını keşfe çıkar ve onu tadarsınız. Bu ilişki ise İstanbul da yaşadığınız her türlü sıkıntıya göğüs germenize vesile olur.

Genelde İstanbul’u fark etmeyenler, hemen şikayetlenmeye başlarlar. Özellikle de yeni gelenler, ya bu nasıl bir şehir, çok kalabalık, adım atılamıyor, insanlar, yürümüyor, koşuyorlar sanki… Dışarıdan gelindiğinde gerçekten İstanbul’da nasıl yaşandığı konusunda hep sorular sorulduğu vakidir. Ama aynı insanlar, tarihsel mekânları gezdiğinde de gözlerindeki ışıltıyı fark etmemek mümkün değil! İnsanın yaşadığı dram tam bu noktada tezahür ediyor işte: hem, güzel ve estetik olana arzulu, hem de herhangi bir sıkıntı yaşamadan bu güzelliği arzuluyor. Bu ise eşyanın tabiatına aykırı… Çünkü bir güzellik ancak bir zahmetten sonra ortaya çıkar.

İnsanın aşinalığının sıradanlığa davetiye çıkardığı bilinen bir gerçekliktir. Bu sıradanlığın ise İstanbul’un sıra dışılığını örttüğü de ayrı bir gerçektir. O olağanüstülüğü kavramanın yolu, olağanüstü ile kurulacak ilişki düzeyine sahip olmayı zorunlu kılar. En önemlisi ise o psikolojik vasata sahip olabilmektir. Yani şairin dediği gibi: Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı/ Düşün altında binlerce kefensiz yatanı… Bu insanların bu topraklar için her dönemde canlarını feda ettiği gerçeğini bize herhangi bir şüpheye mahal bırakmadan göstermektedir.

İşte aşk ile bağlanmak dediğimiz şey bu. Şehvetle arzulamak değil… Ruhuna sahip olma arzusu bu… İstanbul ruhu ele geçtiğinde kendisini ele veren bir olguya sahiptir. O yüzden sokaklarında fink attığınızda elinize herhangi bir şeyi geçiremezsiniz. Çünkü siz o ruhtan yoksunsunuz ki İstanbul size kendini vermiyor. O zaman her şeyi size sıkıcı gelir. Bir an önce kaçmak için fırsat kollarsınız. Bunun yeterli örneklerini sürekli tecrübe edebiliyoruz.

İstanbullu olmak tahammül edebilmektir. Burada yaşamanın kendine ait zorlukları vardır. Ve bu zorluklara zorunlu katlanıldığında belli bir süre sonra insanı yorar. O zaman sevgiyle ve istekle yaşadığınızda bir katlanmadan da bahsedemeyiz artık! Her zorluk ancak istekle aşılabilir. İstanbul için yaşamak ve orada insanlığı tecrübe etmenin kendi bedeline ise gönüllü katılmak esas olmalıdır.

İstanbul’u yaşamak aşkla olduğunda derin anlamlar üretir hayatında insanın… İnsan ilişkileri aşkla düşünüldüğünde İstanbul için anlamlı hale gelir. Yani İstanbul, kıskançlığı derinden yaşar. Kişi, etrafındaki insanları kıskanır. Ama bu kıskançlık her yerdekinden daha fazladır. Anadolu da kıskançlık o kadar belirginlik kazanır ki bu stres ve ayrılığı beraberinde getirir. İstanbul ise kıskançlığı içselleştirir ve ilişkiyi daha da derinleştirir. Kişi, kıskandığı kişiyi yakından takip eder ve neredeyse her adımını izler. Böylece onu geçmenin imkânlarını nerede devşireceğini düşünür. Bu sadece ekonomik alanda değil, siyaset ve toplumsal hayatta böyle, kurumsal yapılarda da kendini gösterir. Kıskançlık bir yarışa dönüşür İstanbul zamanlarında…

