Sosyal Medya

Makale

Ahmet Sarıoğlu Hocamın Ardından

Buhari’nin “Tecrid-i Sarih” derlemesinin 3.cildinde geçmiÅŸe ait bir nota rastlamam beni 1983 yılına geri döndürdü. O yıllar Askeri darbeyle köşeye sıkışmış haldeydik. Hem mahallede, hem de üniversitede içinde bulunduÄŸum gruplarla birbirine benzer ÅŸeyler yapılır, ama hep bir ÅŸeyler eksik kaldığını hissederdim. Bu nedenle bir gurup arkadaÅŸ ile diÅŸ hekimliÄŸinde okuyan yeni evli bir kardeÅŸin evinde toplanır, bir gecede bir cilt Tecrid-i Sarih okurduk. Åžimdilerden bakınca, bu hadis okumaları meÄŸerse Allah’ın Arif bir kulunun hayatımıza girmesine davetiye niteliÄŸinde olduÄŸunu fark ediyorum.

Böyle toplandığımız gecelerden birine o da davet edilmiÅŸti. Saçları genç yaÅŸta dökülmüş bu zatta en belirgin farklılık, gözlerimizin içine sevgi dolu bakışlarıydı. GömleÄŸi eski, muhtemelen bir takım elbiseye ait çizgili pantolonu yıpranmıştı. Dersi sessizce izliyor yaptığımız acemice yorumları güzel bir çaba olarak görüyor, telaşımıza ise imrenerek bakıyordu. “Gusül de suyu vücuda akıtmak mı yoksa vücudu suyla ovmak mı gereklidir?” babındaki hadise sıra geldiÄŸinde, bir arkadaşımızın “Tabi ki suyu akıtmak lazım zira kürek kemiklerimizin arasındaki bölgeye elimizi deÄŸdiremeyiz” demiÅŸti. Bunun üzerine hoca sanki müdahale etmese yapılan tüm çabalar boÅŸa gidecekmiÅŸ gibi aceleyle “Bir dakika” demiÅŸ ve devam etmiÅŸti “EÄŸer Resulullah (sav) vücudumuzu suyla ovuÅŸturarak gusül almamızı söylüyorsa biz de karateciler gibi aylarca uÄŸraşıp sonunda sırtımızdaki o yere dokunuruz.” Bu sözü üzerine kitabın yanına ÅŸu notu almışım:

 “Ä°ÅŸte, bu benim hocam.”

Ve artık derslerimize yeni bir heyecan gelmiÅŸ. Hadisleri sanki Resul’ün(sav) halkasında dinler gibi mesuttuk. Hadislerde gördüklerimizi hayatımızda tatbik etme gayretiyle uyguladığımız bazı sünnetler ilk önce namazımıza yansımış, bu nedenle çevremizde mezhepsiz ilan edilip ciddi uyarılara muhatap olmak bile iÅŸtahımızı kaçıramamıştı.  Hatta bir kış günü BayrampaÅŸa minibüslerinin kalkışını bile engelleyen kar yağışı azmimizi kıramamış, bir saatten fazla yürüyerek “Buhari” dersine yetiÅŸmiÅŸtik. O ise bu kar yağışından sonra kimse gelmez derken salonun tamamının gençlerle dolduÄŸunu görünce gözleri yaÅŸlarla dolmuÅŸtu.

VerdiÄŸi bütün derslere “Kim bu derste bir yanlışımı görüp düzeltmez, benim hesap gününde zor durumda kalmama rıza gösterirse iki elim ahirette onun yakasındadır” uyarısıyla baÅŸlardı. Hâlbuki dinlediÄŸim birçok “üstat” sözünün kesilmemesini sessizce dinlenmesini özellikle tembihliyordu.                                                                  

Kendisini övüp gönendirmeye kalkanlara sert ikazlarda bulunmasına anlam veremez. İçimden “Seni seviyorlar bunu ilan etmelerinde ne mahzur var” diye geçirirdim. Ama bugün üstatların etrafındaki ÅŸakÅŸakçıların verdiÄŸi zararları görünce hocamı rahmetle anıyorum…

Hadis okumanın, sade bir hayatı, cömertliği, fedakârlığı, adil olmayı, diğerkâmlığı ve etrafındaki zulümlere engel olma gayretini beslemesi gerektiğini örnekliğinden öğrendim.

