Sosyal Medya

Makale

Anayasa Paketi Değişimi Ve Referandum Tartışmaları

Dünya sisteminin nasıl çalıştığını ve çatışma alanlarını anlamadan Türkiye’de meydana gelen tartışmaları ve çatışma alanlarını anlamak zorlaşır. Modern dönem ikili sistem ve çatışma alanı üzerine kuruluydu. Öteki üzerine kurulu sistem biri diğerini ötekileştirerek şeytanlaştırır ve ona göre siyaset belirlerdi. Meşruiyet zemini de bu modern algı üzerine kurulu idi. Post Modern dönem ise bu ikili çatışmayı geride bırakarak yerini belirsizlikle doldururken öznelliği ve parçacı hakikati; yani duyumsadığımız gerçekliği hakikat olarak dikte ederek, önce hakikati parçaladı, sonra da her varlığın hakkının meşruluğu üzerinden bütün total değerleri parçalayarak toplumsal yapıyı dağıttı.

Türkiye’de cumhuriyet kurulduğunda ötekileştirilmiş düşünce ve yapılar ötekileştirilerek siyasal arenadan uzak tutuldukları gibi devletin aygıtları da onlara yasaklandı. Bu yasak, demokratikleşme süreçleri ile zamana yayılarak güç kazandı. Ama dikkat ederseniz, altmış sonrası toplumsal çatışma kültürel yapının hegemonyası üzerinden yapıldı. Yani kültür üzerinden elde edilen iktidar neredeyse Ak Parti iktidarı da dâhil hala kaybedilmedi. Çatışmanın temelini oluşturan çatışma alanı da bu seviyede yapılmakta ve kültür hegemonyası araçsallaştırılarak eski alışkanlıkları gereği siyasal iktidarı da ellerinde tutma isteği karşılık bulmuyor.

Türkiye’de Anayasa yapım süreçleri her zaman Anayasayı yapanın iktidar alanını garanti altına alacak düzeyde bir çabayı ve isteği eksende tuttuğunu unutmamak lazım. 1921 Anayasası daha demokratik ve daha çoğulcu iken 1924 ile başlayan yeni Anayasalar hep bir azınlığın iktidarına göre şekillendirilmişlerdir. Örneğin 1960 Anayasası iktidara yürüyen muhafazakâr- sağcı politikacıları gerçek iktidardan uzak tutma adına düzenlenmiş bir Anayasa idi. Daha sonra ona da müdahale edilerek 71 muhtırası ile bu sefer sol düşünceye engel olunacak bir özellik kazandı. Seksen darbesi ve yeni Anayasa ise her ihtimale karşı kurucu rejim muhafızlarının iktidarını garanti altına alacak bir düzenleme yapıldı. Kuvvetler ayrılığı üzerinden sorumsuz yetkililere öyle yetkiler tanındı ki bunun sonuçlarını uzun yıllar iktidar ve bürokrasi iktidarı arasındaki çatışmalarda gözlemleme imkânımız oldu.

Ak Parti iktidara geldiği günden itibaren yeni bir Anayasa yapımından söz açtı ve bunu belgelerine de yansıttı. Fakat ne zaman Ak Parti yeni anayasa yapım süreci başlatsa ve buna yönelik bir çalışma başlatsa hemen bu ülkede garip işler olmaya başlıyor ve bunun engellenmesi için içeren ve dışarıdan birçok çevre buna karşı harekete başlıyorlar. Cumhurbaşkanı seçtirmeme üzerine kurulu olan 367 garabeti ve buna yeltenen siyasetçileri nasıl değerlendireceğiz. Toplumsal mutabakat üzerine yapılan bir sürü söylem ve söyleve rağmen kendileri direttiği halde anayasa yapımını isteyenleri mutabakatı engellemekle suçlamaları da bu işlerdendir. Bilinçli bir şekilde yeni bir anayasa yapılmasına karşı çıkılmaktadır. Ama şartlar ülkeyi yeni bir anayasa yapmaya zorluyor. İşte bu zorunluluk üzere harekete geçen MHP Ak Partiye destek vererek, hatta hamleyi başlatarak kısmi de olsa yeni bir anayasa değişiklik paketinin önünü açtı. Zorlu bir süreçten sonra meclisten geçen paket, referanduma sunulacak şartlara haiz oldu. Şimdi halk kendi geleceğini oylayacak…

