Makale
Fıtratı Gözeten Eğitim
EÄŸitim anlayışının dayanaklarından biri insan tasavvurudur. Talim ve terbiyeyi ilgilendiren her tasarruf benimsenen bir tasavvura dayanır. O, genellikle nefs, fıtrat gibi anahtar kavramlar üzerine bina edilir. Temelde nefs kelimesi ile fert, fıtrat ile onun tabiatı kastedilir. EÄŸitim, yaratılışla irtibatı ifade eden fıtratın mahiyetine dair tespitlere, belki de kabullere ihtiyaç duyar. “ilk yaratılış, bir bakıma mutlak yokluÄŸun yarılarak içinden varlığın çıkması ÅŸeklinde telakki edildiÄŸinden fıtrat kelimesiyle ifade edilmiÅŸtir. Buna göre fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiÅŸ olan ilk durumlarını belirtir (DÄ°A, c. 13 s. 47).” Alıntıdan yola çıkarak fıtrata “verili doÄŸa” denilebilir. Bu Allah vergisi doÄŸa, her bir varlığın var olmasını ve diÄŸerlerinden hem ayrı hem farklı olmasını mümkün kılan özdür. Ä°nsanları birbirinden ayıran suretleri kadar nefse gömülmüş fıtratlarıdır. Onun tezahürleri ÅŸahsiyet, karakter, mizaç gibi kavramlarla ifade edilir. Her bir nefs bu potansiyelden kalkarak ve hazır bulduÄŸu imkânları kullanarak kendini inÅŸa eder.
Nefsin/BeÅŸerin dış tesirden etkilenebilmesi fıtratın etkiye ve etkileÅŸime açık olmasını gerektirir. DeÄŸilse kendisi dâhil hiçbir varlığın onun üzerinde etkili olamaması gerekir. Etkinin varlığı onun “yaÅŸ aÄŸaç” misali esnek bir bünyeye sahip olduÄŸunu gösterir. Etki, ilgilinin izniyle sınırlıdır zira insan, ne oyun hamurudur ne de “tabula rasa” aksine o, varlığının bilincine vardığı andan itibaren irade sahibi bir öznedir. Akıllı bir varlığın “boÅŸ levha” olduÄŸunu iddia etmek, iletileni süzgeçten geçirmeden, ayıklamadan hatta ikna olmaya gerek duymadan benimsediÄŸini kabul etmek demektir. Oysa insan ay misali uydu bir varlık olmadığı gibi hiç kimseye de kendisini kayıtsız ÅŸartsız açmaz. Aksine o, var olduÄŸu andan itibaren istisnasız her hitabı sorgulayan, onayladığına kendini açan, onaylamadığına kapatan bir irade ve dirayet sahibi bir varlıktır.
İradenin de yer aldığı potansiyel denilen doğuştan getirilen nitelikler; katı, sabit ve değişmez değil esnektir. Onların esnekliği lastiğe de şekil verilebilir herhangi bir nesneye de benzemez. Bu yüzden insan, eğilip bükülemez, bir kalıba sokulamaz, istenen şekil verilemez. Niteliklerin her biri var olma, kendini gerçekleştirme istidadına sahip birer tohum gibidir. Bunlardan kendisine uygun ortam bulan uyanıp dirilir. İster takva ister fücur kapsamına girsin bu verili dinamik yapının elemanları, az ya da çok her bireyde farklıdır ve eğitimin bu gerçekliği dikkate alması doğal olandır.
Ä°nsanın iddia edildiÄŸi gibi, “altın, gümüş, demir ve tunç” yaradılışlı olduÄŸunu söylemek de zordur. Onun özü, sert ve katı olmadığı gibi tek bir maddeden de ibaret deÄŸildir. Belki pek çok baharatı içeren mesir macunu gibi zengin bir terkiptir. İçerik her insanda aynı olmakla birlikte her birinin oranı farklıdır. Farklılık, karışımı oluÅŸturan her bir madde miktarının her bireyde farklı olmasından kaynaklanır. Altın vb. tek bir madde âdemoÄŸlunun karmaşık doÄŸasını anlamaya da izah etmeye de yetmez. Kimi nefs haÅŸin, hırçın, halim, müşfik gibi karakteristik bir özellikle tanınsa da o, onun safi niteliÄŸi deÄŸildir. Baskın olanın gölgesinde kalan daha pek çok özelliÄŸe sahiptir ve fıtrat, karışımı oluÅŸturan içeriÄŸin toplamından deÄŸil farklı oranlarda harmanlanmasından oluÅŸur. Ä°stisnasız her fanide ortak olan bu cevher belki de beÅŸerin insanlık mayasıdır.
