Sosyal Medya

Makale

Beklenmeyen Ölümler Sarsar…

Akif ağabeyin ölümünü Ümit Aktaş’tan aldığımda sarsıldım… Beklenmeyen bir şeydi, hasta falan değildi… Hatta görüşme için kendisinden randevu alınmıştı, görüşeceğimiz günü bekliyorduk.

Her ölüm acıdır. Ama Akif Emre’nin ölümü bir başka acıyı yaşattı. Çünkü o derviş meşrep tavrı ve kalabalıklar içinde yalnızlığı tercih edişi ile zaten farklıydı. Tıpkı düşünce dünyasındaki farklılığı gibi… İktidar olmadan muktedir olmanın hikâyesini yazdığını, ancak ölümü üzerine anladığımız ender şahsiyetlerden biriydi. Tercihen kendisi olma çabası ve hakikate yaptığı vurgular, olayların arka planına yönelik ufuk açıcı bakışı, yazılarını her zaman okutan bir özelliğe kavuşturuyordu.

Çocukluğumun iki kahramanı vardı; Metin Yüksel ve Sedat Yenigün. Her ikisinin ölümünü de öğrendiğim de canım çok yandı. Daha sonra yedi güzel adam ve onlardan Cahit Zarifoğlu özel bir yer edindi bende. Onun vefatında da içimdeki acı tarif edilemezdi. Güzel ve zarif insanlar hep erken ölürler… Onlar geride hüzün bırakarak varlıklarını bekâ diyarına salarlar.

Allah, Abdurrahman Arslan ağabeye uzun ömürler versin… Bu güzel adamlar silsilesinin aramızda olanları ki Rasim Özdenören, Atasoy Müftüoğlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil vs. hala hayatta olanlara da bereketli ve hayırlı bir ömür dilerim… İnşallah yaşarken kıymetleri yeterince bilinir…

Benim için hepsinde ortak özellik, tevazuu, çaba ve gayreti göze sokmadan yapmaları, diğerleri ile kendi aralarındaki eşitliği bozmayan bir tercihte bulunmaları ve düşünce konusunda gerçekten fark oluşturmalarıdır.

Rahmetli Akif ağabey ile öyle hukuk oluşturacak bir tanışıklığım olmadı. İlk tanışıklığım kendisi ile Özgün İrade dergisinde bir söyleşi yapmak için ziyaret ettiğimde gerçekleşti. Daha sonra değişik vesilelerle ortak mekânlarda ve toplantılarda buluşma imkânımız oldu. Ama uzaktan da olsa hep sevgisi vardı. Ve bu sevginin yegâne nedeni; düşünceye olan bağlılığı, samimiyeti, kendi başına duruşu ve vakarı idi…

Bir insanın ölümü hüznü çağrıştırır ama Akif Emre’nin ölümü umudu da çoğaltan bir özelliğe sahip oldu. Çünkü yalnız, kendi başına yaşayan, hakikatten başka sermayesi olmayan ve hatta muhalif kimliğinin öne çıktığı bir zeminde dik duran bir karakteri canlı tutmak ve başarmak az şey değildi.

Birçok cenaze gördüm. Ama ilk kez bu kadar farklı kişilikleri bir araya getirenine ve organize olmadan bu kadar katılım olanına şahit oldum. Cenazesine katılımın oranı, özellikle de farklı kişilerin büyük katılımı umudu artıran bir şey oldu. Oradaki gözlemim şu: Akif Emre’nin duruşu hakiki duruştu ve saygınlığı hak ediyordu. Herkes de bu saygınlık üzerine oraya gelmişti. Yani ortada doğru bir duruş var ve insanlar bu duruşa duydukları saygı ile oraya geldiler. Üstelik sadece saygı değil, güçlü bir sevgi ve gıpta da yüzlerdeki derin teessürden, adeta hemen özlemişlikten okunabiliyordu. Sonradan hakkında yazılanları okuduğumda bu tespitin ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha anladım.