Önce şunu belirtmeliyim ki bu değişiklik, eski rejimin bürokratik iktidarını ortadan kaldıracak bir değişimi içeriyor. Yani Ak Parti doğal olarak eski rejimin kendisine koyduğu bariyerleri halkın desteğini yanına alarak tek, tek aşarak kendi iktidar alanını oluşturuyor. MHP’nin buna verdiği destek ve devlet aklının sessizliği ise yukarıda ifade etmeye çalıştığım çatışma alanlarının belirsizliği ve dost – düşman tanımının flulaşması, ayrıca Türkiye’nin parçalanmasına yönelik beklentiler ve ortada dolaşan haritalar üzerine bu yeni iktidara verilen destektir.

Şimdi anayasa değişim paketine karşı çıkanların hangi argümanları öne çıkardıklarını biliyoruz. Neredeyse bütün televizyonlardaki tartışma programlarında ve partilerin sözcülerinin açıklamalarında bunu gözlemlemek mümkün…

Karşı çıkanlar ezcümle şunu dile getiriyorlar. Tek kişinin diktatörlüğü veya mutlak iktidarı eleştirisi, kuvvetler ayrılığının mümkün olmayışı vs. hâlbuki beş yılda bir seçim var. Ayrıca kuvvetler ayrılığı da daha keskin hatlarla ayrıştırılıyor. İtiraz ama bütün bu seçimleri tek kişi yapacak olmasıdır. Gerçek öyle mi? Eskiden de aslında tek kişilik seçim olurdu. Genel başkanlar partinin tek seçicisi değil mi? Ayrıca seçimi yapan beş yıl seçilenler ise özellikle hukuk alanında daha fazla kalacaklar. Bu da dile getirilen o baskıyı ortadan kaldıracak bir özellik taşıyor. 28 Şubat sürecinde yargının askeri brifinglere nasıl koştuğunu unutmadık daha…

Savunanlar neyi savunuyor? Bu değişiklikle en azında sistemi değiştireceklerini, iktidarın yürütme erkini güçlendireceğini ve hızlandıracağını söylüyorlar. Bu belirsizlik dünyasında yeni bir belirenime doğru yol alırken kendi konumunu muhafaza etmek ve mümkünce yeni ayrıcalıklar kazanmak için bu sistem değişikliğinin gerekli olduğu aşikârdır. Ama sorun bütünüyle çözümlenebilir mi? Burası tam olarak belirgin değil! Daha doğrusu bütün sorunu salt ekonomik göstergeler üzerinden okumanın sorunu çözüme kavuşturacağını beklemek bir ham hayal olabilir. Çünkü insanın davranışlarının belirlenmesine en büyük katkı kültürdür. Ve maalesef cumhurbaşkanının daha iki gün önce yaptığı bir konuşmada bu iktidar sürecinde iki temel zaaf noktasının eğitim ve kültürde olduğu açıklıkla belirtilmiştir.

İşin garibi bazı İslamcılar, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları üzerinden bu yeni pakete karşı çıkmakta ve salt ilkeler üzerinden cephe oluşturmaktadırlar, tıpkı Sultan Abdülhamit karşıtlığı yapan 19. Yüzyıl İslamcıları gibi… Bu İslamcılar, bu çatışma ortamında büyük resmi es geçerek karşı safa geçiyorlar ve muhalif olan unsurlarla aynı söylemde buluşuyorlar. Hâlbuki bu İslamcılar en çok bu söylemden çektiklerini bizzat tanığıdırlar. Ayrıca başörtüsünü bir haklar manzumesi olarak algılamak bizzat Müslümanlığın bir indirgeme haline dönüştüğünü söylerken çok duymuşluğumuz vardır. Sonra hangi haklardan bahsediyoruz? Ellerine silahı alan bu grupların çoğu masum halkı zorla bir şeye ikna ederken bir hak manzumesi mi var? Esed’in savunulmasında nasıl bir hak manzumesi bulunmaktadır. Her türlü haksızlıkları mazlum edebiyatı üzerinden meşrulaştırmak İslamcılara mı kaldı?

