Makale
Usul Asıl İlişkisi Bağlamında Yöntem Sorunu
Usul Meselesi Ve Mezheplerden Mekteplere Yöntem II
Hedefe el yordamıyla ulaÅŸma uÄŸraşı verenleri eleÅŸtirenler ‘Usulsüz vusul olmaz.’ derler. Teslim etmek gerekir ki yöntem önemlidir ancak asıl daha önemlidir zira ‘Usul, asıldan gelir’. Nasıl önemli olmasın ki belirleyici olan da meÅŸruiyetin kaynağı olan da ölçü olan da odur. Dolayısıyla maksuda ermede gerek ÅŸart olan usulün meÅŸru olması, onun hedefe ulaÅŸtırıp ulaÅŸtırmamasından öncedir, önceliklidir. Vuslat hatırına yolun meÅŸruiyetini göz ardı etmek intisap olunan asla mensubiyet iddiasını tartışmalı hale getirir. En azından onu yanlış temsil etmeye yol açar ve sadece bu bile ‘her yolun mubah olmadığını’ gösterir. Sadece yöntem deÄŸil baÅŸta amaç olmak üzere vuslat için gerekli her unsurun ona uygun olması gerekir. Asıl, fiillerin saÄŸlamasının yapılmasını mümkün kılan mihenk taşıdır ve bu nedenle onun doÄŸru anlaşılması, ona sadık kalınması, onunla iliÅŸkinin saÄŸlam ve saÄŸlıklı kurulması ÅŸattır. Sözün özü kendisi eÄŸri olanın gölgesi doÄŸru olmaz. DoÄŸru olmak da asılla kurulan iliÅŸkinin sıhhatli olmasıyla mümkündür.
Tabi olunan asıl, mikyastır ve onu uyulmaya deÄŸer bulanın, seçiminin arkasında durması ve gereÄŸini yapması beklenir. Asıl, kiÅŸiden kiÅŸiye deÄŸiÅŸebilir fakat Müslüman için o Ä°slam’dır ve onu din olarak seçen, Âdem’le baÅŸlayıp Muhammed’le biten Allah’ın salat ve selamı onlara olsun, risalete ittiba eder. Yaratılanı asıl olanla buluÅŸturma iradesinin tecellisi olan peygamberlik, ilahi mesajı sürekli insanlığın gündeminde tutmuÅŸtur. Teklif edilen vahyi benimseyerek kendisini mükellef kılan her insan, hareket tarzını ondan almayı irade etmekle kalmaz aynı zamanda bunu iddia eder. Son resule tabi olup onu önder bilen ve örnek alan ilk nesil özellikle ilim ehli, onun irtihalinden sonra da söz konusu iradeye sadık kaldı. Allah resulünün fani rehberliÄŸi tamamlansa da vahyin baki rehberliÄŸi sürdü. Onun tedrisinden geçen ashabın âlimleri hayatın müşküllerini çözme ehliyeti kazanmışlardı ve dinde tefakkuh etmiÅŸ birer fakih olarak bu sorumluluÄŸu üstlenmeleri tabiiydi.
Her ne kadar son nebinin darı bekaya irtihali, onları vahyin kontrolü imkânından mahrum bıraksa da Kur’an’da nas, sünnette uygulama bulunmadığında baÅŸvurulan reyin sıhhati Müslümanlar tarafından denetleniyordu. Kur’an ve sünneti miras bırakan Resul yoktu fakat hayat devam ediyordu ve hayatın bin bir müşkülü vardı. Ä°lmiyle tebarüz eden hiçbir âlim, ahalinin sorunlarına bigâne kalmadı ve elinden geldiÄŸince onlara Ä°slam’ın ruhuna uygun çözümler bulmaya cehdetti. Bu gayret, bilginin artması ve usulün bir disiplin haline gelmesi gibi sonuçlara yol açtı zira birikimi tasnif etme, her birinin alanını tayin etme, yöntemlerini tespit etme ihtiyacı hâsıl oldu. Velut bir ilim ve fikir imalinin kaçınılmaz bir sonucu olan bu ihtiyaç, farklı ilim dallarının tedviniyle neticelendi. Zamanla her ilmin üstatları yetiÅŸti ve onlar bir taraftan tedrisle uÄŸraşırken diÄŸer taraftan usullerini ikmal ettiler.
