Sosyal Medya

Makale

Susmak En İyisi Galiba

At izi it izi birbirine girdi.

Kim düşman, kim dost kimse emin değil.

Dün dost dediklerimiz arkadan hançerliyor. Düşman dediklerimizle bugün beraber barış arıyoruz.

Türkiye geri dönülmez bir yola girdi. Bu saatten sonra “ya hep ya da hiç” politikasına tabiyiz.

Eskiden devletler/kabileler bir savaş için meydana çıktıklarında sahip oldukları tüm varlıklarını kendileriyle beraber savaş meydanına yığarlardı. Geride bir şey kalmazdı. Oraya gelen askerler ya savaşı kazanıp kendikileriyle beraber düşmanın da tüm varlığını alıp geri dönerlerdi ya da mağlubiyet durumunda canlarıyla beraber tüm maddi varlıklarını da kaybederlerdi.

Tabiri caizse, Türkiye’nin Suriye’ye girişi eskilerin savaş meydanına gelişini andırıyor. Ya ilk Misak-ı Milli sınırlarına ulaşacağız ya da (Erdoğan’ın dediği gibi) Sevr’de çizilen sınırlara dönmek zorunda kalacağız.

Yenidünya düzeninde Güneydoğusu elinde alınmış bir Türkiye’nin planlandığı hepimizin malumu.

15 Temmuz darbe girişimini, Batı’nın hedeflediği sınırları oluşturma çabası olarak değerlendiren devletimiz/hükümetimiz, bu atağa Suriye’ye girerek cevap verdi. Mücadeleyi sınırlarından öteye taşıdı.

Bu stratejik müdahalenin elbette tartışılacak çok yanı var. Lakin şuan tamamen lehinde veya aleyhinde konuşmak için çok erken. Bu hamlenin doğru mu yanlış mı olduğunu zaman gösterecek.

Çok değil, 3-5 yıla kadar tarih Erdoğan’ı ya kahraman ya da ülkesini bir maceraya sürükleyen bir lider olarak kaydedecek.

Ordumuz Suriye’ye girmeden önce konuşmanın bir anlamı olurdu belki ama bu saatten sonra desteklemekten ve hayra dua etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok.

Her patlamada, ölümde veya kriz sonrasında konuşulanların pek bir anlamı yok.

Zaten çok konuşuyoruz; sosyal medyada, klavye başında sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar birilerini suçlayıp birilerini kahraman ilan ediyoruz.

Memleketi ikiye ayırdık; hainler ve kahramanlar.

Rüzgârın önündeki kuru yaprak misali nereye gittiğimiz ne yaptığımız belli değil. Tarih boyunca toplum mühendisliğine/medya algısına bu kadar açık bir topluluk yaşadı mı, merak ediyorum.

Horozu çok olan köye döndük, bir türlü sabah olmadı gitti. Horozlarımız, bir gün insanları Rus Elçiliğine protestoya çağırırken ertesi günü taziyeye çağırabiliyor.

Hocalarımız çok konuşuyor ama ilimlerinden ziyade hevalarından konuşuyorlar. Birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Sevgi, saygı derseniz hak getire. Peşlerinden giden kalabalıklar akletmeyi çoktan unutmuşlar.

Batılı üst aklın bizim coğrafyamızda bir mezhep savaşını tetiklemeye çalıştığını biliyoruz elbet. Buna karşın İran’ın Suriye’deki cinayetlerine suskun kalmak çok zor. Vahdet deyip cinayet işleyenler onlar ama bu cinayetleri dile getirmek nedense vahdeti bozmak, mezhep çığırtkanlığı oluyor.

Allah yolunda canından vazgeçecek kadar teslim olmuş birilerinin Kuran’a ve Peygambere rağmen insanları/Müslümanları canice katletmelerine havsalam yetmiyor.

Her taraftan bilgi akıyor; TV’den, gazetelerden, internetten, özel kaynaklardan. Ama hangilerinin doğru hangilerinin yalan/çarpık olduğunu anlamak çok zor. Kimsenin sahih bilgi diye bir derdi kalmamış; işine geliyorsa dört kolla sarılıyor.

Adalet, hak ve hakikat; o kadar uzak ve yabancı ki

Konuşanlar o kadar çok ki; susmak en iyisi galiba.

Susmak ve dua etmek

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.