Sosyal Medya

Makale

Ä°slam ve TebliÄŸ

Ä°nsanoÄŸlunun tarih sahnesine çıkışından günümüze her zaman bir hak-batıl savaşı olagelmiÅŸtir. Bu savaşın bir tarafında yeryüzünde ıslah için çaba sarf eden, adaleti bulunduÄŸu toplumun normlarına uygun bir ÅŸekilde gerçekleÅŸtirmeye çalışan, garibe kol kanat geren, kimsesizlere arka çıkan, gönülleri ihya ederek muhabbeti daim kılmaya çalışan, merhametle harmanlanmış bir adaletin insanın kalbinde tatminkar  bir imanla yeÅŸermesini saÄŸlayan, insanın her açıdan hür olması için mücadele veren Hakkın erleri varken; diÄŸer tarafta halklar üzerinden gayri meÅŸru yollarla iktidarını kuran, "biz de ıslah ediciyiz" bahanesiyle yeryüzünde fesadı yayan, insanları köleleÅŸtiren, nefsinin kölesi olan, garibanları ve kimsesizleri  umursamayan, zayıf olanı kolayca harcayabilen ve sürekli insanları iktidarı için kontrol etmeye çalışan ÅŸeytanın taraftarları vardır. Bu mücadele genelde her milletin, özelde ise her insanın tecrübesinde sürekli kendini yenileyerek devam etmiÅŸtir.

Alemlerin Rabbi  Kerim olan kitabında Adem-ÅŸeytan  kıssası örnekliÄŸinde insanoÄŸlunun kadim mücadelesini bize anlatmaktadır. Bu kadim mücadelede ÅŸeytanın nasıl kibrine yenik düştüğünü, insanın amansız bir düşmanı olduÄŸunu, Allah'ın insana öğrettiÄŸi  doÄŸru yolunun üzerine çöreklenip onu yolundan saptıracağını, ona önünden-arkasından, sağından ve solundan saldırıp ayağını kaydıracağını söyleyerek bizi ona karşı uyarmaktadır. Hz Adem ve eÅŸinin ÅŸeytan tarafından aldatılışıyla insan kadim mücadelenin mahiyetini fark eder. Adem ve eÅŸi, Rablerinden aldıkları kelimelere sığınarak tövbe ederler ve tövbeyle gelen bir diriliÅŸ ve bir arınma baÅŸlar. Ä°ÅŸte bu diriliÅŸ ve arınma daha sonraki hak-batıl mücadelelerinde Alemlerin Rabbi tarafından insanlara peygamberleri vasıtasıyla bildirdiÄŸi vahiylerle desteklenmiÅŸ ve hatırlatılmıştır. Böylece onları arınmaya teÅŸvik etmiÅŸtir. Nitekim Kerim olan Kitap'ta Allah arınanları sevdiÄŸini söylemektedir.(Tevbe/108)

Yeryüzüne birbirlerine (insan-ÅŸeytan) düşman olarak inmelerine raÄŸmen insanoÄŸlu Rabbi ile olan fıtrat sözleÅŸmesini bir çok kere unutur ve nimetlerine karşı  nankörce bir tavır sergileyerek ve ÅŸeytanın ayartmalarına ve tuzaklarına kapılarak "ed-din el-islam"dan uzaklaşır ve yeryüzünde fesadı yaymaya baÅŸlar. Alemlerin Rabbi ise her dönem  için kulları arasından seçtiÄŸi peygamberlerle insana fıtrat(islam) hatırlatmasını yapar ve onun  eylemlerinin iki ana kaynağı olan takva ve fücuru  tekrar ve tekrar hatırlatır ki eylemlerinin sorumluluÄŸunun olduÄŸunun farkına varsın.

Allah takva sahibi, fıtratını koruyan, arınan veya arınmak isteyen insanoÄŸluna  "islam"ın ilkelerini tarihin çeÅŸitli evrelerinde peygamberleri vasıtasıyla bildirdiÄŸi vahiylerle anlatır. Bu vahiylerle bir mücadele rehberliÄŸi, yol haritası sunan; hayata dair fıtrî bir bakışı, insanın doÄŸasını anlamaya yönelik bir okumayı, ÅŸeytanın ve onun yandaÅŸlarının metotlarını, zaaflarını ve onların saldırılarına karşı nasıl korunmamız gerektiÄŸini açıklayan hatırlatmalarla zihnimizin ve kalbimizin sürekli dikkatli olmasını murad eden Allah,  bu ÅŸekilde insanoÄŸluna yol göstererek ona nimetini(vahyi) bahÅŸeder.

Fakat ilahi rehberliÄŸin ve fıtrat dininin(el-islam) ilkelerinin mahiyeti  kadar bu ilkelerin kimin, nasıl bir tarzda ve hangi ÅŸartlarda tebliÄŸ ettiÄŸi de çok önemlidir. Bu noktada genelde Kerim olan Kitap'ta bize anlatılan peygamberlerin kıssaları ve özelde peygamberimizin örnekliÄŸi üzerinden tebliÄŸinin nasıl  olması gerektiÄŸine dair  belli baÅŸlı çıkarımlar yapabiliriz. Bu çıkarımların başında ise kullanılan dil gelmektedir. Musa nebi Firavunu uyarmak için karşısına çıkarken Allah ona yumuÅŸak bir üslup kullanmasını  -ve böylece bir ihtimal sözü dinlemesi ya da  daha fazla ileri gitmemesi umulur- (Taha/44) öğütler. Ya da dinin esasları konusunda peygamberin mesajına yeni gönül vermiÅŸ kiÅŸilerin zafiyetlerini sertçe eleÅŸtiren ashabından bir kısmına peygamber, siz de daha önce bilmiyordunuz Allah size merhamet etti ve sizi uçurumun kenarından kurtardı, öyleyse kardeÅŸlerinize karşı müsamahalı olun minvalinde öğütler de bulunarak dostlarını uyarıyordu.