Kendi dışındaki varlıklarla ilişkisi açısından fıtrat, insan doğasının yaratılış amacına ve evrenin işleyişine uygun yapısını ifade eder. Âdemoğlu, bu düzenli işleyişe katılabilen karakteriyle varlık âlemindeki doğal yerini alabilir zira söz konusu düzen, fıtratı var edenle dini vazeden (30/Rum 30) aşkın varlığın eseridir. Bu yüzden tercihini evrendeki konumundan yana yaptığında onun işleyişine ayrılmaz bir parçası olarak katılır. Belki de bütünleşir ve bu, ilahi teklifi esas alıp ontolojik işleyişin bilinçli bir unsuru olmasıyla vücut bulur. Aksi halde ayrık otu gibi içine doğduğu evreni ifsat eder. Kozmik ahengi hiçe saymanın sonuçlarını görmek için modern tercihlerin yol açtığı çevre sorunlarına bakmak yeterlidir. Ekolojik dengeyi bozmanın sebep olduğu musibetler, insan ve evren doğası arasındaki uyumun eğitim teorileri tarafından gözetilmesi gerektiğini gösteren maliyeti ağır tecrübelerdir.
Eğitim, iradi seçimler üzerinden yürür, yürümelidir ve bu tüm taraflar için aynı oranda geçerlidir. Tarafların iradelerinin örtüşüp örtüşmemesi, onun sonuçlarını doğrudan etkileyen bir faktördür. Hiçbir özne, irade etmediği bir eyleme güle oynaya katılmaz; kaçamadığında direnir ve nazdan kaytarmaya, sabote etmeden kilitlemeye pek çok tutum alır. Aslında öğretimin ruhuna aykırı olan icbar çatışma zemini olmaktan başka bir işe yaramaz. Çatışma ise istenen davranışları kazandırmaktan çok istenmeyen davranışları berkitmeye elverişlidir. Eğer taliplisini bulursa eğitimin işi, irade eden özneyi kendisiyle, hayatla ve dünyayla yüzleştirmek; davranış, beceri ve yöntem kazandırmak; bilgi ve kaynaklarla buluşturmak; tıkandığında önünü açmak, imdat dediğinde yardım etmektir.
İrade eden, ister kendisi olsun ister içine doğduğu çevre olsun, ifade edildiği gibi insan etkiye açıktır zira fıtrat, müdahaleye izin veren esnek bir özdür. Müdahaleyi irade eden kendisi ise bu nispeten kolay, gayrısı ise zordur. Amacı ne olursa olsun bir nefse müdahale benimseme, makul görme, beğenme, gerekli görme, kendini zorunlu hissetme gibi hallerde imkân dâhiline girer. İzin almadan, vermediğinde ikna etmeden hiçbir gönle girilemez; ısrar nüfuz kanalının kapatılmasına, zorlama kapının kilitlenmesine yol açar zira zor ile eğitim, gece ile gündüz gibidir asla bir araya gelmez. Kaldı ki fıtratın esnekliği zora gerek bırakmayan bir imkândır. Bu imkânı gözeten bir özne gönüllere sirayet edebilir ve böylece potansiyelin ilgili birimlerini harekete geçirebilir.
