Makale
Yeni Müfredat Tartışmaları Bağlamında Kitap Yazımındaki Hak İhlalleri Üzerine
Başında "Milli" olup bir türlü "hakikî" vecheyle kalibre yakalanamayan bir mesele "EÄŸitim" mevzusu. MeÅŸrutiyet ile birlikte baÅŸlayan yeni düzen arayışları Meclis-i Kebir-i Maarif'te (günümüzdeki EÄŸitim Åžuralarının ve/ya Talim Terbiye Kurulu'nun karşılığı) süregelen tartışmalar ve her dönemin siyasi polemiklerine kurban edilen tedrisatımız. 1900'lerin çalkantılı ve bunalımlı yıllarında sürdürülen tartışmalardaki üslup, seviye ve derinliÄŸe baktığımızda bu gün "maarif" üzerine politika üretimlerinin sığlığı daha bariz görülebilir. Ya da Cumhuriyet'in ilk yıllarında tek parti döneminin otokratik uygulamaları ile ortaya koyduÄŸu sistemden daha orjinal eÄŸitim sistematiÄŸinin üretilememiÅŸ olmasının üzerinde düşünülmesi gerekmez mi? Bu tartışmalar baÅŸka bir yazının konusu. Bir medeniyet zeminine yaslanmayan, 'araf' perspektifler ile sürdürülen çalışmalara en iyi cevabı Nureddin Topçu Ãœstadımız versin biz konumuza dönelim; "Batı’nın fikir mahsullerini şüphesiz ve tenkitsiz, saf bir itaatle alan dimaÄŸlar, bu fikirleri getirmekle ilim yaptıklarını zannettiler. Tercüme ile taklitten ibaret münevver faaliyeti, hakikat aÅŸkını doÄŸuramazdı. Mektepte öğretim, hakikî araÅŸtırma yollarını bulduracak yerde, Batı’nın fikir pazarından aldıklarımızı genç dimaÄŸlara nakletmekten, ezberletmekten ibaret bir çalışma oldu. Her devrin siyasi hâdiseleri, maarifimizi Batı milletlerinden birinin maarifine esir etti. Bu kültür tabiiyeti, sırasıyla Fransız, Alman ve Amerikan maarif sistemlerini şüphesiz ve tereddütsüz kabul etmiÅŸtir."
Ben bir tarih öğretmeniyim dedi arkadaş. "Tarihi benim ya da bir toplumun hafızası olarak görmüşümdür her zaman. Bu açıdan vakıaların sebep-sonuç ilişkilerinin ötesinde geçmişe sahici sorularla gitmek gerektiğini düşünmüşümdür. Çünkü nasıl bir zemine yaslanıyorsanız, renginiz, tarzınız ve ufkunuz da ona göre şekil alacaktır. Bunun için de iradi bir akıla ihtiyacımız var." Diye devam etti. "İradi akıl"dan neyi kastettiğini sordum. " İradi akıl, bulandırılmamış bir düşüncenin ürünü olabilir. Yani ne ağaca ne ormana; köklere bakar. Bir düşünce ekseni kuramıyorsanız, aklınız da başka havzaların taşeronu olarak iş görür ki uzun süredir biz de dahil doğulu toplumların yaşadığı travmadır bu.
Sosyal bilimlere sonradan katılan bir alan olmasına rağmen tarih her zaman egemen ideolojileri sterilize eden araç olarak kullanıldı. Batı'nın kendini insanlığın muhteşem merkezi olarak ilan ettiği son üç yüz yılda sosyal bilimlerin işlevi bu modern tapınağı kutsamaktı. Ve yeryüzünde kendini kötü hisseden her toplumun varacağı tereddütsüz kapı burasıydı. Bu izleği ilkokullarımızdaki tarih şeridinde bulabiliriz. İlkel insandan mükemmel insana doğru gelişen olayların hepsi Batı ile başlar Batı ile biter. Bu sürecin takip eden ergen akıl sonunda kendini Batı'nın eşiğinde bulur. Çaresiz ya teslim olacaktır ya da ilkel kültürüyle aşağılanmış bir biçimde yaşamaya devam edecektir. " diye de ekledi.
HİKAYÂT BAŞLIYOR
Sonra hikayesini anlatmaya başladı. 2005 yılında tarih kitaplarının yeniden düzenlenmesi ve elden geçirilmesi için kurulan bir komisyona çağrılmış. Kendisini lise son sınıfta okutulan TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabı yazım kuruluna vermişler. Bakanlıktan onaylı taslak bir dokümanı da üç kişiden oluşan yazım ekibinin koltuğuna 'resmi yazı' ile iliştirmişler. Zaten tüm konu başlıkları ve içerikleri Talim Terbiye Kurulu tarafından belirlenen metinde dil yanlışlarını giderecekler ve kabul görürse bazı tadilatlar yapacaklar. Aylar süren bir çalışma sonucunda ilk nüshalar incelenmek üzere bakanlık merkezine gönderilmiş.