Ayrılık ve beraberliğin aşk ile taçlandığı mekânları İstanbul bağrında besler. Özellikle dostluklar İstanbul semalarında bir başka güzeldir. Dostluğun safiyeti yanında İstanbul o dostluğa bir özellik daha katar: gözü karalık…  İstanbul istenmediği halde bir beraberliğin bitmez tükenmez varlığını kalıcı hale getirir. Ama İstanbul’da mekâna dost olmak başka bir güzel… Mekânla giderdiğin hasret insanın gelişiminin dinamiklerini de tetikler. Mesela bu genelde unutulur. Hâlbuki her şehirde mekân kişilerin özel anlamlar yüklediği anıları ve alanları besler. İstanbul’da ise bu mekân ve anılar hem çoğul bir karaktere hem de ciddi bir derinliği bağrında taşır. Yani başka mekânlar için istisnai durumlar oluşturan şeyler İstanbul için normalliğe taşınır. Bu yüzden İstanbul’a alışma zamanını aştıktan sonra oradan ayrılmak yavukludan ayrılmaktan daha zor olur. Ve çoğu öğrenci, öğretmen, memur, öğretim görevlisi, işçi veya esnaf İstanbullu oluverir, farkına varmadan ve çoğu kez anlamlandırmadan.

Bir sabah daraldığında şöyle İstanbul’un tarih kokan bir yerinde bir kafede çayını yudumlarken tarihin anıları eşliğinde derinliğin diplerinde kulaç atarken o daralmayı geride bırakmanın hüznü ve rahatlığı ile kalkar ve yeniden o yaşamın karmaşasına dâhil olursunuz. Tıpkı aşığın kuytu köşeler arayıp bulduğunda kendi yalnızlığına gömülüp hayal dünyasında hasretini damıtarak ruhsal dinginliğe sahip olduğu gibi…

İstanbul’da öfke ve nefret bir başka hayata katılır. Özellikle de trafikte bunun birçok örneğini görebilirsiniz. Öfke ve nefret, bir salınım içinde azalarak çoğalır, çoğalarak azalır. Bu duyguların şiddetine ve nöbetine göre tepkiler oluşur. Kişiler, bu duygulardan bağımsız değiller. Ve bunu ancak aşk psikolojisi içinde anlamlandırabiliriz. Yoksa bu öfke ve nefret nöbetlerini açıklamak gerçekten çok zordur. Yükselen ve çok çabuk düşen ama bu arada çoğu kez istenmeyen durumlar oluşturan bu tutumu psikologlara inceletmekte yarar var. Benim kanaatim, İstanbul’un aşk şehri oluşuyla birebir ilişkili bir durum. Bir farkı var, o da normal âşık, neye ve kime âşık olduğunu bilir. İstanbul’da ise bu aşkın öznesi yoktur. İşte duyguların tanımsız oluşunun kaynaklandığı zeminin bu olduğunu düşünüyorum.

Örneğin, başka diyarlarda da dostluklar var ve birçok fedakârlığı içinde taşır. Ama İstanbul’da bu ölümüne olur. Bunun üzerinde düşünmek gerekmez mi? Sanırım bu ölümüne sevmeyi de İstanbul başka diyarlara taşıdı. Sinema ve medya üzerinden bu duygu transferi gerçekleştiriliyor. İster maçlara bakın, ister liseli ve üniversiteli âşıklara bakın, ister partilileri izleyin hep aynı slogan… Ölümüne sevdalıyız. Bu duygu liderlere de sirayet ettiriliyor. Sevdik mi ölümüne severiz… Öylesine, boş atılmış bir slogan değil hayatın bizzat merkezine taşınmış bir duygu bu…

Yani demem o ki; İstanbul, yaşamı, sosyal hayatı, siyasi ve iktisadi hayatı, dostlukları, düşmanlıkları, ayrılıkları ve beraberlikleri, kurumları ve özellikle mekânları ile bir bağ kurulmak isteniyorsa muhakkak aşk üzerinden bir değerlendirmeye tabi kılınmalı o narin ve nazenin psikolojiyi tadı damağında bir keyifle anlaşılmasına imkân bahşedilsin. Yoksa ne olur mu? Olan şu: İstanbul’da yaşar gibi yaşayıp gidersin ve hiçbir şey anlamadan bu mekânın hakkını vermeden göçüp gidersin… Bu da bir insan için en büyük kayıp olarak kayıtlara geçer zaten!

Başka söze ne hacet!

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.