Bütün peygamberlerin tebliÄŸlerinde esas, mesajın özünü muhatabının kalbinde yeÅŸerecek ÅŸekilde, onun özünde olan hakikati ve takvayı ona fıtrat üzerinden uygun bir ÅŸekilde hatırlatarak ilahî iradeye teslim olmasını saÄŸlamasıdır. Bu teslimiyetin gereÄŸi olarak bir müslüman bulunduÄŸu durumda mücadelesini  "islam"ın ilkeleri üzerinden yerine getirir. Bu mücadele bazen Musa peygamberin örnekliÄŸinde olduÄŸu gibi toplumsal bir baÅŸkaldırı, bazense Davut  ve Süleyman peygamberlerin örnekliÄŸinde olduÄŸu gibi bölgesel dinamiklerde adil bir hakim ve söz sahibi olabilecek organizeli  bir güç ÅŸeklinde gerçekleÅŸebilir.

Yazının başında da söylediğimiz gibi kelimelerin kalpte yeşermesi asıl olandır. Tebliğinin ana ilkesi muhatabın kalbinde ilahî kelimeleri yeşertecek, ona özünü hatırlatacak, muhatabın kendisini kendi aynasında neyse o şekilde göstererek hatayı kendisinin görmesini sağlayacak bir üslupta olmasıdır. Ondan sonraki tercih kişiye aittir ve zorlanamaz. Kerim olan Kitap'ta Rabbimizin belirttiği gibi mesajı iletmek esas olandır, hidayet ise bize ait değildir çünkü biz insanlar üzerinde vekil değiliz.(Enam/107)

TebliÄŸ konusunda bir diÄŸer önemli nokta ise tebliÄŸinin kurumsal bir hareket olarak algılanmasıdır. Ä°slam'da tebliÄŸinin esası fıtrata (islama) çaÄŸrıdır ve hatırlatmadır. Fakat tebliÄŸ günümüzde Ä°slam'a çaÄŸrı adı altında kendi cemaatine, kendi tarikatına ve kendi Ä°slam algısına çaÄŸrı olarak yapılabiliyor. Elbette müslümanlar, meÅŸrebine uygun çeÅŸitli gruplarda örgütlenebilirler fakat o grup islamın kendisinin temsilcisi ve vücut bulmuÅŸ hali deÄŸildir. Sadece bir müslümanın pratikte kendisini ifade ettiÄŸi bir gruptur. Yani dinsel bir olgu deÄŸil, sosyolojik bir vakıadır. O yüzden bu ÅŸekilde islama davet olarak yapılan tebliÄŸlerin sonucunun nereye gittiÄŸi iyi düşünülmelidir.  Bununla beraber  herhangi bir dinî önder ÅŸahsiyetin islam yorumunun,  "gerçek islam"ın  kendisiymiÅŸ gibi algılanmasını esas alarak yapılan tebliÄŸler de saÄŸlıklı tebliÄŸler deÄŸildir. Güzel ve ikna edici yönleri olsa da insanın islamî pratik anlamda ahlakını, kalbini, aklını ve eylemlerini hür bir ÅŸekilde fıtrata uygun olarak inÅŸa edememesine yol açabilir.

Müslüman Türklerin Balkan fetihlerinde, erenlerin,derviÅŸlerin ve ahilerin çok büyük bir rolü olmuÅŸtur. Bu rol gerçek fethin yani kalplerin fethinin gerçekleÅŸmesini saÄŸlamıştır. Gerek yaÅŸamlarıyla, gerek  komÅŸuluklarıyla, gerekse ortak paylaşılan  toplumsal alanlardaki aldıkları inisiyatifleri ile yapıcı  ve ıslah edici katkılarda bulunarak bir örneklik oluÅŸturmak hasebiyle  aslında oranın ahalisine tebliÄŸ de bulunuyorlardı. Aynı ÅŸekilde müslüman Arap tacirlerin, dürüstlükleri gibi insan fıtratına uygun örneklikleri Hint alt kıtasındaki insanları daha Ä°slam'ın ilk yüzyıllarında etkilemiÅŸ ve gönüllerini Ä°slam'a açarak o bölgede yayılmasını saÄŸlamıştır.

Son olarak tebliÄŸ, yeryüzündeki hak-batıl savaşının hem insanda hem de toplumlarda insanın kurtuluÅŸuna yönelik ilahi muradın, gönlünde bu savaşı vermiÅŸ ve hala vermeye devam edip safını hakkın yanında netleÅŸtirmeyi arzu eden ve netleÅŸtiren insanlarca, gerek yaÅŸantılarıyla gerekse sözleriyle  fıtrat dininden yani islamdan habersiz olan insanlara anlatılmasına ve anlaşılmasına yönelik uzatılan bir eldir. Bu yüzden tebliÄŸ aynı zamanda onu yapan insanı da kuÅŸatır. Böylece tebliÄŸ dönüşümlü bir etkiye sahip olur. Aksi takdirde  'diÄŸer insanlara erdemi ve güzel olanı öğütlerken kendisi bunu uygulamayan kiÅŸilere yapılan uyarıyı üstümüze alınmamız gerekir': "...Hiç akıl erdirmez misiniz?" (Bakara/44)

(Bu Makale, Genç Öncüler  Dergisinin 2017-115. Sayısında Yayınlanmıştır.)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.