Herhangi bir hesap-kitap gözetmeden doğruları dile getirmek ve ‘imkân’ varken yanlışa düşmeme çabasına sarılmak her zaman saygıya değer bir şeydir. Çok farklı cenahların bu saygınlığı kabul ederek ihtiram göstermesi de bunu göstermektedir. O zaman gerçek bir yaşamın ve ölümün ne olduğu konusunda Akif Emre’nin yaşamını ve ölümünü örnek alabiliriz.

Umudun diri tutulması elzemdir. Akif Emre ölümü ile olsa bile bu örnek duruşun umudunu bize göstermiştir. Bugün artık methiye dizmek yerine bizzat o methiyelere mazhar olacak tavrın sahibi olmanın vaktidir. Hakikati her ne pahasına olursa olsun dile getirmek ve doğruları savunmak, bunu yaparken kırıcı olmamak, kin, nefret ve öfke nöbetleri ile doğruyu yıpratmadan iş görmek asıl olmalıdır. Akif Emre bu boyutu ile de bir tanıklık oluşturdu.

Rüzgârın önündeki yaprak misali rüzgâr ne yöne eserse oraya gitmek değil; bilakis, rüzgârı da karşısına alıp hakikatin bayraktarlığını yaparak yeni rüzgârlar estirmeye çalışmak dikkate değer ve tanıklığın olmazsa olmazıdır. Akif ağabey, sessizce bunu başardı. Bu yüzden de çok sevildiği ancak ölümünden sonra anlaşılır oldu. Onu yakından tanıyanların çokça sevdiğini yazılarından okuduk. Bu ne güzel bir şey… Bir insanın kendini sevdirmesi ve mütevazı bir kişiliği taşıması öyle kolay olmasa gerek…

Bir arada olurken benim dikkatimi çeken şey sessizliğiydi. Konu tartışılır, hararetli konuşmalar yapılırdı. Ama kendisi dikkatle dinler ve genelde fazla katılmazdı. Bazen birkaç cümle konuya değinirdi. Bunu anlamakta zorlanırdım. Hatta bir keresinde neden daha fazla katılmadığını sordum, bana baktı ve sadece gülümsedi. Bugün ise onu çok daha iyi anladığımı düşünüyorum. Gereken şartlar oluşmadığında konuşmanın bir karşılığının olmadığını bizzat tecrübe ile öğrendim bende…

Bu ölüm bize bir ders olarak, bağırıp çağırarak, gürültü çıkararak, dünyayı ayağa kaldırarak yapılacak bir şey olmadığını, ama sessizce ve derinden, sahih ve kalıcı çok şeyler yapılacağını öğretmesi açısından değerlendirilmelidir. Bu noktada düşüncenin önemini bir kez daha hatırlamalı ve içimizdeki Akif Emre’leri de yalnızlığa tevdi etmemeyi öğrenmeliyiz. Yoksa sorumluluğumuz daimi olacaktır.

İslamcılığın hayatın anlamlandırılmasındaki derin katkısını öğrenmeli ve bunun bugün Müslümanlığımız için kıymetini iyi bilmeliyiz. Yeniden bir diriliş ve direniş için gereken düşünsel zemini ve zihinsel kodları ancak İslamcılığın yeniden ele alınmasında ve ona yükleyeceğimiz anlamda bulacağımızı bilmeliyiz. Her ölüm öğreticidir. Çünkü ölümler Allah’ın en çıplak ayetleridir. Buna rağmen ölümden ders çıkarmayanlar kaybedenlerdir.

Sadeliği, yalınlığı, tevazuu ve samimiyeti yeniden kuşanmalı ve günlük aktüalite içine düşmeden kalıcı gündemlere yönelmeli ki bu dersi aldığımızı göstermiş olalım. Başkalarına falan değil, sadece kendi nefsimize… Çünkü Müslüman bir gösteri dünyası elemanı değildir.

Allah merhameti ile Akif ağabeye muamelede bulunsun, yakınlarına sabırlar ihsan eylesin, sevdikleri ile cennette buluştursun…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.