Sosyal Medya

Makale

Mezheplilerin Mezhep Sorunu

Usul Meselesi ve Mezheplerden Mekteblere Yöntem

 Tarih, bir düz çizgiden daha çok eÄŸimi, derinliÄŸi, geniÅŸliÄŸi, debisi ve tesiri mütemadiyen deÄŸiÅŸen ve deÄŸiÅŸkenliÄŸi daim bir akışa benzer. Bu akışın muharrik sebebi, inen çıkan, düşen sıçrayan, kayan tırmanan, yerinde sayan patinaj yapan, kıpırdanan salınan, uzlaÅŸan çatışan, barışan savaÅŸan tek tek ya da örgütlü öznelerin iç içe geçmiÅŸ, karmaşık iliÅŸkileri arasındaki etkileÅŸimdir. Tarihte zaman zaman akışın yönünü deÄŸiÅŸtiren tabii veya beÅŸeri afetler görülür ve böyle anlarda iyi kötü var olan düzen altüst, birikim heba olur ve ağır kayıplar yaÅŸanır. Müslüman coÄŸrafyada yarılma, dağılma ve kopuÅŸlara sebep olan Osmanlının tarih sahnesinden çıkarılma süreci bunlardan biridir. Etkisi halen süren bu afet, devralınan miras üzerinde farklı tutumlar alınmasına, var olan tutumların kemikleÅŸmesine yol açtı. GeleneÄŸe yapışma, onu sorgulama, kaynaklara dönme, reforma meyletme, medeniyet deÄŸiÅŸtirme vs. Her biri hem kendi aralarında hem de birbirleriyle kıyasıya bir hesaplaÅŸmaya girdi. Bir taraftan rakiple diÅŸe diÅŸ mücadele ederken diÄŸer taraftan kendi içlerinde ÅŸiddetli tartışmalar yaÅŸadılar, yaşıyorlar.

 

 

Tarafların çeşitli kaygılarla anlayışsız, katı, savunmacı, dışlayıcı bir tavır alması, eleştirmek yerine karalamayı seçmesi tartışmaları daha çok münakaşaya çevirip verimsizleştiriyor. Oysa sükûnetle, bir birikime yaslanan, bir yöntemi esas alan, şahsı değil fikirleri eleştiren bir tutum maksada erdirebilir zira her toplumda farklı fikirler görülür. Tek tipleştirmek mümkün de insani de olmadığına göre hem sağlıklı kişilik hem de verimli kültürel ortam adına mutlak özgürlükten yana olunmalıdır. Bir tek düşünce etrafında toplanma arzusu tarihin de şahitliğiyle bir ham hayaldir ve bu hüküm dinler için de varittir. İstisnasız her birinin mensuplarının benimsedikleri dinin tekliflerini anlama ve anlamlandırma çabaları farklılıkları beraberinde getirmiştir ve mezhepler bunun göstergesidir. Söz buraya gelmişken sık sık rakibi kötüleme ve değersizleştirme şehvetine kurban edilen mezhebin ne olduğu, hangi gerçekliğe tekabül ettiği, nasıl bir ihtiyacı karşıladığı ve medeniyetimize rengini veren usul erkân sahibi selefimizin anlayışını hatırlamanın tam sırası.

 

Son resulün, Allah’ın salat ve selamı ona olsun, vahyi öğretme heyecanı, ashabın anlama ve yaÅŸama iÅŸtiyakı mezheplerin yani medeniyetimizin dayandığı yöntemlerin zeminidir denilebilir. Sahabe anlamadığında, merak ettiÄŸinde, ihtilafa düştüğünde sorar öğrenirdi. Medine dışında oturanlar dinlerini öğretecek, sorularını cevaplayacak, sorunlarını çözecek muallim isterlerdi ve kendilerine âlimler gönderilirdi. Ä°limde derinleÅŸen ashap Allah resulünün yolunu ona yaraşır tarzda sürdürerek kendinden sonraki kuÅŸaÄŸa aktardı. Nebinin irtihalinden sonra dini anlama ve yaÅŸama ihtiyacı her beldenin âlimleri tarafından karşılandı. Onlar, temelini bizzat peygamberin attığı talimin ve ictihadın tıpkı sahabe gibi hakkını vermeye çalıştı ve böylece bir öğretim geleneÄŸi oluÅŸtu.