Fıtrat denilen ortak bir özle hazır bir dünyaya doğan insan, algıladığı varlık içinden ilgisini çekenle ilgilenir ve ilgilendiği oranda öğrenir. Algıladığı sese dikkat kesilir, dili öğrenir; kendisini cezbeden nesneye dokunur, eşyayı tanır. Güç yetirebildiğini ağzına alır, tadına bakar dersini çıkarır. Bedenini taşımaya başladığında, bağımsızlığın avantajlarını merakının hizmetine verir. Ne var ki hareketi keşfetmekle sorunlu alana adım atar fakat sorun, ebeveyninden başlayarak ilişki ve iletişim içinde olduğu kişilerin onun tecessüsünü, onu tanıma fırsatı olarak görmemelerinden kaynaklanır. Bunun, onun özne olduğunu ve hemcinslerinden ayrı olabileceğini gözden kaçırma, kaçırmasa bile gözlem için yeterince vakit bulamama, bulsa bile isabetli tespit yapamama, yapsa bile dikkate alamama, alsa bile sabırlı olamama ve daha kötüsü otoriter olma gibi sebepleri olabilir. Her bir faniye aynı davranmaya neden olan alışkanlıklar, bir diğer sebeptir. Bazı alışkanlıkların bazı muhatapların yaratılışına uygun olması ihtimal dâhilindedir ancak olmayanları ayırabilecek bir dikkate, muhatabı nesne yerine koymayan anlayışlı bir bilince, rikkatli bir kalbe, bilge bir duruşa ihtiyaç vardır.
İster bu ve benzeri tespitlerle yetinilsin ister bilimsel araştırmalar yapılsın her halükarda elimizdeki tek kaynak muhatabın bizzat kendisidir. Her insan, öğrenmeyi imkâna çeviren özelliklerini, istek, ilgi, meyil, tavır, merak, tutum vs. ile dışa vurur. Dolayısıyla bunlar, kişiye özel fıtrata ulaşmayı, onu tanımayı mümkün kılan birer ipucudur. Onlara tutunmak, izlerini sürerek götürdükleri yere gitmek, muhatap hakkında veri toplamanın her dönemde geçerli bir yoludur. Elde edilen verilerin rehberliğinde ilgilinin doğasına uygun etki veren eğitim, çoğunlukla olumlu tepki alır. Fıtrat üzere doğan insanın din seçiminde anne ve baba belirleyici bir role (Müslim, M. Sofuoğlu, C. 8, s. 133, İrfan Yay., İst. 1970) ancak bu yolla sahip olabilir. Her çocuk atasının yolunu izlemediğine göre söz konusu hadisin bu olguya dikkat çekmesi muhtemeldir. Bu yüzden can alıcı soru, bir çocuk hangi ebeveynin yolundan gider sorusudur. Böyle bir derdi olan kişinin, insani yani yaradılışa uygun olanı yakalama ihtimali vardır. Yakaladığının kıymetini bilip gereğini yapan eğitimci paha biçilmez bir imkâna kavuşur.
Yokluktan varlık âlemine geldiğinde hiçbir bilgiye sahip olmayan (16/Nahl 78) insan yavrusu, orada hayatını idame ettirirken ihtiyaç duyduğu her bilgiyi edinebilecek yetenek ve nitelikle donatılmış haldedir. Bu donanım ile tahsilini ikmal eder, öğrendiklerini tatbik eder ve böylece kendisini inşa ederek hayatını idame ettirir. Eğitim de dâhil çevresine düşen onu bir kalıba sokmak değil, verili doğasının götürebildiği yere gitmesine yardımcı olmaktır; tıpkı has bir tohum gibi özenle korumak, kıvamında bakmak fakat vaktinden evvel çatlatmamaktır. Vakti geldiğinde istidadının açığa çıkmasına, varlık âleminde kendisine yer açmasına imkân vermek ve asla istiap haddini zorlamamaktır. Çorak arazide yapılan sondaj ne kadar derine inerse insin işe yaramaz. Kaldı ki eğitimin muhatabı iradeli, dirayetli ve akıllı bir öznedir. Bu yüzden ondan bir tohum gibi teslim olması beklenmemelidir. Aksi halde eğitim, tarafların birbirlerini hırpalama ve fıtratın imkânlarını heba etme aracına dönüşür.
Henüz yorum yapılmamış.