Sosyal Medya

Makale

Acının mutlaklaştırılması: Kerbela

Her Muharrem ayı geldiğinde Kerbela akla gelir ve Kerbela akla geldiğinde acı duygulara hâkim olur. Müslümanların tarihinde önemli bir kırılmayı içeren Kerbela hadisesi siyasal olanın nasıl kötüye kullanıldığının da belirginlik kazanmış adı haline gelmiştir.

Kerbela olayı, Hazreti Hüseyin’in direnişi ve şehadeti bu topraklarda hakikatin ve adaletin tecellisi bağlamında özel bir öneme haizdir. İktidarlar bunu gözetmese de ahali hep bunu gözetmiş ve iktidarı kötü kullananlara yönelik ‘yezidlik’ etme uyarısı bunu gösterir.

Hazreti Hüseyin bu tavrı ile iktidarlara yönelik muhalefet edebilme imkânını tarihsel sürekliliğe kavuşturmuştur. Ve tarih var oldukça her yezide karşı bir Hüseyin’inin var olacağı müjdesini de içermektedir bu durum…

Müslüman halklar tarih boyunca her kesimi ile bu meseleye duyarlı olmuş ve Sünni diye tesmiye edilen büyük topluluklar çocuklarına Hasan, Hüseyin, Ali, Zeynelabidin ve Zeynep isimlerini koymada hiç tereddüt etmemişlerdir. Zaten o zamanlarda böyle mezhebi kaygılarda yoktu.

Daha sonra bu acıyı mutlaklaştırarak iktidar karşıtlığını meşru zeminde inşa çabalarının bir zemini haline getirildi. Örneğin, İran devriminde bu önemli bir yer tuttu… Ama aynı zamanda bu acının mutlaklaştırılması üzerinden ümmeti bölmeyi bir marifet haline getiren bir bakış kurgulandı ve kurumsallaştı. İşte bu kurgu ve kurumsal yapı aynı zamanda farklı bir yapının doğuşunun temeli kılındı. Ve siyasi alanı ihata etmenin ve hatta işgal etmenin bir bedeli olarak betimlendi.

Tarih boyunca bu ümmet nice zulümlere şahitlik etmiştir. Bizzat kendilerini bu acının mutlaklaştırılmasına adayanların eliyle de zulme duçar kılınmışlardır. Ama hiçbir acı bu kadar öne çıkarılmadı tabii ki… Bir noktanın altını çizmeliyim: bu acıyı mutlaklaştırma aslında İslam Düşüncesinde de bir yarılmayı beraberinde taşımıştır. Masumiyet inancı üzerine temellendirilmiş bir düşünüş biçimi ve batıni görüşler dinin doğasına taşınmaya çalışılmıştır. Ayrıca Fars düşüncesi ve kültüründen hareketle dini olanın yeniden kurgulandığı ve aslında farklı anlamda yeni bir dinin kurulmasına ön ayak olunacak bir şekilde yeniden tanımlandığı bir zemini işaret etmeliyiz.

Son 500 yıldır özel bir kültürel çevreye dönüştürüldüğü bilinmekte iken bu son yıllarda ise siyasal jeopolitiğe kurban edilmektedir. Özellikle son Irak ve Suriye’de yaşananlar buna uygun öneklerdir. Ayrıca Yemen, Bahreyn, Lübnan ve benzeri yerlerde meydana gelen siyasal gelişmelerde bunu iyice açığa çıkarmaktadır. Artık bir ulusal form ve bu ulusal yapının jeostratejik boyutunu ifade eden bir konuma yükseltilmiştir. O yüzden acı mutlaklaştırılıyor. Bu yaşanan acının azımsanması anlamına gelmez ama bilakis acının azdırılarak aşılması ve taşması üzerinden siyasal gelecekler işaret etmek anlamına geliyor.

Halbuki bu meseleyi daha vazih bir şekilde ortaya koyabiliriz. Hazreti Hüseyin neye itiraz etmişti.

1-      Meşru bir seçim gerçekleştirilmemişti.

2-      Zor ve baskı ile beyat alınmıştı.

3-      Liyakat ve ehliyet gözetilmemişti.

4-      Babadan oğula geçecek bir biçim seçilmişti ve dinin ruhuna uygun değildi.

İşte Müslümanlar iktidar söz konusu olduğunda bu ilkelere hakikat ve adalet üzere riayet edilmeye davet ederler ve buna uyulmadığında da muhalefet edebilme haklarını kullanırlar. Bunun sağlanması ve düzey üzerinden bir söylem inşa ederek İslam’ın siyasal rejimini adalet ve hakikat üzere kurulmasına zemin oluşturma gayreti gösterilmedi. Ve özel bir iktidar alanını mutlaklaştırma adına kullanılarak bu ümmete ihanet edilmiştir. Zaten ana akım mezhepler bunun dışında kalmışlardır. Uzun bir dönem Caferilik ve Zeydilik de bu durumdan azade kalmışlardır.

Bütün bu gerçekleri göz ardı ederek bugün Kerbela kutlamaları yapmak ve özel bir iktidar alanını kutsamanın İslam ile bağını sorgulamak zorundayız. Peygamberlerin masumiyetinin haberi saf bir şekilde aktarmakla sınırlandırıldığı bir dini düşünceden peygamber soyu üzerinden bir iktidar kültü oluşturmak bu düşünce üzerinden mümkün değildir. Çünkü Kuran açık bir şekilde Peygamber’e uyarı yapılmakta veya peygamberlere uyarı yapılmakta ve kınanmakla birlikte ceza tehdidi dile getirilmektedir. Peygamber için durum bu olunca onların soyu için özel bir muamele beklemek bizzat dinin doğasına aykırı bir tutum olur. İşte tamda kırılma burada öne çıkarılmaktadır. Bütün tahrif olmuş kültürlerin ortak özelliği olan kurtarıcı misyon bu özel yapı ile yeniden formüle edilerek yeni bir dinin temelleri atılmıştır.

Müslümanlar kendi dini düşüncelerini bizzat dinin temel kavramları ve ilkeleri üzerinden tanımlamak ve öğrenmek zorundadırlar. Bu gerçeklik zemini üzerinden meseleye bakıldığında bugün Müslümanların karşı karşıya kaldığı şey adalet ve zulüm kavramları üzerine bina edilemez olandır. Halep bugün bir Kerbela’yı yaşarken bu olayı yaşatanlarda Kerbela üzerinden acıyı mutlaklaştıranların dikkate değmez mi? Suriye zulüm altında inlerken bu zulme aracı olanların özel dini görüşe sahip olanların olması kırılmanın başlangıç adımını bize hatırlatır.

Hiçbir grup, kavim veya kültür kendi inançlarını dini düşünce ile birleştirerek kendi ruhunu dini düşünceye yedirerek kendi yapısını din’leştirerek varlık sahasına bir Müslüman olarak çıkma hakkına ve imtiyazına sahip değildir. Öncelikli olarak buna ilk karşı çıkacak olan da Hazreti Hüseyin’in bizzat kendisi olacaktır.

Kerbela Müslümanların tarihinde bir acının ifadeye kavuşmasına isim olmalıdır. Ve bu acının tekraren yaşanmaması için neden olduğunu hep akılda tutmayı önemsemeli ve ona uygun bir çabayı ve gayreti kuşanmalıyız.

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.