 

Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi1 adlı kitabında ashabın ictihad metodunu şöyle formüle eder: “… ihtilafa düşerlerse Kur’an’a baÅŸvuruyorlar, bu meseleyi açıklayan bir ayet bulurlarsa onun üzerinde birleÅŸiyorlardı. … Kur’an’da bir nass bulamayınca Sünnete baÅŸvuruyorlardı. Ä°kisinde de bir nass bulamadıklarında içtihat ediyorlardı(age, s. 26-27).” Bu yolu sonraki nesiller de sürdürdü ve dolayısıyla tebei tabiin döneminde yani üçüncü nesilde teÅŸekkül etmeye baÅŸlayan mezheplerin ortak üç kaynağı Kur’an, Sünnet ve Reydi. Müellife göre “Ebu Hanife’nin mezhebinin aslı Abdullah b. Mesud’un fetvaları, Ali b. Ebi Talib’in fetva ve hükümleri, Kadı Åžureyh gibi Kufe kadılarının verdikleri hükümlerdir(age, s. 42).” Yine ona göre “Ä°mamların en yaÅŸlısı Ebu Hanife’dir ve onun bütün hocaları ister yaÅŸlı ister genç olsun tabiidir: Ä°brahim Nahai, Åžabi, Hammad b. Ebi Süleyman, Ata b. Ebi Rabah vb(age, s. 46).”

 

Bu noktada Muaz b. Cebel’den nakledilen meÅŸhur rivayet hatırlanmalıdır. O, bir meselenin çözümünü sırasıyla Kur’an ve Sünnette bulamazsa re’yi ile çözeceÄŸini peygambere arz etmiÅŸ o da bunu memnuniyetle onaylamıştır(age, s. 27). Farklı ÅŸehirlerde ikamet eden âlimler talim, ictihad ve ifta sünnetini aynı heyecan ve anlayışla sürdürürken Muaz’dan farklı davranmamışlardır, Allah hepsinden razı olsun. Bu yüzden neredeyse “…her Ä°slâm memleketinde ayrı bir fıkıh ekolü doÄŸmuÅŸtur(age s.42).” zira her sahabinin ilmini nakleden talebeleri olmuÅŸtur. Medine’den Mekke’ye, Kufe’den Basra’ya, Åžam’dan Mısır’a fakih sahabilerin bulunduÄŸu her yer yetiÅŸtirdikleri talebelerle bir ilim havzası olmuÅŸtur.

 

Görüldüğü gibi ilk asırlarda mezhep kelimesi, hüküm çıkarma, fetva verme ve dolayısıyla Müslümanların sorunlarını Kur’an ve Sünnet çerçevesinde çözme yöntemini ifade eder. Ä°mamlar, mezhebi/yöntemi olan âlimlerdir ve ictihad ve talimlerinin esasını yöntemleri oluÅŸturur. Bu imamların ilki Ebu Hanife’nin dersleri, talebeleriyle enine boyuna tartışarak soruya cevap, soruna çözüm bulma cehdinden ibarettir. Hocaların hocası Ebu Hanif, herkesin fikrini rahatlıkla dile getirdiÄŸi halkanın önderiydi. Mesele, yeterince müzakere edildiÄŸine kanaat getirilene kadar tartışılır, olgunlaÅŸan görüş imamı azam tarafından dile getirilirdi. O, kimi zaman oybirliÄŸi kimi zaman oy çokluÄŸu olurdu2. Aynı halkada olduÄŸu halde farklı kanaatte olmak tabii bir durumdu. Herhangi bir fıkıh kaynağına bakıldığında bunun pek çok örneÄŸi görülür.

 

Müctehid imamlar arasındaki fark mezheplerinden/yöntemlerinden kaynaklanıyordu. Bir kere daha belirtelim ki peygamberle baÅŸlayan öğretim, ictihad ve ifta geleneÄŸi onun tebliÄŸ ettiÄŸi kerim kitap Kur’an’a ve pratiÄŸi olan sünnete dayanırdı. Ä°stisnasız hepsi önce Kur’an’a, onda bulamazsa sünnete bakar, ikisinde de bulamadığında reye baÅŸvurur ve reye ulaÅŸma yöntemiyle diÄŸerlerinden ayrılırdı. Nakli anlama yollarıyla birlikte nas olmadığında baÅŸvurulan rey yöntemleri arasında öncelik sırası veya kullanım sıklığı deÄŸiÅŸirdi. Bir ekolün sık kullandığı veya kendine has bir yöntemi olabildiÄŸi gibi itibar etmediÄŸi de olurdu. Yani bir imam üçüncü sıraya kıyası, diÄŸeri icmayı, bir baÅŸkası Medinelilerin amelini koyabilir; biri istihsana diÄŸeri maslahata baÅŸvurabilirdi. Özetle mezhep, hem kelime anlamıyla hem uygulanışıyla nas bulunmadığında Kur’an ve Sünnete uygun bir reye eriÅŸme yoluydu.