Hocam dersin sonunda meyve aldırması âdetindendi. Bunu parası varsa kendi karşılar yoksa havlu altı yapardı. “Havlu altı” eyleminde ortaya bir havlu konur parası olan da olmayan da havlunun altına koyduÄŸu elindekini bırakırdı. Bu metotla aramızda kimin verip kimin vermediÄŸi bilinmez, parası olmayan ezilmez, para koyanlar da baÅŸa kakamazdı. Hatta parası olmayanlara “Havlunun altına elinizi boÅŸ koyun, ama dolu çıkarın.” diye tembihlerdi.

Dersin sonunda sayımıza göre aldırttığı elmalar gelince bize sırtını döner ve poşetin içinden her hangi bir elmayı tutar bunun kimin olduğunu sorardı. Biz de bir isim söyler o elma ona verilirdi. Böylece herkese farklı boyutta ve renkte verilmesine rağmen kimsenin gözü diğerinin elmasında kalmazdı. Bunun nedeni dağıtan elin adil olmasıydı. Bu günlerde insanların adil dağıtan bir ele ne kadar çok ihtiyacı var değil mi?

Maaşının büyük bir kısmıyla eserlerin Arapça orijinal metnini alırdı. Her talip olana Arapça öğretir devam etmeyenlere gönül koymaz tekrar baÅŸlamak istendiÄŸinde aynı heyecanla öğretmeye devam ederdi. O, dinin kaynaklarından öğrenileceÄŸini ve aslına uygun yaÅŸantı sürüleceÄŸi ümidini yeÅŸertenlerdendi. “Önce doÄŸruları, sonra yanlışları daha sonra doÄŸruların niye doÄŸru, yanlışların niye yanlış olduÄŸunu hep beraber öğreneceÄŸiz” sloganı ise heyecan vericiydi…

EksikliÄŸini en çok hissettim yer ise hepimize deÄŸer verip ümit var olmasıydı. Hoca yaptığımız densizliklere raÄŸmen bizi azarlamaz adeta üzerimize titrer, asla kaldıramayacağımız yükler yüklemezdi. Ailemize ve akrabalarımıza daha yakın davranmamızı salık verir. Bize fetva ve garanti vermez. Ä°slam dairesinin içinde kalmamızı tembihlerdi. Kuran ve Sünnetin hayata dair bir ölçü sunduÄŸunu söyler, mecburi kurallar gibi anlatılmasına ve anlaşılmasına karşı çıkardı…

Ä°slam’ı, karşısındakinin kaldırabileceÄŸi kadar ve kavrayabileceÄŸi tarzda örneklerle anlatması onun entelektüel deÄŸil “Arif” olduÄŸunun alametiydi. Mesela annenizle size “Darül Harb” i anlatsa ders sonrası kendinizi annenizle bu meseleyi enine boyuna tartışır bulurdunuz.

Velhasıl dostlar hocalığın yanında gerektiÄŸinde babam, lüzumunda aÄŸabeyim ve hayatıma deÄŸer katıp içimde tertemiz ümitler yeÅŸerten, Resulullah’ın ümmeti olma kıvancını yaÅŸatan mümin bir dostu kendisine daha doyamadan 28 Mart 1985’te kaybetmenin hüznü hala alışılır gibi deÄŸil…

Allah mekânını, çok sevdiÄŸi ve yürekten baÄŸlı olduÄŸu Resulullah’a komÅŸu eylesin.                

Âmin…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.