Sosyal Medya

Makale

Eksenimiz Milenyumda Kaydı

Cumhuriyetle beraber Türkiye’nin kıblesi hep Batı oldu. Tüm resmi politikalarımız Batıya entegre olma, batılı gibi olma hayali üzerine kuruluydu.

2. Dünya savaşı sonrası ABD güdümüne girilmesi, sonradan 1957’de kurulan AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve devamında AB (Avrupa Birliği) süreci hayalin gerçeğe dönüşü için bir umut oldu.

Türkiye AB’ye katılım kriterlerinin büyük çoğunluğunu tamamlamasına rağmen ve katılım kriterleri Türkiye’den daha geri olan ülkeler Avrupa Birliğine alınırken Türkiye’nin sürekli farklı bahanelerle oyalanmaya çalışılması acı gerçeği ortaya çıkarmıştı:

Avrupa ve Batı hiçbir zaman Türkiye’yi kendilerinden görmüyorlardı ve Türkiye’yi içlerinde istemiyorlardı. Kıblesi Batı olanlar bunu anlamasa/kabullenemese de aklı başında insanlar bunun farkındaydı.

Diğer yanda ABD Türkiye ilişkileri de iyi gitmedi. Türkiye, ABD’yi hep müttefik gördü; Kore’de ABD için askerini kurban (741 ölü ve 2147 yaralı 175 kayıp 234 harp esiri) verdi. Fakat ABD, Kıbrıs Harekâtında, Körfez Savaşında, Irak ve Suriye savaşında hep Türkiye’ye ihanet etti.

Bu hayal kırıklığına Batının içine girdiği ekonomik kriz de eklenince Batılılaşma süreci noktasında soru işaretleri çoğaldı. Batılılaşmanın garantörü görülen TSK’da, Rusya’yla, Çin’le hatta İran’la işbirliği yapalım diyen aykırı sesler yükselmeye başladı ve her geçen gün bu seslerin sayısı ve kuvveti artmaya devam etti.

Perde gerisindeki “Derin Devlet2000’de yeni milenyuma girerken Türkiye’nin yeni yol haritasını güncelliyor olmalıydı. Yaşananlara bakınca yeni yol haritasında Batıyla tüm ilişkiler kopmasa da ana eksenin Doğuya kaydığı görülüyor. Artık sığıntı bir Türkiye yerine bölgesel aktör olma yolunda ilerleyen bir Türkiye hedefleniyor.

Devlette bu yönde kanaat hâsıl olsa da hala Batı ile iyi ilişkiler olacağına inanan ciddi bir kesimin varlığı devam ediyor.

Batının (AB, ABD ve NATO) Türkiye’nin elinden kayıp gitmesine göz yumması beklenemezdi.

2004’te Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe planları gündeme geldi. Arkasından Ergenekon ve Balyoz soruşturma ve davaları gündeme geldi.

Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları beklenmedik bir hız ve çözülmeyle gidiyordu. FETÖ’cü savcıların büyük gayreti vardı ama bana kalırsa CIA ve MOSSAD gibi dış kaynaklı büyük istihbarat birimlerinin desteği olmadan bu kadar delil bulunamazdı.

Ne hikmetse bu operasyonlarda içeri alınanların tamamına yakını Anti Amerikancı diyebileceğimiz kişilerdi. Sanki TSK içerisinde ABD ve NATO karşıtları temizleniyordu.

Bu süreçte Ak Parti Hükümeti Batının yanında yer alıyordu:

Türkiye’de siyaset üzerindeki “Askeri Vesayetin” kırılması için AB’ye girilmesi gerektiğine inanan Ak Parti, AB süreci için önüne konan her kriteri tereddütsüz kabul ediyordu.

Erdoğan, Ergenekon ve Balyoz davaları için “bu davaların savcısıyım” diyecek kadar süreci savunurken büyük oyunun farkına vardı:

Batı, FETÖ ve Ak Parti aracılığıyla TSK içindeki Anti-Amerikancıları temizlerken diğer yanda FETÖ eliyle de Ak Partiyi temizlemeyi planlıyordu.

Gezi olayları ve sonraki süreç Batının Erdoğan’ı çizdiğini gösteriyordu. Ak Parti içinde Askerle uzlaşma yapılmasını isteyenlerin sayısı hızla artıyordu.

17-25 Aralık sonrası Ak Parti’nin başka seçeneği kalmamıştı. Hem siyasette hem de hükümete yakın medyada “Ergenekon ve Balyoz Davalarında” Fetullahçı Hakim ve Savcılar tarafından kumpaslar kurulduğu söyleniyordu.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Milli orduya kumpas kuruldu” diyordu.