Ben altı madde de bu İslamcıları eleştiriye tabi tutuyorum:

  1. Mevcut Reel durum göz ardı edilmekte ve sanki hiçbir şey olmamış gibi çok soyut bir bakış öne çıkartılıyor. Bu öne çıkartılan soyut ilkelere ise kendileri ne kadar uyuyor sorusu hep hafızalardaki yerini alacaktır.

  2. Bu çok soyut bakış uygulamalardaki haksızlıkları göz ardı ettirerek durumun anlaşılmasına engel bir zihni yapıyı harekete geçiriyor. Hâlbuki Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçtirilmemesine yönelik bir çıkış arayışı meseleyi bu noktaya taşıdı. Hem İslamcılar, hem de bu değişikliğe karşı çıkanlar bu noktayı unutmamalılar.

  3. Mevcut durumu göz ardı ederek asıl müsebbibin gizli kalmasına neden olmaktadır. Yani bu değişime karşı çıkanlar bizzat kendi iktidar alanlarının ellerinden çıkmasına rıza göstermeyenlerdir. Hem de zorbaca…

  4. Bunun tabii sonucu olarak uygulamadaki aksaklıkları görmeden halktan uzak kalmak ve onlara yabancılaşarak sol aydın kategorisine girmeye gönüllü razı olmak…

  5. Cumhuriyet aydının düştüğü zemine düşmek ve kendi Müslüman kardeşleri ile ayrılık yaşayarak halktan uzak düşmek…

  6. İlk nesil İslamcıların düştüğü duruma düşerek tarih dışına düşmek…

İslamcıların kendi sözleri ve anlayışları olmalı tabii ki… Hatta mevcut durumu kendi ilkeleri ve bu ilkelerin oluşturacağı insan tanımı üzerinden okumalı ve insanlığa bir anlam arayışını hediye etmeleri kaçınılmaz bir sorumluluktur. Reel durumu göz ardı etmeden ilkeler üzerinden Ak Partinin yaptığı hataları eleştiriye tabi tutmalı ve onlara da hakkı tavsiye edebilmeliler. Bunun için öncelikli olarak yeni bir dünya arayışında olan insanlığın güç savaşlarından bihaber değil; bizzat dikkate alarak yaklaşmak ve hem İslam Dünyası için yeni bir sistem önerisi, hem de dünya için yeni bir sistem önerisi şarttır. Bu sistem elbette ki hak, hukuk ve adalet çerçevesinde olmalı; ama bu kavramların batılı algı tarafından içeriğinin doldurulduğunun bilincinde olarak yeniden tanımlanmasının şart olduğunun bilincinde olarak tabii ki…

İslamcılar önce kendilerine güvenecekler ve erimeye karşı çıkacaklar, sonra Müslüman halka güvenecekler ve onların kalbinde yer alacaklar. O zaman birçok şeyin kendiliğinden düzeleceğini gözlemek mümkün hale gelir.

Sonuç itibarı ile bir Müslüman ve İslamcı olarak ben taraf değilim, ama şartlar muvacehesinde beka sorununu çözmek ve kendi topraklarımızdan kopartılmamak için bu yeni anayasa değişiklik paketine olumlu bakıyorum. Benim gidecek başka toprak parçası yok. Çünkü kardeşlerimizin hangi koşullarda göç ettiklerini ve nasıl bir muamele ile karşılaştıklarını görüyoruz. İşte bu sebeple mücadelemi bu topraklarda sürdürebilmek için evet demenin yanlış olmayacağını düşünüyorum.

Eleştiri her zaman baki… Doğru ve yanlışlar ilkeler üzerinden ortaya konur. Ama sosyal olayların reel boyutunu göz ardı etmeden…

Selam ve dua ile…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.