Arkadaş, öteden beri derslerde okutulan kitaplarda bazı bilgi yanlışları olduğu, tarihi şahsiyetlere yönelik kullanılan aşağılayıcı üslubun tarihi gerçeklerle uyuşmadığı üzerinden küçük düzeltmeler yaptığını şöyle anlattı: "Örneğin son Sultan Vahidettin ile ilgili vatan haini gibi tabirleri, ya da genelde batılılar tarafında Abdulhamit için kullanılan Kızıl Sultan tanımlarını, veya tekke ve zaviyelerle alakalı olarak aşağılayıcı üslupları metinlerden çıkarttık. Ayrıca bir çok kitapta belirtilenin aksine Mustafa Kemal'in İstanbul'dan Samsun'a gidiş sürecinin gizli değil İstanbul Hükümeti'nin görevlendirmesi, izni ve onayı ile gerçekleştiği de ekleyince kıyamet koptu. Henüz baskısı dahi yapılmayan kitap didik didik incelenmeye başlandı. Bunun üzerine zamanın Milli Eğitim Bakanı hakkında soru önergeleri verildi ve elbette zamanın gazeteleri hakkımızda manşetler attı.
Özellikle Mustafa Kemal'in Samsun'a seyr-ü seferi hakkındaki bilgi yanlışını düzeltmemiz merkezdeki tarih mühendisleri tarafından büyük tepki ile karşılandı. Oysa kısa bir tarih araştırması ile doğrusunun bizim yazdığımız olduğu ortaya çıkabilirdi. Başlayan linç kampanyası hazırladığımız metnin satır satır infazına kadar götürüldü. Laiklik ile ilgili tanımı Fransız Meydan Larousse ansiklopedisinden aynen almamız üzerine bize karşı saldırılar daha komik bir hale evirildi.
KÃœRT Ä°SMÄ° YALNIZCA OLUMSUZ ANLAMDA KULLANILABÄ°LÄ°R
O süreçte arkadaşın başına başka bir hadise daha geliyor. Kitapta bir konu olarak yer alan Şeyh Sait İsyanı ile ilgili bilgiler verildikten sonra konunun sonuna "Türklerin ve Kürtlerin tarih boyunca kader birlikteliği olduğu" nevinden bütünleştirici bir cümle yazıyor. Bir kaç gün sonra İstihbarattan olduğunu söyleyen iki subay kendisini ziyaret ediyor. Kitapta Kürt adını hangi amaçla geçirdiğini, Kürt adıyla bir topluluğun bu ülkede yaşamadığını uygun bir dille ifade ediyorlar. "Ama" diyor, arkadaş; "Sizin dediğinizi kabul edersek, merkezi İstanbul'da bulunan ve Zararlı Cemiyetler başlığı altında işlenen "Kürt Teali Cemiyeti" maddesini ne yapacağız. Bakın orada Kürt adı geçiyor. Öyledir, diyor subaylardan biri, orada Kürt adı zararlı kelimesi ile kullanılıyor, uygundur." Tabi kendisi hakkında yapılan -kürt olup olmadığına dair- soy araştırmasının da cabası olduğunu anlatıyor.
MAHKEME
YIL 2005. Ak Parti hükümeti lakin ülke muktediri değil. Her kurum bu yeni -kendi tabirleri ile- bidon kafalılar tarafından seçilmiş iktidara ayak diriyor. "Göbeğini kaşırcasına kitap mı yazılırmış ki 'kutsal öğretiler kitabımız'da değişikliklere nasıl cür'et edersiniz?" dercesine TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabı düzeltmenleri ablukaya alınıyor. Bir gün diyor arkadaş, postacı bir mahkeme celbi getirdi kapıma. Meğer bizler, bize bakanlık tarafından resmi yazı ile düzeltmemiz için verilmiş dokümanları başkalarından çalmışız. Öyle yazıyor celpte. Fikir hırsızı olup çıkmışız. Oysa biz bir kitap yazmadık bize bakanlık tarafından resmi yazıyla verilen bir metni tadil etmeye çalıştık. Durum şöyle imiş. Bakanlık bir kaç sene evvel bir gurup öğretmeni toplayıp bir metin hazırlatmış ama metni beğenmediği için kitap olarak basmamış. Aynı metni bize gönderip çalışma yapmamızı kitap olarak basacaklarını söylediler. Şimdi bulup buluşturmuşlar o öğretmenleri organize etmişler ve bize dava açtırmışlar. Tam tamına kişi başına 67 bin liralık tazminat davası.
Durumla ilgili bakanlığa defaatle yazı yazmışlar. Mahkemeye her türlü delili sunmuşlar. Medyada süren yoğun olumsuz propaganda sayesinde her biri fikir hırsızlığından ceza almış. Kaç kez diyor arkadaşım, kaç kez en ilgili yerlere yazdım, Bakan'a, Başbakan'a, Cumhurbaşbakanı'na. Hiç birinden bir sonuç elde edemedim. Bir kez olsun dönüp de durum nedir diye soran olmadı. Hepsini sineye çektim. Bu ülkede ne kadar savunmasız olduğumu anlayıp şaşırıp kaldım. Başımdan geçenleri tarihe bir not düşer belki diye anlattım, diye ekliyor.
Henüz yorum yapılmamış.