19 Mart 2015’te Cumhurbaşkanı Erdoğan, Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada adeta günah çıkarıyordu:

Komutanların tutuklanmasına gönlünün hiçbir zaman razı olmadığını, yargılama sürecinde aldatıldığını dile getiriyordu.

Bu konuşmadan kısa bir süre sonra (31 Mart 2015), dijital delillerin sahte olduğu gerekçesiyle Balyoz Davası Mahkemece düşürülüyordu. Garip bir tesadüfle, mahkemenin davayı düşürdüğü gün tüm Türkiye’de gün boyu elektrikler kesildi ve İstanbul Savcılarından Selim Kiraz teröristlerce şehit edildi. Haliyle Balyoz Davası gündeme girmeden bitti.

Ak Parti, artık Türkiye’nin derin yapısının yanında Batıya rest çekiyordu. Çin, 20 Mart 2015 günü 2013’ten beri konuşulan füze alımı ihalesi için Türkiye ile anlaştığını duyuruyordu. Batılı Müttefikleri ve NATO dururken Çin ile 3,4 milyar Avroluk Füze antlaşması yapılıyordu ki bu rakam şimdiye kadar askeri alanda yapılan en büyük ihaleydi.

NATO bu antlaşma karşısında dolaylı tehditler savururken, Ak Parti 6 Haziran seçimlerinde beklenmedik bir yenilgi alıp tek başına iktidar olmayı kaybetti.

Bu esnada PKK’nın ısrarıyla çözüm süreci sona erdi; kan ölüm ve gözyaşı yeniden başladı.

Erdoğan, Batıya rest çekerken İsrail’e/Siyonizme rest çekmeyi göze alamadı. En azından İsrail’in/Siyonizm’in şerrinden emin olmak için Mavi Marmara davalarını düşürmek/mesul tutulmamak şartıyla İsrail’le antlaşma yapıyordu.

Davutoğlu, Batıya karşı şerhleri olsa da Erdoğan gibi Batıya net tavır alma taraftarı değildi. 1Kasım Erken Genel Seçimlerinde Ak Parti yeniden tek başına iktidar olunca Davutoğlu da haliyle kendini daha güçlü hissediyordu.

16 Kasım 2015’te Çin ile yapılan Füze ihalesi iptal edildi.

24 Kasımda Rus Savaş Uçağı düşürülünce Rusya ile tüm ilişkiler kopma noktasına geldi.

Aralık 2015’te “Vize Muafiyeti” karşılığında AB ile “Mülteci Geri Kabul Antlaşması” imzalanınca Batı ile bir bahar havası oluştu.

Fakat Davutoğlu’nun gitmesi, AB’nin “Vize Muafiyeti” taahhüdünden kıvırmaya başlaması tekrar soğuk havalar estirmeye başladı.

15 Temmuz Darbe girişimi işin tuzu biberi oldu. Resmi dille açıklanmasa da 15 Temmuz Darbe girişiminin arkasında AB, ABD ve NATO’nun parmağı olduğunu herkes biliyordu.

Türkiye, Batıya 15 Temmuz cevabını 24 Ağustosta Suriye’ye girerek cevap verdi.

Erdoğan’ın 23 Eylül’de BM’de yaptığı konuşmada “Dünya 5’ten büyüktür” diyerek 3. Dünya Ülkelerini kışkırtarak Batı’ya rest çekiyordu.

Sonuç olarak bugün hızla Batıdan uzaklaşan ve Şangay Beşlisine yakınlaşan bir Türkiye var. AB ile ilişkiler kopma noktasında.

Hayır mı yoksa şer mi oldu?

Batının yanında durmamız hiçbir zaman hayır olmamıştı zaten, Çin ve Rusya ile beraber olmak hayır getirir mi, onu zaman gösterecek. Ama en azından şu bilinmeli ki Rusya ve Çin, zulüm ve haksızlıklar noktasında Batı’dan daha az kalır yanları yok ve onlar da hiçbir zaman bizi dost olarak görmezler ve görmeyecekler. Şimdilik Batıya karşı güçlenmek için Türkiye’ye ihtiyaçları var ve bu yüzden bize kucak açıyorlar.

Tabii, bir de Suriye sıkıntısı var; Rusya ve Türkiye Suriye’de farklı kulvarlarda mücadele veriyor. İki taraftan en az birinin Suriye üzerindeki politikasından feragat etmesi veya ortak bir noktada uzlaşması gerekiyor. Aksi durumda Suriye ve Esad Türkiye’nin Doğululaşma sürecini bozabilir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.