Bir ilmin usulü kayda geçirilmese bile ehline malumdur zira ilim satırlardan önce sadırlarda bulunur. Yine de pek çok usul çok erken dönemde tespit edilmiş ve bu, İslam medeniyetine ivme kazandırmıştır. Metodoloji medeniyetimizin ayrıt edici bir niteliğidir denilebilir zira fıkıhtan tefsire, alet ilimlerinden beşeri ilimlere yöntem vazgeçilmez bir tedris konusu olmuştur. Eğitime dair teliflere bakıldığında âlim ve talibin adabı başlığı altında talibe yol yordam öğretildiği görülür. Denilebilir ki öğretimin en önemli hedeflerinden biri, hedef kitleyi yöntem sahibi kılmaktır. Ebeveynden ustaya, bilginden bilgeye öğretim adı altında muhataba asıl kazandırılan, ilim elde etme yolları da dâhil hayatı kolaylaştıran yöntemlerdir.
Ä°lim, sanat ve meslek öğretimi bir bakıma usul öğretimidir. Usul öğrenerek hem sanat ve meslek sahibi olunur hem de okumanın, yazmanın, araÅŸtırmanın, incelemenin, üretimin denenmiÅŸ yolları talim edilir. Acemiyi ustaya, çırağı sanatçıya, talibi üstada muhtaç kılan bilgiden daha çok usuldür. Bidayetten beri ilim âlimden, sanat sanatçıdan, zanaat ustadan öğrenilir, öğrenilmelidir. Modern okulun ilmi de sanatı da zanaatı da öğretmene tevdi etmesi eÄŸitimin aleyhine öğretimin lehine olmuÅŸtur; bir de direk veya dolaylı bu sektörden ekmek yiyenlerin yararına… BaÅŸlangıçtan itibaren ilim, ders kitabından deÄŸil ehlinden ve ehli tarafından telif edilen kitaptan, zanaat ve sanat ise erbabından alınırdı. Sadırda kalan bilgiyi elde etmenin yolu bizzat kaynaÄŸa baÅŸvurmaktır. Bilgi aktarımı tahsilin sadece bir yönüdür ve rehberlik etmekten model olmaya, isteklendirmekten bilinçlendirmeye, düşündürmekten davranış kazandırmaya daha pek çok yönü vardır. Ders kitabı, hem bir metnin sunduÄŸu sınırlı imkân hem de komisyon üyelerinin anlama kapasitesi ve anlatma yeteneÄŸi ile malul, siyasi iradenin belirlediÄŸi amaçları gözeten, bürokratik kaygıların süzgecinden geçmiÅŸ bir metindir. Dolayısıyla ilim, orijininden kopartılarak, belli merceklerden geçirilerek ve yeni bir hüviyete büründürülerek öğrenciyle buluÅŸturulur. Yapılan, su isteyeni kaynaktan mahrum bırakıp klorlu suya mahkûm etmekten ibarettir. Genellikle bir komisyon tarafından, amir bir müfredatın izin verdiÄŸi sınırlara baÄŸlı kalınarak kotarılan ders kitapları ilimden daha çok resmi ideolojiyi aktarmayı ve onun amaçlarını gerçekleÅŸtirmeyi hedefler. Görüldüğü gibi ilim ‘itaatkâr vatandaÅŸ yetiÅŸtirme’ kaygısının gerisinde kalır ve siyasi iradenin dayattığı ideolojiye öncelik veren eÄŸitim, usulünü belirlerken de onu esas alır.
Bütün bunlara ek olarak asılla ilişkisi zayıflayan, ondan uzaklaşan müntesibin, hayatını tanzim ederken, bir sorununu çözerken, bir sorusuna cevap ararken usul sorunu yaşaması normaldir. Yöntem ihdas edenin dayandığı esasla ilişkisi gevşek olursa, onun künhüne vakıf olmazsa, ondan sadır olanla asıl arasında açı farkı olması mukadderdir. Üründe sorun var ve bu üretenden kaynaklanmıyorsa arızanın nereden kaynaklandığına bakılmalıdır. Asıl asılsa, bağ sağlamsa, usul muhkemse sonuç arızalı ise sorunu, bilginin sıhhati, yöntemin isabeti, uygulamanın kalitesi, uygulayanın ehliyeti gibi faktörlerde aramalıdır. Asıl ölçüdür, füruun ona uygunluğu yine onunla bilinir ve ona bağlılık iddiasında olanın kendisini onunla hizaya çekmesi, onunla istikametini düzeltmesi gerekir zira teferruat değişir, asıl baki kalır.
