Makale
Gerçek Ne Kadar Umurumuzda?
'Medya ve Kaybolan Değerlerimiz' başlıklı seminerim için son hazırlıkları yapmak üzereyken İdlib'de kıyamet koptu. Tam da Walter Benjamin'in "Tarih artık görüntülere kalıyor, hikayelere değil" şeklindeki saptamasını ilgili yere not edip üzerinde düşünürken oldu her şey.
Word sayfaları ekranda öylece donarken Esed'in salin gazına maruz kalan çocukların görüntüleriyle içim kıyıldı. Her şeyin hızla tüketildiği, insanların duyarsızlaştırılmak üzere programlandığı haz çağında hâlâ gözlerimden yaş akabildiği için hamdettim. Bir karede çırpınmakta olan bir masum çocuk diğerinde gözleri dehşetle büyümüş yüzler. Hepsi masum hepsi de çocuk. Ve bu kaç bininci vahşet ve bilmem kaçıncı gösteri? Gösteriden kastım içinde bulunduğumuz çağın görünerek var olunabileceği yönündeki dayatması. Eğer var olmak istiyorsan bunun dijital dünyadaki karşılığı teşhirdir. Gösteri çağının kodları böyle. Uzantıları ise adeta ahtapot gibi dört tarafımızı sarmış durumda. Televizyon ekranından başlayan bilgilendirme sosyal ağlar aracılığıyla bilgisayar monitörlerine ve cep telefonlarına kadar ulaşıyor. Hasılı her şey hızlıca yayılıyor ve kolayca tüketiliyor. Geriye kalan ise var olma kaygısını teknoloji ile iç içe olmak, kendisini görünür kılmak ile eşdeğer kılan duyarsızlaşmış / duyarsızlaştırılmış insanoğlu. Tam da 'Big Brother'in istediği gibi.
Arapça 'nebe' kelimesi ile ifade edilen haber; etik olmak ve gerçeği yansıtmak gibi bazı mühim ilkelerle değer kazanıyor. Suriye'deki iç savaşın başladığı dönem habercilik tecrübesini yaşadığım zaman diliminin ikinci yılına tekabül ediyor. Kaç vtr girdik, kaç telefon bağlantısı kurduk, onlarca özel dosya hazırladık o en sıcak saatlerin yaşandığı günler ve geceler boyunca. İçinden Halep, Rakka, Lazkiye, Deyrezzor, Humus, İdlib ve daha fazlasının acının, gözyaşının geçtiği metinler yazdık. Esed'in zulmüne dikkat çektik. Ne metinlerde ne de Dsf ya da vtr'de görüntülerde 'algı oluşturmak' isimli gösteri odaklı, ruhsuz eyleme prim vermedik. Zira görsel şiddet acıma duygusunu öldürür, vicdanları köreltir dedik.
Haber kavramının hangi kriterlerle oluşturulduğuna dikkat çekmek özellikle mahremiyet açısından önemli. Bir an için Suriye'de yaşanan savaşın ortasında o insanların yerinde kendimizin olduğunu farz edelim. Öldürülmüş çocuklarımızın ya da herhangi bir yakınımızın görüntülerinin ekranlarda gösterilmesine, sosyal medyada sürekli paylaşılmasına razı olur muyduk acaba? Bu kabul edilebilir bir durum olamaz.
Psikologlara göre medyanın, saldırı görüntülerini devamlı vermesinin sebebi bütün dünyadaki insanların o olayı yaşamış gibi algılaması. Bu algı ile insanlar kendilerinin de böyle bir şiddete maruz kalabilecekleri duygusunu geliştiriyor. Korku ve huzursuzluk giderek artarken dünya kötü bir yer olarak görülmeye başlanıyor. 'Kötü dünya sendromu' ismi verilen bu durum, duyguların hasar görmesi ile ortaya çıkıyor. Görüntüler üzerinden insan istismar ediliyor ve aslında hissedilmesi gereken acılar, normalleşiyor.
Hasılı kelam her şey görünür oldukça gerçek imha oluyor. Peki biz bu gerçeğin ne kadar farkındayız ve söz konusu gerçek her ne ise ne denli umurumuzda? İşte bu farkındalığı yaşamalı ve gerçekten bizi canlı kılacak bilgiden haberdar olmalıyız vesselam.
Henüz yorum yapılmamış.