 

Aynı mezhebi kullananlar arasında farklı, ayrı mezhepleri tercih edenler arasında ortak kanaatlere ulaşılması şaşırtıcı değildir. Yöntem birliği, görüş birliği anlamına gelmez ve bu nedenle tarihte yekpare bir mezhep yoktur ve aynı mezhebin müctehitleri arasında ihtilaflar görülür. Mezhep, bir sorunu çözme, bir soruya cevap verme gibi bir ihtiyaca tekabül eden bir çözüm yoludur. Her müctehid âlimin tercih ettiği mezhep bu ihtiyacı görmeye matuftur ve pek çok ilmi ve fikri ekolün ortaya çıkmasının nedeni budur. Bu durum Müslümanlar arasında görüş birliği olmadığı anlamına gelmez.

 

BaÅŸlangıçta yöntem eksenli birer ekol olan bu oluÅŸumların zamanla mezhep adını almasıyla o, istinbat ve istidlal yöntemiyle birlikte bir zihniyeti de ifade etmeye baÅŸlamıştır. Bu evirilmeyle birlikte ictihad ve fetvalar öncelik sıralamasında yöntemin önüne geçmeye ve onların öğretimi talimin önemli bir parçası olmaya baÅŸlamıştır. Ä°mamlar baÅŸta olmak üzere müctehidler reylerini zannı galip olarak görürken ki her ictihad insani bir eylem olarak zan ifade eder(Mezhepler Tarihi, s. 32) ve bu yüzden nassın olduÄŸu yerde ictihada mesaÄŸ yoktur,  söz konusu deÄŸiÅŸimin baskın olduÄŸu yer ve dönemlerde ictihatlara âdeta nas muamelesi yapanlar çıkmıştır. Yöntemin geri planda kalması sonuçları öne çıkardı, bu da fikir ve ilim imalini geriletti. Oysa yöntemin revaçta olduÄŸu asırlar ilim ve fikir açısından en bereketli dönemler olmuÅŸ ve bir yönteme ittiba edenler sadece bir ekol deÄŸil aynı zamanda bir okul olmuÅŸlardır.

 

Karşılaştığı sorunu çözebilecek yetkinlikte olmayan bir Müslümanın itimat ettiği bir âlime başvurması ve reyine ittiba etmesinin tabii olduğunu belirtmeye bile gerek yoktur. Sorun çözebilecek, sorulara cevap verebilecek ilmi ve kaynaklardan hüküm çıkarabilecek yöntem bilgisi olanların ictihad etmesinin doğal olması gibi. Nitekim ilk nesilden itibaren yetkin her talebe hocasının yöntemiyle ictihad etmiştir zira onu, onun nezaretinde yıllarca uygulamıştır. Ustadan alınan yöntem erbabınca tatbik edilmiş ve böylece devralınan birikim sonraki nesillere zenginleştirilerek devredilmiştir.

 

Mezhebin dinin yerine ikame edilmesine karşı çıkmak asli işlevinin ve karşıladığı ihtiyacın kıymetini bilmeye engel değildir. İlimde, fikirde, sanatta ve zanaatta geleneği olmak ilmi, fikri, sanatı ve mesleği ustadan ve üstattan almak demektir. Bir ekolün yöntemini takip etmek, ilkelerini benimsemek, kavramlarıyla düşünmek, alışkanlıklarını içselleştirmek kısaca birikimine yaslanmak anlamına gelir. Onu takip etmek reyine iman etmek, görüşlerini akideye dönüştürmek demek değildir. Beşeri her şey gibi ekoller de görüşleri de mutlak olamaz. Delillerinin sağlamlığı, görüşlerinin isabeti oranında muteberdir ve hayatiyeti uygulayıcının varlığına bağlıdır. Bir geleneğe intisap eden talip, bir taraftan maksudunu ustalardan öğrenirken diğer taraftan deneme yanılma yolunun verdiği kayıplarından kurtulur ve zaman kazanır. Ayrıca ehlinin mensup olduğu ekolün yöntemlerini geliştirme imkânı her zaman vardır.

 

1. Ä°slam’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Muhammed Ebu Zehra, çev. Abdülkadir Åžener, Hisar Yayınevi, 1983 Ä°st.

2. Ä°slam Hukuk Tarihinde Örnek Bir TeÅŸebbüs: Ä°mam Ebu Hanife’nin Ä°lim Halkası, Metin YiÄŸit, Fırat Ãœn. Ä°lahiyat F. Dergisi, c. 2, s. 16, 2011, s. 139-156.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.