Asılla bağı kuvvetli olmasına raÄŸmen iliÅŸkisi hatalı olanlar da olabilir. Mezhebi, yöntem olmaktan çok bir zihniyet kabul edip tedriste usul öğretimine deÄŸil malumat aktarımına ağırlık vermek böyle bir yanlışın sonucudur. Yaradan’ın kuluna bıraktığı alanı kaderci bir anlayışla onun elinden alarak takdir alanına aktarmak bir baÅŸka örnektir. Sorun çözme sorumluluÄŸunu diriden alıp mezardakilere havale etmek bir diÄŸeri... Otorite olmuÅŸ müctehidi takdir etmek, övmek gayretinde kantarın topuzunu kaçırıp onun aşılamaz olduÄŸu algısını bilerek ya da bilmeyerek oluÅŸturmak bir baÅŸkası... Bu ve benzeri psikolojik bariyerler bir de ‘sen kim oluyorsun da onları eleÅŸtiriyorsun’ diyen gafiller tarafından desteklenirse aklı kullanmanın önünde Çin seddi oluÅŸur. Zamanla bu zihniyetin hâkim anlayış haline gelmesi zihinleri sadece taklide mahkûm eder. Taklidin hâkim olduÄŸu yerde sorunu çözme iradesi deÄŸil taklit mercii arama kaygısı ya da çözümü kurtarıcıya bırakma kolaycılığı görülür.
MoÄŸol ve haçlı saldırıları gibi etkileri ağır olan ve uzun süren harici etkiler kiminin asılla bağını berkitse de genelde tahribata yol açar ve var olan çatlakları derin faylara dönüştürür. Ayrıca zevk ve sefaya düşkünlüğün artması, ilmin itibar görmemesi, ehlinin ve kurumların zaafları, asılla iliÅŸkiyi zayıflatan olgulardır. Bu ve benzerlerinin etkisiyle içten içe çürüyen bünyeye sersemletici darbe ‘batı’ tarafından indirildi. Sadmenin sarsıntısıyla mizanını kaybedip kusuru kendisinde deÄŸil asılda gören garp zedelerin sayısı hiç de az deÄŸildir. Sabitkadem kalanlar ise arayışlarını sürdürmekte ve bir ucu ‘öze dönüş’ diÄŸer ucu ‘o anlaşılamaz’ diyenlere kadar çok geniÅŸ bir yelpazede pek çok fikir çarpışmaktadır. Umulur ki tartışmalar asılla bağı berkitmek, usul sahibi olmak ve çözüm üretip tatbik etmekle taçlanır.
Yöntem de dâhil bir amelin salih olabilmesi için benimsenen asılla saÄŸlıklı iliÅŸki kurmak kadar, ondan gönderiliÅŸ amacına uygun istifade niyet ve gayreti de elzemdir. Bu, devralınan birikimi deÄŸerlendirme, evrenseli yerelden, dönemler üstünü dönemlikten, klasiÄŸi modadan, sabiti deÄŸiÅŸkenden ayırma imkânı verir. Ä°nsanlığın birikimi de aynı ilgiyi hak etmektedir zira hikmet müminin yitiÄŸidir ve onu bulduÄŸu yerde alır. Bu, geçmiÅŸte böyle idi, ÅŸimdi de gelecekte de böyle olmalıdır. Bütün bunlar bireysel, dağınık, el yordamıyla, kara düzen, kervan yolda düzülür anlayışıyla deÄŸil sistemli, kurumsal, yöntemli, iyi planlamış ve yetkin kiÅŸiler eliyle yapılırsa maksuda erme ihtimali kuvvetli olur. Kuvvet demiÅŸken niyetin fiile dönüşmesi güce ihtiyaç duyar fakat sahibinden salih ameller sudur etmesi için ona bilgi, bilinç, donanım, yöntem, plan gibi unsurların eÅŸlik etmesi gerekir. Kerim kitabımız Kur’an’ın ve onun ete kemiÄŸe bürünmüş hali olan sünnetin gözüyle âleme bakabilmek için onlar, okuma gözlüğü gibi daima el altında bulundurulmalıdır. Böylece bir taraftan ilimde derinleÅŸen, diÄŸer taraftan insanın özüne vakıf olan ve hayatın gerçekliÄŸine nüfuz eden dinde tefakkuh eder, edecektir. Dinde tefakkuh edenlerin ceht ve içtihatları ile asıl, usulden hedefe müminlerin hayatına yön verir.
Henüz yorum yapılmamış.